24 Haziran 2011 Cuma

Sabra and Shatila

The walls of Palestinian refugee camps

21 Haziran 2011 Salı

nesne değil, özne olarak arşiv;

Yapıtlarında rastlantısal olarak yan yana getirilmiş arşiv nesnelerini araçsallaştırmaktan hoşlanan, onları geçici süreliğine konseptlerinin bir köşesinde misafir eden, onlar aracılığı ile işlerine duyulan estetik arzulanımı arttıran, yer yer onları dekoratif birer anı objesine dönüştürerek birbirine eklemleyen ya da çalışmalarına tarihsel bir sorumluluk yüklemek maksadıyla arşiv kırıntılarına başvuran sanatçıların pratikleriyle, arşivin kendisini bir bütünlük olarak külliyen ayağa kaldırıp sonucu bir adım geriden izlemeyi tercih eden sanatçıların pratikleri arasında hayli derin bir kavramsal uçurum var. Üstelik yalnızca kavramsal açıdan da değil, bambaşka üretim metodları. Bu iki tezat eğilimi kesinlikle birbirine karıştırmamak gerekiyor. Birinci durumun ürettiği sorular üzerinden, ikinci durumu sorgulamaya yeltenirken bu derin fark üzerine bir müddet düşünmek icab ediyor.

Aile albümünde bulduğu bir kare fotoğrafı tuvaline yansıtan ya da heykelini 70'li yıllardan kalma gazete küpürleriyle kapyalan sanatçının arşive yaklaşım biçimiyle Osep Minasoğlu, Maryam Şahinyan gibi açık arşiv projelerinin arşivi ele alış biçimleri arasında köklü bir amaç farkı var. Her ikisinin de hafızadan beslendiği doğrudur. Ancak birisi arşivi itina ile manipüle etmek ve kendi yorumuyla görselleştirmek üzerine çalışırken, bir diğeri arşivi itina ile manipüle etmemek ve kendi rolünü zayıflatmanın peşinden gider. Bu iki farklı yaklaşımın sonuca ne yönde etki ettiğinin ayırdına varmak için, üçüncü bir ayırıcı gözün dipnotuna ihtiyaç olmaması gerekir. Daha fazla açıklama getirmeye gerek dahi duymam. Ne münasebet.

15 Haziran 2011 Çarşamba

gel beni bi del










































































































































































Kuşku götürmez, kimse keyfinden multi-kültürel olmadı. Özünde hiçbir topluluk, bir diğerinin kültürüne çok meraklı olduğu için ya da kendi kültürünü zenginleştirmek gayesi ile başka topluluklarla aynı coğrafyayı paylaşmak istemedi. Bu, bizlerin bugüne dair kurmak istediği bir fantazma. Yüzyıl başında sosyal bilimler multiculturalism olgusunu çok net etmenlere bağlıyordu. Buna göre bir yerin multi-kültürel özellikler göstermesi için, ya o coğrafyanın çok önemli liman ve ticaret yollarının kesişme noktasında bulunması, ya o topraklarda belli peryodlar boyunca ciddi savaş ve işgallerin yaşanması ya da olağanüstü göç hareketlerine maruz kalması bekleniyordu. Post-kolonyalizm ile birlikte bu bakış açısı büyük oranda değişti. Beyrut, erken dönemden itibaren bu özelliklerin üçüne de derinden tanıklık etti, etmeye devam ediyor.

... velev ki Beyrut, hala çok "multi-kültüreldir" ve bugüne rağmen dönüştürülemeyen şahsına münhasır koşullarıyla, aynı zamanda yerkürenin en iddialı multiculturalism ironisidir.

14 Haziran 2011 Salı

Neredeyiz?

Bir şey söylemek istiyorum, söyleyecek bir şey bulamıyorum. İnsan, evde oturduğu yerden nasıl terörist ilan edilebilirin hikayesi bu. Yeni dünya düzenimiz, Cyber War! İronik olduğu kadar sert ve rastlantısal. Bu piyango, birgün herkese çıkabilir. Henüz kuralları dahi oluşmamış bir savaşın, yaptırımlarını tezahür edemiyorum. Endişem buradan doğru..

İstanbul, geçtiğimiz ay internet sansürüne karşı dünyanın en kanlı canlı gösterilerinden birisine ev sahipliği yaptı. "Pornoma Dokunma!" diyen fantezi severden, akademik makalesinin dolaşım hakkını savunan öğretim görevlisine, "Haydar"ın hesabını soranlardan, Ekşi Sözlük yazarlarına kadar konuya farklı perspektiflerden yaklaşan binlerce internet kullanıcısı sürece "görünerek" el verdi. Devlete, devletliğini hatırlattı. Bravo! Türkiye Cumuhriyetinin bir hukuk devletinden beklenmeyecek derecede gereksiz uygulamalarına karşı bundan daha olağanüstü bir yanıt verilemezdi. Bireysel olanın, aynı zamanda resmi ve politik olana karşı verdiği en saygıdeğer reflekstir.

Hemen akabinde, bu kanlı canlı enerjiden feyz almış olacak ki, Anonymous adı ile tanınan uluslararası hacker topluluğu Türkiye Cumhuriyetini tüm resmi web sistemlerini bloke etmekle tehdit etmeye başladı. Anonymous'un adını ilk kez Wikileaks zamanında duydum. Fakat o günlerde ortaya koyukları eylemden farklı olarak, Türkiye'ye karşı örgütlemeye çalıştıkları saldırıya ilk andan itibaren çok sıcak yaklaşmadım. Toplumun ciddi bir kesiminin internet sansürü konusunda zaten açık açık aktivizm yaptıkları bir ülkede, Anonymous'un yöntemlerine ne kadar gerek vardı emin olamadım. Demokratik hackerlık adı altında meşru gösterilmeye çalışılan fakat özünde oldukça sert anlamlar içeren bu tip bir yöntem süreci iyiye mi götürür, yoksa ters tepip işleri daha içinden çıkılmaz bir hale mi sokar, bilemedim. Faşist hackerlıktan fazlasıyla midesi bulanmış bir toplum olarak, hackerın demokratiğine katlanmaya ne kadar hazırız, bu demokrasinin kriterlerini kim neye göre belirliyor, ayarını tutturamadım. İsmini cismini dahi bilmediğimiz birileri, Amerika'da oturduğu yerden adeta fetva veriyor, bir devletin en meşru iletişim hakkı sayılan resmi web organlarını bloke etmekle tehdit ediyor ve bunun için destekçiler arıyordu...? Anonimlik meselesi ile aramdaki en büyük sorunlardan birisi zaten buydu. Doğrusu hiç ikna olamadım. Neresinden tutsanız elinizde kalacak bir direniş metodu. Bir direniş midir, o bile muamma. Bu çok büyük bir case. En kısa zamanda bunu ayrıca, çok ciddi mecralarda tartışmalıyız. Çünkü bu eylem sonucu doğabilecek resmi savunmanın bedelini kimlerin ödeyeceği dahi henüz belli değil iken, ortalık bir anda mahşer yerine döndü.

Henüz bunun ne kadar sağlıklı bir yöntem olup olmadığını düşünmeye bile fırsat bulamadan Perşembe günü Türkiye'ye ilk saldırılar başladı ve bildiğim kadarıyla birçok resmi web sitesi zarar gördü. Arkasında durur muyum? Durmam. Fakat bazı şeylerin de altını çizmek isterim. Çünkü tam da korktuğumuz şey oldu, deyim yerinde ise kabak bizim vatandaşlarımızın başında patladı. Cumartesiden itibaren Türkiye'nin farklı illerinde evlere bir takım operasyonlar düzenlendi. İlk kapsamlı operasyonda İstanbul'dan 13 genç yaka paça, elleri kelepçeli biçimde gözaltına alındı. Olay Ankara'ya intikal etti ve şu an Türkiye genelinden toplam 32 kişi orada Anonymous'un şımarıklığının cezasını çekiyor. Ortada konuşulacak onca meselemiz varken, ülkenin gündemini tutup internet sansürü gibi olduk olmadık gereksiz yasaklarla işgal eden politikacılara söyleyecek çok şeyimiz var elbet. Bunların hesabını kendilerinden bilahare soracağız. Bu gündemden kendisine hisse çıkartıp zaten demokratikleşme ve insan hakları problemleri olan bir ülkenin resmi yayın organlarını arkadan hançerleyerek ortalığı birbirine geçiren Anonymous ekibine de en az o kadar. Bu etik yoksunu girişim, düpedüz birçok bireysel krize alan açmaktır. Bu çekişmeden ortaya çıkan sonuç, kimsenin ayıbının bir diğerinden daha fazla olmadığı bir intikam sarmalıdır. Geride adeta bıldırcın avlar gibi yakalanmış 32 genç insan, sistemi dahi oturmamış bir hukuki muallaklığın gölgesinde, bekliyorlar. Fakat kimse de size durup dururken saldırmadı. Bu fotoğrafı bizzat sizler çektiniz sayın yetkililer, şimdi karşısına geçip derin derin bakın.

O ülkede siyasi iktidarların tavrından özerk bir Bilişim Bakanlığı kurulması gerektiği konusunda Türkiye Cumhuriyeti mercilerine defalarca kez çağrıda bulunduk. Kurmadınız! Kamusal alanda uyguladığınız hukuki yaptırımların sanal ortam için asla sağlıklı işlemeyeceğini, bu alana dair suç ve ceza kanunlarınızı acilen iyileştirmeniz gerektiği konusunda onlarca kez itiraz ettik. Düzenlemediniz! Ürettiğiniz internet paketlerinin zaten sansür baskısı altında olan Türkiye toplumunda çok daha olumsuz sonuçlar doğuracağının altını çizdik. İlgilenmediniz! Bunun yerine ne yaptınız? Çıkıp TUSİAD Başkanını porno sevdalısı ilan ettiniz, internet kullanımı konusunda hiçbir devlet kontrolü istemeyen vatandaşlarınıza kör cahil muamelesi çektiniz, size bu konuda gelen sayısız yapıcı ve yaratıcı öneriyi elinizin tersiyle ittiniz ve en nihayetinde uluslararası ortamda Anonymous gibi ne yedüğü belirsiz hacker gruplarının bile ilgisini çeker hale geldiniz. Çünkü anormaldiniz. Bunu siz başardınız.

Şimdi aklınızca muhatabı buldunuz. Oh ne ala, hep aynı konfor. Elinizde bir kez daha pırıl pırıl gençler var. O ülkede çok farklı işlerle uğraşmaları gerekirken, sayenizde enerjilerini sizin olduk olmadık yasaklarınızı delmek için harcamış 32 parlak zihin var. Bir kez daha kendinize tek çırpıda yeni suçlular yarattınız, hem ne de kolay, kutluyoruz! Büyük başarıdır, büyük efor ister. Ayrıca geçmiş deneyimlerimizden çokta iyi biliyoruz ki, bu işler için bir dizi de yaptırımınız var. Hakimlerinizin sözü geçer. Fakat unutmayın, kendi kontrolsüzlüğünüzün sonuçlarını bir kez daha bu ülkenin gençlerine ödetmeye kalkarsanız, süreci bir takım insan hakları ihlalleriyle bezerseniz, konuyu nasyonalist bir safa çekip olmadık yaptırımlara hükmederseniz, bizim de uzun tırnaklarımız bir kez daha sizin yakanızda olacak.

13 Haziran 2011 Pazartesi

Artist Talk & Video Screening@Zico House
























About Artist Talk and Video Screening


Tayfun Serttaş discusses his practice in relation to İstanbul’s history of social, cultural and sexual diversity. The talk will be completed by a screening of four of Tayfun Serttas’s recent video works;

The Other The Other and Beyond © 2005

Osep Minaoğlu Recalls © 2008

INVOKE © 2009

Mama Deniz © 2010


Presentation Languages: Arabic and Turkish
Video Languages: Turkish and Armenian with English subtitles















photos by: Mihran Tomasyan

8 Haziran 2011 Çarşamba

dipnot:

Bugün dünyada "sanatın araçsallaşması" başlığı altında çok ama çok ciddi bir gündem var. Bir de sanatı araçsallaştırarak çok matah birşey yapmış olduğunu sanan sanatçılar, küratörler, galericiler, organizasyonlar var. Bu ikisinin arasında süregidiyor kaos.

7 Haziran 2011 Salı

middle method: "onlar ile ben"

Dönüp dolaşıp terörü ve şiddet eylemlerini normalize etmek ve kendilerini dış dünyaya karşı ötekileştirmek dışında mucizeleri olamayan ezoterik Ortadoğu entelektüelleri, dönsün bir önce aynadaki çaresiz yansımalarına baksınlar. Sonra çıkıp sokaklardaki binalara baksınlar. O binaların üzerindeki kurşun deliklerine, simge ve sembollere iyi baksınlar. O kurşun deliklerinin içerisindeki fosilleşmiş kan pıhtılarına baksınlar. Çok ama çok derinden baksınlar. Ben, çok ama çok derinden baktım. Kör olana kadar o deliklere ilişen alt metinleri okusunlar dilerim. O deliklerin derinliklerinde okuyacakları şiddet, kendi zihinsel icraatlarının ürettiği kimliğe aittir. İnsan hayatı ve onuru ile aralarında kurabildikleri köprü, kulağımı ısırdığı için her gece onlarcasını duvara gömmek zorunda kaldığım sivrisineklerle aramda kurduğum nefret ilişkisinden çok daha yüzeyseldir. Ben o denklemi ancak, şehrinizin sivrisinekleri ile kurabildim. Buyrun, bu da sizin beslendiğiniz semiyotik;