9 Nisan 2012 Pazartesi

Elif Boyner - Görünürün Ötesinde


20. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren kent ve sosyal bilimlere dair tartışmaların içiçe geçmesi, bu iki alanın ürettiği ortak sorunsalların kaçınılmaz olarak farklı disiplinler tarafından da incelenmesinin önünü açtı. 1970’lerde New York’u vuran büyük kriz sonucu birçok binanin işlevini yitirmesi ve yerlerine dikilen yeni yapıların ticaret ve para odaklı konumu, kısa süre içerisinde tüm dünya metropollerinde modern kent ve toplum mühendisliğinin dayandığı noktayı belirleyecekti. En derin etkisini metropol yaşamında gösteren bu yeni sistem, mekânsal deneyimi, zaman odaklı yeni bir gündelik yaşam ritmiyle ters yüz etmek üzere koşullanmıştı.

“Görünürün Ötesinde”, modern kent hayatının yol açtığı yabancılaşmaya karşı, birey ve onu kuşatan sistem arasındaki ilişkiyi mikro analizler üzerinden sorunsallaştırıyor. Sanat ve düşünce dünyasında sıkça ele alındığı üzere sistemin karmaşıklığı içinde insanın, kendisinin bile farkına varmadığı şekilde yeniden, yeniden ve yeniden formatlanmasıyla yaratılan kaybolmuşluk hissi, modernizmin temel problematiğidir. Metropol hayatının hıza endekslenen ritmi ve bunun dayandığı hesaplanabilirlik ilkesi, yaşamın “karmaşıklığını” düzenlemek adına geliştirilirken gündelik koşullu akışın dışında süregiden “şeylerin” saf dışı bırakılmasını kolaylaştırır.if Boyner’in, kişisel deneyimlerinden yola çıkarak bireyin kentsel labirentte varolma çabasına yönelik arayışları, etrafımızı saran maddi çevrede birçok şeyin görülemez – ve dolayısıyla anlamlandırılamaz – hale gelmesinden ilham alıyor. Sanatçının bu yabancılaş(tır)mayı delmeye yönelik müdahaleleri, çalışmalarına farklı katmanlarda yansıyor. Mekânsallığı yeniden ele alırken görüntüyü konstrüksiyonlar aracılığıyla tamamlayan Boyner, fiziki çevreyi bütünlüklü bir şekilde baştan kurguluyor. Böylelikle gösterge ile gösteren arasındaki verili kodlar üzerinden süregiden kopuşa ayna etkisi yaparak, kişi ile sistem arasındaki ilişkide dış dünyaya karşı kaybolan farkındalığı sorguluyor. Sonucunda modern kent yaşamının bireylere dayattığı yüksek ritme karşın, izleyiciyi kısa bir süreliğine duraksatarak eşzamanlı düzenekler aracılığıyla çevresini yeniden keşfetmeye davet ediyor.

Gündelik hayatı kuşatan imaj ve görüntü bombardımanı, sürekli bununla yaşayan bireyi aynı zamanda tepkisizleştirir. Modern yaşam her şeyi sayılara indirger. Nasıl ki kentsel hayat dinamikleri insanları kendi başlarına hiçbir farklılığı olmayan sayılar olarak görerek onları sadece girdikleri ilişkilerde ortaya koydukları değerlere göre sınıflandırıyorsa, kişi de kendini ister istemez öteki ile arasında rasyonel bir mesafe oluşturur pozisyonda bulur. Fakat birey, tüm bu karşılaşmalar içinde bir yandan yabancı olarak gördüğü ötekine, uzak olduğu kadar da yakındır. Çünkü uzaklık ve/ya yakınlık, kendimiz ve öteki arasında hissettiğimiz ortak özelliklerle ölçülür ki, bu ortak özellikler bizim ötemizde konulmuş genel-geçer kurallar tarafından belirlenen sosyal mesafeye bağımlıdır.Boyner’in işlerinde sorgulanan bir diğer yabancılaşma ise bireyler arasındaki iletişim(sizlik) boyutunda kendini gösteriyor. Guy Debord’un belirttiği üzere, yeni sistemde “izleyici” konumuna indirgenen insanların dış dünyayla ilişkileri, onlara sürekli olarak gösterilen sunumlar üzerinden belirlenir. Bu ilişkiler ağının en belirgin sonucu tamamen yapay olarak üretilmiş görüntüler üzerine kurulu bir gerçeklik algısıdır. Dolayısıyla yabancılaşma, insan ve nesne arasındaki ilişkiyle birlikte toplum ile birey ve bireyler arası ilişkileri de belirler.

Bu paradokstan yola çıkarak iletişimsizliğin nasıl iletişime dönüşebildiği yönünde sunulan ipuçları sergide yer alan işlerin taşıdığı ortak özellik olarak okunabilir. Elif Boyner’in işlerde izleyiciye sunulan yanyanalıklar bir kimlik politikası oluşturmaz. Yanyana gelmek iletişimin ideal koşuludur. Bu tür bir birliktelik kişiyi dışarı doğru açarak iletişim olasılığı sağlar. Dolayısıyla insanların ‘olduğu haliyle’ kalmalarına imkân tanırken, farklılıklar da mevcudiyetini sürdürür. Sanatçı bunu yapıtlarında seyirciyi bazen kalabalıklarla, bazen ise ikiz kardeşiyle karşı karşıya getirerek işlemektedir. Beklenmedik bir kalabalık görüntüsüyle karşılaşılırken içerinden bir çift göz seyircinin üzerine doğru yönelir. Bu tür bir karşılaşmanın yarattığı his paradoksal bir biçimde, bir yandan kalabalık tarafından fark edilmemenin çizdiği sınır, öte yandan bakışın uyandırdığı görülme hissinin bu sınırı yadsımasıdır.

Yapıtlarını “içe dönüklük, iletişimsizlik ve yabancılaşma” zemininde kurgulayan Boyner, gündelik hayatın rutinlerinden ayıkladığı kayıtları, refleksif bir eşzamanlılık içerisinde sunmaktadır.

Hiç yorum yok: