24 Eylül 2013 Salı

O elin orada işi ne? / Zeynep Ekim Elbaşı - AGOS


O elin orada işi ne?



Mehmet Aksoy’un ‘İnsanlık Anıtı’nın Türk-Ermeni dostluğunu simgelediği söyleniyordu. Bu heykelin gerçek işlevi neydi ve neden bu heykelle bağlantılı bir iş şimdi Bienal’e dahil edilmişti? Sanatçı Tayfun Serttaş’a sorduk...

Bienal kapsamında sergilenen eserlerden biri de, Hollandalı sanatçılar Wouter Osterholt ve Elke Uitentuis’in ortak çalışması ‘İnsanlık Anıtı: Yardım Eden Eller’. İki sanatçı, Mehmet Aksoy’un yaptığı ve Başbakan’ın ‘ucube’ çıkışı sonrasında yıkılan, Kars’taki ‘anıt’ınkine benzer bir el heykeli yaptılar ve bunu İstanbul’da el arabasıyla dolaştırdılar. İnsanlardan aldıkları el kalıplarını minik heykellere dönüştürüp, Kars’ta, yıkılan anıtın yerine yerleştirdiler. Mehmet Aksoy’un ‘İnsanlık Anıtı’nın Türk-Ermeni dostluğunu simgelediği söyleniyordu. Bu heykelin gerçek işlevi neydi ve bu iş neden şimdi Bienal’e dahil edilmişti?  Sanatçı Tayfun Serttaş’a sorduk...



ZEYNEP EKİM ELBAŞI

Anıt nedir, onu heykelden ne ayırır?

Anıtlar, ‘sanat, kamu, devlet ve sistem’ arasındaki belli müzakerelerin sonucudur ve tarihsel, sosyolojik ya da siyasal süreçleri kamusallaştırarak sembolize ederler. Bu nedenle her heykel anıt olamaz. Türkiye’de anıt başlı başına problemli bir konu, kamusal alanda sanat bir diğer problem. Tüm bu tartışmaların ortasına gelen Mehmet Aksoy heykeli bence bir kırılma oldu.



Nasıl bir kırılma?

Türkiye’de ilk defa bir başbakan bir anıtı beğenmedi. Beğenmeme hakkı çok değerli. Sanat egosu, biri bir eseri beğenmediyse, onu hemen “Zaten sanattan anlamıyor” diye yaftalıyor. Bu kolay bir kaçış yöntemi.



‘İnsanlık Anıtı’nın işlevi neydi? Türk-Ermeni dostluğunu mu simgeliyordu gerçekten?

Katiyen... Her çağrışımıyla bir had bildirmeydi. Ülkenin tek kapalı sınırına böyle bir anıt dikip, adına ‘insanlık’ deyip, anıttan kendince bir kontekst üretip, iki figürün arasındaki boşluktan bir lazer verip bunu Yerevan’dan görülecek kadar baskın bir şekilde karşı taraftaki insanlara dikte etmek, belli bir mesaj içerir. Kars’a alıcı gözle bakalım; Alican sınır kapısı tek taraflı olarak mühürlü, şehir merkezindeki Ermeni katedrali çöktü çökecek, Ani kentine kısa süre öncesine kadar turistler dahi sokulmuyordu. Böyle bir noktada karşı tarafa adeta ‘insanlık dersi’ veriyorsunuz... Bunun kabul edilebilir bir yanı olamaz, hakarettir.

Mehmet Aksoy, bir televizyon programında Talat Paşa yürüyüşünün bir kahramanlık hikâyesi olduğunu söylemişti... 

O sınırın böyle bir zihniyete teslim edilmesi, tartışmakta olduğumuz İttihat ve Terakki mantığının günümüzdeki artistik uzantısıdır. O yüzden, bugün o anıtın orada olmaması bir sanatçı olarak bende huzursuzluk yaratmıyor, kaybetmişlik hissine de yol açmıyor. Aksine, bir kazanım olarak nitelendiriyorum bunu.



Bienal’deki işi yapan Hollandalı sanatçılar, ‘İnsanlık Anıtı’nı Türk-Ermeni ihtilafına göndermede bulunan, çok tartışmalı bir barış anıtı olarak nitelendirmişler...

Ben bir süredir, “Avrupalı sanatçıların, en az bir sene burada yaşamadan Türkiye ile ilgili iş üretmesi artık yasaklanmalı” diyorum. Şaka bir yana, gündemin ortasına düşmek istiyorlar. Bugün her Avrupalı sanatçı Türkiye ile ilgili bir iş üretmek, İstanbul’da bir sergi koymak ister. Anlamadıkları şey, Türkiye’nin çok katmanlı yapısı. İşin kontekstinde sorulması gereken soruların hiçbiri sorulmamış. Benzer bir sorunsal Hollanda’da yaşansa, oranın hukuku ve gündeminde nasıl yer bulurdu? Hollanda hükümeti bugüne dek Surinam’a ne tür anıtlar dikmiş örneğin? Böyle bir karşılaştırma yapmak yerine, konuyu Türkiye’nin sözde 3. Dünyalılığı çerçevesinde tartışmaya çalışmak problemli. Bu da bir dayatma biçimi, o nedenle iş ‘çalışmıyor’.
Sadece bu değil, Bienal’in toplamında çok sorunlu tercihler var. Küratörün neyi neden seçtiğini bilmiyoruz. Bu yılki bienal bir vefa bienali, gördüklerimizden öyle anlıyoruz.



Meselesi ‘kamusal alan’ olan Bienal’in kamu ile ilişkisini nasıl görüyorsun?

Bu yılki bienal, tüm zamanların en kötü bienali olmayı kendi istedi. Bütün gerekçeler çok havada kaldı; kamusal alandan çekilmek, bedava olması, ehlileşme kaygıları vs. İstanbul Bienali daima çok ucuzdu, öğrencilere ücretsizdi. Zaten, Bienal’e gelmeyecek insana, üstüne para verseniz yine gelmez. Bu yıl ücretsiz olmasına rağmen yine kamudan kopuk. Neyin ironisi bu şimdi?

İstanbul Bienali altı yıldır ivme kaybediyordu, bu son kerte oldu. Kamusal alandan çekilme kararı tek kelimeyle gülünç. Belediye’yle diyalog geliştirmenin nesi ehlileşmek? İstemiyorsan, sayısız metod mümkün. Yüz senedir ‘happening’ diye bir şey var, kim takar Belediye’yi? Koç’la işbirliği yaparken ehlileşmiş olmuyorsun da, Belediye’ye bir dilekçe verdiğinde mi iş ehlileşiyor? Bu izinleri almadan, kamusal alandan çekilmeden de çok iyi projeler ortaya konabilirdi ama her şey siyah ve beyaz olarak görülmek istendi. 

20 Eylül 2013 Cuma

Stüdyoda Fotoğraflama Estetiği / Technotoday


Stüdyoda Fotoğraflama Estetiği

İstanbullu bir kadın stüdyo fotoğrafçısının yarım asırlık fotoğraflama estetiğine akademik bir analiz.

For LINK

Maryam Şahinyan’ın Galatasaray’daki fotoğraf stüdyosu 1935 yılından 1985 yılına kadar açık kalmış ve bu süre içerisinde fotoğrafçı binlerce fotoğraf çekmiştir. Foto Galatasaray projesi Maryam Şahinyan’ın İstanbul’da Beyoğlu Galatasaray’daki stüdyosunda çektiği fotoğraflardan oluşan arşivinin Tayfun Serttaş tarafından sınıflandırılıp arşivden seçilen fotoğrafların yeniden görselleştirilmesi ile oluşturulmuştur. Bu makalede projenin ismi ile aynı ismi taşıyan fotoğraf albümünde yer alan bir fotoğraf irdelenmiştir. Proje ile aynı ismi taşıyan albümün fotoğrafları kendi içerisinde görsel bir bütünlük taşıyor olup Şahinyan’ın stüdyosunu sürekli müşterilerinin toplumsal sınıf özelliklerine, etnik ve kültürel kimliklerine Cumhuriyet sonrası İstanbul’un sosyokültürel yapılanmasına ait göstergelere ulaşmamıza kolaylık sağlar.


Müşterileri portföyünün sosyolojik antropolojik ve etnografik kodları bu fotoğrafların genelinde deşifre edilebilir gibi görülmektedir. Fotoğraflardaki anlatımın görsel zenginliği, İstanbul’un geçirdiği demografik dönüşümleri ve tanıklık ettiği tarihsel bir döneme ait izleri taşıyor olmasından kaynaklandığını düşündürmektedir.

Stüdyo fotoğrafçılığının ana özelliği kapalı bir mekanda kontrollü ışık koşulları altında poz verdirilmiş insanların fotoğraflanması eylemine dayanıyor olmasıdır. Fotoğraflanan kişilerin taşıdıkları kimliklerin göstergelerini fark etmemizi sağlayan bu fotoğraflama eylemi aynı zamanda fotoğrafçının estetik ve teknik yaklaşımlarını da anlamamıza yardımcı olur. Günümüzde doğrudan fotoğraftan “gerçekçilik” olarak anladığımız var olanın olduğu gibi aktarılması, taklit edilmesi değil onun bir sanatçı yorumuna kavuşturulmasıdır. Şahinyan’ın fotoğrafları ise stüdyo fotoğrafçılığı geleneğinin tipik örnekleridir.

Stüdyoda çekilmiş fotoğraflara baktığımızda yaşadığımız ilk duyumsama fotoğraflarda yer alan insanların fotoğraflarının çekilmesi öncesi hazırlandıkları ve bir ritüeli gerçekleştiriyor olduklarını anlamamızı istemeleridir. Fotoğraflanan kişiler, stüdyonun kişilere özel anların gerçekleştiği, öznel deneyimlerin yaşandığı mekanlar olduğunu hissettirecek bir şekilde ölçülü, ağırbaşlı, vakar bir duruş sergilemektedirler. Bu kişilerin duruş, beden dili, giyim tarzları, saç modelleri, erkeklerin sakal ve bıyıkları, kadınların makyajları fotoğraf çektirirken ayakta durur ya da oturur olmalarına, yüzlerindeki mimiklere bakarak etnik, sosyokültürel ve ekonomik yapılanmaların ve kimliklerin izlerini sürmemiz mümkün olabilmektedir. Bu yönüyle stüdyo fotoğrafları, bir toplumun bireylerinin sosyolojik, antropolojik, iletişimsel bilgilerini anlamayı ve incelemeyi amaç edinen sosyal bilimlerin kaynak olarak kullandığı materyallerdir.


Fotoğraflar, Şahinyan’ın fotoğraflama estetiği hakkında yeterince fikir vermektedir: Stüdyo fotoğrafçılığının duru, temiz, yalın ve açık anlatımlı örnekleridir. Şahinyan’ın işini sevdiğini gösteren titizliğini, insanlara saygılı davrandığını, modellerini önemsediğini onları en iyi şekilde anlatacak fotografik görselleri kusursuz bir biçimde oluşturmak istediğini anlamaktayız. Modeller direkt olarak kameraya bakarak stüdyoda fotoğraf çektirmenin gerekliliğini yerine getirmektedir. Stüdyo fotoğrafları için hem fotoğrafçı hem de fotoğraflananlar hazırlık yapmışlardır. Stüdyoda fotoğraf çekme ve çekilme eylemi, kendi içsel özelliklerini dışa vurarak özgül duyumsamalar neden olan bir ritüelin bütün izlerini taşımaktadır. Fotoğrafçının kontrolü elinde tutan otoriter pozisyonu ile karşı karşıya kalan kişiler; fotoğraflanma eyleminin ritüel ciddiyetinden dolayı ölçülü, vakur ve ciddi bir yüz ifadesini benimsemişlerdir. Ancak albümün genelinde fotoğraflananların hoşnut ve hatta gurur duyan bir beden dili sergilediklerini görmekteyiz.

Maryam Şahinyan’ın bir fotoğrafı üzerine...

İnceleme konusu olan fotoğraf bir iç mekanda çekilmiştir. Yer kaplaması, fotoğrafta yer alan iki kişinin yan tarafındaki yüksek kolçaklı bir sandalye ve arkasında yer alan perde bunun göstergeleridir. Fotoğrafta ayakta duran iki kişiyi görürüz. Modellerin arkasında düz bir fon vardır ki, bu stüdyonun çekim odasının duvarı ya da çoğu fotoğraf stüdyosunda bulunan, yukarıdan aşağıya doğru çekilerek kullanılan bir fon perdesidir. Fotoğrafta ayakta duran iki kişi vardır: Bakış yönümüze göre fotoğrafın sol tarafında yer alan bir kadın ve sağ taraftaki bir erkek. İkisi de genç yaşlardadırlar. Erkeğin oldukça gür saçlarının altında gür bir sakal ve bıyık yüzünü çerçevelemektedir. Erkek sağ omzunu geriye itmiş sol omuzu önde olacak şekilde bir yan duruşla poz vermiştir. Kadın, erkeğin sağ tarafında yer almaktadır. Sol yana dönük bir duruş oluşturmuştur. Saçlarının ön ve yan kısımlarının bölümü başörtünün dışında bırakıldığı için görülebilmektedir. Yüzü makyajsız gibidir ve bakışları da kameraya dönüktür.


Erkek, beyaz balıkçı yakalı bir kazak ve onun da üzerine fermuarlı ve geniş yakalı bir hırka giymiştir. Koyu renkli pantolonuna taktığı kemerin bir bölümü fark edilmektedir. Kadının üzerinde koyu renkli kazak giymiştir ve kazağını şalvarın içine sokmuştur. Çiçek ve yaprak deseni ağırlıklı şalvarını “güllü dallı” diye tanımlayabiliriz. Adamın ve kadının uçları önde sivrilen ayakkabılarının ön kısımlarını pantolon ve şalvarlarının altında kısmen görülebilmektedir. Kadın vücudunu adamın bedenine yaslamış gibidir. Sol elini erkeğin sol elinin üzerine avucu ile onun avucunu örtecek şekilde koymuştur. Sol el parmakları görülebilmektedir. Erkeğin sağ kolu ve eli kendisine yaslanan kadının bedeninin arkasında kaldığı için görülememektedir. Kadrajın bize göre sol tarafı fonun dokusu ile kaplıdır. Sağ tarafta ise yukarıdan sarkan orta koyuluktaki kıvrılmış bir perde ile onun önündeki yüksek kolçaklı bir koltuğun büyük bir bölümü yer almaktadır. Fotoğraf tipik bir stüdyo fotoğrafıdır. Işık kaynağı olarak fotoğraf makinesinin flaş ışığı ile birlikte stüdyo yardımcı ışıklarından bir ya da ikisinin modellere göre çapraz olarak yerleştirilmiş olduğu izlenimi uyanmaktadır. Fotoğrafçı modellerin tam karşılarında değil de hafifçe sağ taraflarından fotoğraflanmış gibidir (Erkeğin ve kadının gölgelerinin sol arkalarında seçiliyor olması bunu düşündürmektedir.)

Kadının parmaklarında alyans ya da başka bir yüzüğü göremiyor olmamız takı ile taçlandırılmış resmiyet içeren bir bağları olmadığı okumasını yapmamıza neden oluyor gibi görünse de bu durumun çekim sırasında yüzüklerinin parmaklarında olmayışının bir açıklaması da olabilir. Modellerin birbirine yönelen yakın duruşları kadının elinin, erkeğin elinin üzerinde ve içinde olması kameraya biraz ciddi bir ifade ile bakıyor olmaları Şahinyan’ın stüdyo fotoğrafçısı kimliğinin ve bu bağlamda geliştirdiği fotoğraflama estetiğinin ipuçlarını vermektedir.

15 Eylül 2013 Pazar

Lora Baytar / PAROS



Lora Baytar / PAROS - Eylül 2013 sayı: 24 
s 146, 147, 148

10 Eylül 2013 Salı

Osep Minasoğlu kırk


Tüm sevenlerine duyurulur, Osep Minasoğlu'nun vefatinin kırkıncı günü vesilesiyle 15 Eylül 2013 Pazar günü; saat 14:00'da Balıklı (Yedikule) Ermeni Mezarlığındaki kabrini ziyarete takiben, saat 16:00'da SALT Galata Oditoryum'da "Osep Minasoğlu Recalls" (2008) isimli video gösterimi gerçekleşecektir.

2 Eylül 2013 Pazartesi

“Tüm Formlarıyla Fotoğraf” / “Photography in All its Forms”




MEPPI tarafından düzenlenen etkinlikte, University of Delaware’den Debra Hess Norris ve Metropolitan Museum of Art’tan Nora Kennedy ile sanatçı/araştırmacı Tayfun Serttaş konuşmacı olarak yer alacak.

19 Eylül 2013 – Perşembe: 19:00 - 20:00

Debra Hess Norris and Nora Kennedy will be joined by Tayfun Serttaş in a public discussion about preservation and display issues in photography on September 19.

19 September 2013 – Thursday: 19:00 – 20:00

--------------------------

“Tüm Formlarıyla Fotoğraf”

Debra Hess Norris ve Nora Kennedy, Tayfun Serttaş’ın katılımıyla geleneksel fotoğrafçılığın yanı sıra fotoğrafta koruma ve sergilemeye ilişkin güncel sorun ve tartışmaları irdeleyecekler. Konular, “Koleksiyoncu ve küratörler neyin farkında olmalılar?”, “Eser ve koleksiyonların gelecek nesillere aktarımı nasıl güvence altına alınır?” ve “Güncel görsellerin müze ortamında sergilenmesinde karşılaşılan sorunlar nelerdir?” gibi başlıkları içerecek. Konuşmacıların kısa sunumlarının ardından, katılımcıların özellikle Türkiye fotoğraf tarihi bağlamında soru ve görüşleri tartışmaya açılacak.

Konuşma dili İngilizce ve Türkçe’dir. Her iki dile simultane çeviri yapılacaktır.

Debra Hess Norris: University of Delaware’de sanat ve fotoğraf koruma alanında öğretim üyesi.

Nora Kennedy: Metropolitan Museum of Art’ta (New York) Sherman Fairchild fotoğraf konservatörü.

Tayfun Serttaş: Sanatçı, yazar ve "Stüdyo Osep" (2009) ile "Foto Galatasaray" (2011) projelerinin araştırmacısı.

Bu etkinlik, Arab Image Foundation, University of Delaware, Metropolitan Museum of Art ve Getty Conservation Institute tarafından ortaklaşa yürütülen Middle East Photograph Preservation Initiative (MEPPI) tarafından gerçekleştirilmektedir.

Görsel:
Artin Kazancıyan, Türkiye, 1910’lar
Fotoğraf: Charles Glaszner & Son
Collection AIF/ Tania Bakalian
© Arab Image Foundation

--------------------------

“Photography in All its Forms”

Debra Hess Norris and Nora Kennedy will be joined by Tayfun Serttaş to explore traditional photography and the challenges faced in the preservation and display of photographs.

What should collectors and conservators be aware of? How can one ensure these works will be passed along to future generations? What are some of the issues involved in showing contemporary images in museum settings?

The speakers will then open the floor for questions and contributions from audience members, ideally linking back to the local history of photography in Turkey.

The talks will be held in English and Turkish, with simultaneous translation into Turkish and English respectively.

Debra Hess Norris: Chair of the Art Conservation Department and Professor of Photograph Conservation at the University of Delaware.

Nora Kennedy: Sherman Fairchild Conservator of Photographs at The Metropolitan Museum of Art in New York City.

Tayfun Serttaş: Artist, writer and researcher of the projects "Studio Osep" (2009) and "Foto Galatasaray" (2011).

This talk is made possible through the Middle East Photograph Preservation Initiative (MEPPI) led jointly by the Arab Image Foundation, the University of Delaware, the Metropolitan Museum of Art, and the Getty Conservation Institute.

Photo credit:
Artine Kazandjian, Turkey, 1910s
Photo: Charles Glaszner & Son
Collection AIF/ Tania Bakalian
© Arab Image Foundation