Sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen İstanbul'un "modern mimari mirasına" gösterilen hassasiyet, dönemin "modernist" savına dair bir fetişizmi körüklüyor mu emin değilim.. İstanbul (bence de ne yazik ki) modern mimariyi izleyebileceğimiz bir şehir değil. Belki bu zaafı tatmin etmek için Ankara çok daha doğru bir adres. En azından İstanbul'da modern, Cumhuriyet sonrasında, 19.yüzyılda olduğu kadar bile etkili ve görünür değil. Bu açıdan, yakın dönemi ve o dönemin üç ila beş eserini her fırsatta göklere çıkartmak üzerinden kurulan paradigma, kentin asıl (klasik) modernist çizgisine haksızlık olduğu kadar, aslında bu şehre "politik" olmak dışında vuku bulmamış bir tarihi zorla dayatmak demek. Bunu yaparken, kentin asıl mimarı stokunu görmezden gelmek, farkında bile olmadan belki, modernizmi şizoid bir perspektifte okuyanların elindeki tutanakları kuvvetlendirmek demek.
Her kent, modern mimari stok barındırmak zorunda değil ya da daha doğru bir editle şöyle diyelim; her kentin barındırdığı modern mimari stok Nazi Almanyası ya da Sovyet Bloku dönemine referans vermek durumunda değil. Sanırım öncelikle zihnimizdeki bu kompleksi bir kenara bırakmak gerek. Aynı nedenle bugün kimse Roma'ya modern mimari stoku izlemek amacıyla gitmez, şehirde bu izleri göremediği zaman, muhtemelen kendini kötü hissetmez. Fakat bu şehirde de çok önemli mimari konferanslar gerçekleşir. Bugün istanbul'da güne başlarken beni mutlu eden şey; örneğin Aya Sofya gibi bir mimari şaheser ile aynı şehirde yaşıyor olmak olabilir, fakat AKM ya da IMÇ ile değil. Hem küçümsediğim hem de o eserlerin uzantısı olan siyasal anlayışa "düşman" düştüğüm için.
Uzun bir tartışma, ve daha önce sayısız kez yazdım...
Fakat bugün İstanbul'dan bir modern mimari okuması çıkacaksa, ne yazik ki bu okuma, Cumhuriyet'in ilk 40-50 yılı boyunca bilinçli olarak çivi bile çakılmayan bu şehrin o yıllara ait üç ila beş eserinden çıkmayacak. İsimleri sokak aralarında hala yazılı olan, ve aynı isimleri search ettiğinizde karşınıza bir cümle dahi literatür çıkmayan sivil apartman mimarlarının küçücük parseller üzerindeki deneyimlerinden, art nouveau balkonların demir işçilikleri içerisine gizlenen bilgiden çıkacak. Modernizm başka bir tarihte vuku bulmuş olacak. Bu da bir tür şizofreni, ama ilkine göre (daha) yaşamaya değer.
Gönül isterdi ki, bizim de Doğu Bloku ülkelerinde olduğu gibi, (ki aslında TOKİ tipi ulusal mühendisliğin ilk temelleridir onlar ama altını açıp daha fazla asap bozmayayım) beton beton bir şehrimiz, blok blok komünlerimiz, parsel parsel çelik şaheserlerimiz olsun.. Olmadı. Yüce güç, bu şehre gereğinden fazla neo-kolasik, kendine özgü bir barok, yer yer art nouveau, bolca nostalji bıraktı.. Sonra biz bunların arasına iki beton blok dikince, onu modernite sanıp, gururumuz okşandı.
Bugün, mimari açıdan şehrin en güzide lokasyonu Tarlabaşı'nın maruz kaldığı yıkıma, AKM ya da İMÇ'nin olası yıkımlarına gösterilen tepkinin %1'i dahi gösterilmiyor, gösterilmek istenmiyor. Ben de bunu, o mahallede korunacak bir siyasi misyon olmamasına bağlıyorum, artık... Ama sonra aynı kesimler çıkıp, modern mimari stok korunmacılığı yaptığında, nedense bu da bana pek gerçekçi gelmiyor.
Konumuz modern mimari stok ise şayet; bir dönemin realitesini görmezden gelirken, başka bir dönemin "güya"sına takılmak, bazan acıtıyor.
Her kent, modern mimari stok barındırmak zorunda değil ya da daha doğru bir editle şöyle diyelim; her kentin barındırdığı modern mimari stok Nazi Almanyası ya da Sovyet Bloku dönemine referans vermek durumunda değil. Sanırım öncelikle zihnimizdeki bu kompleksi bir kenara bırakmak gerek. Aynı nedenle bugün kimse Roma'ya modern mimari stoku izlemek amacıyla gitmez, şehirde bu izleri göremediği zaman, muhtemelen kendini kötü hissetmez. Fakat bu şehirde de çok önemli mimari konferanslar gerçekleşir. Bugün istanbul'da güne başlarken beni mutlu eden şey; örneğin Aya Sofya gibi bir mimari şaheser ile aynı şehirde yaşıyor olmak olabilir, fakat AKM ya da IMÇ ile değil. Hem küçümsediğim hem de o eserlerin uzantısı olan siyasal anlayışa "düşman" düştüğüm için.
Uzun bir tartışma, ve daha önce sayısız kez yazdım...
Fakat bugün İstanbul'dan bir modern mimari okuması çıkacaksa, ne yazik ki bu okuma, Cumhuriyet'in ilk 40-50 yılı boyunca bilinçli olarak çivi bile çakılmayan bu şehrin o yıllara ait üç ila beş eserinden çıkmayacak. İsimleri sokak aralarında hala yazılı olan, ve aynı isimleri search ettiğinizde karşınıza bir cümle dahi literatür çıkmayan sivil apartman mimarlarının küçücük parseller üzerindeki deneyimlerinden, art nouveau balkonların demir işçilikleri içerisine gizlenen bilgiden çıkacak. Modernizm başka bir tarihte vuku bulmuş olacak. Bu da bir tür şizofreni, ama ilkine göre (daha) yaşamaya değer.
Gönül isterdi ki, bizim de Doğu Bloku ülkelerinde olduğu gibi, (ki aslında TOKİ tipi ulusal mühendisliğin ilk temelleridir onlar ama altını açıp daha fazla asap bozmayayım) beton beton bir şehrimiz, blok blok komünlerimiz, parsel parsel çelik şaheserlerimiz olsun.. Olmadı. Yüce güç, bu şehre gereğinden fazla neo-kolasik, kendine özgü bir barok, yer yer art nouveau, bolca nostalji bıraktı.. Sonra biz bunların arasına iki beton blok dikince, onu modernite sanıp, gururumuz okşandı.
Bugün, mimari açıdan şehrin en güzide lokasyonu Tarlabaşı'nın maruz kaldığı yıkıma, AKM ya da İMÇ'nin olası yıkımlarına gösterilen tepkinin %1'i dahi gösterilmiyor, gösterilmek istenmiyor. Ben de bunu, o mahallede korunacak bir siyasi misyon olmamasına bağlıyorum, artık... Ama sonra aynı kesimler çıkıp, modern mimari stok korunmacılığı yaptığında, nedense bu da bana pek gerçekçi gelmiyor.
Konumuz modern mimari stok ise şayet; bir dönemin realitesini görmezden gelirken, başka bir dönemin "güya"sına takılmak, bazan acıtıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder