28 Aralık 2013 Cumartesi

23 Aralık 2013 Pazartesi

17 Aralık 2013 Salı

Fotostudio Merkelbach

a wonderful project Fotostudio Merkelbach! Amsterdam City Archives is proud to present, edited by Anneke Van Veen.


From 13 September 2013 to 5 January 2014, the Amsterdam City Archives presents an expansive photography exhibition from the renowned portrait studio of Jacob Merkelbach (circa 1913 to 1969).
A life in photos
More than 40,000 portraits were scanned to display online, showing a stunning variety of subjects. Families, celebrities, animals and Queen Wilhelmina are all included. Highlights are put on show for this exhibition, while historical documents, posters, glass negatives and original cameras give a sense of the craftsmanship and popularity of the studio. Don’t miss the photo of famous Dutch enchantress and spy Mata Hari.

Studio portraits
This sub-exhibition displays a series of studio portraits commissioned by the Amsterdam Fonds voor de Kunst for its annual photography assignment. Artists were asked to reflect on the Merkelbach archives and three photographers – Erwin Olaf, Petra Stavast and duo Blommers-Schumm – answered with a unique approach. Olaf developed carbon prints of Amsterdam’s Jewish community. Stavast photographed new and aspiring artists with one of the first mobile phone cameras, the S75. The Blommers-Schumm team took Merkelbach-style portraits created entirely of found objects.

my marbles, my dreams






12 Aralık 2013 Perşembe

magic




one journey for you but it's worth it. one life here with me and it's magic.



9 Aralık 2013 Pazartesi

"Güllerim Tahhayyüllerim"


"Güllerim Tahhayyüllerim" 1998
by Gülsün Karamustafa
Maçka Sanat Galerisi


"Güllerim Tahhayyüllerim" 2013
by Gülsün Karamustafa
SALT Beyoğlu

4 Aralık 2013 Çarşamba

sensiz olmaz


sanat yapıtını imzalamak, binayı imzalamak, kısaca imzalamak. 
anonimden, star bireye uzanan yolda upuzun bir tartışma var..

1 Aralık 2013 Pazar

Türkiye’de alınıp satılanların yüzde 99’u sadece taşrada değer bulur / Zeynep MİRAÇ - Hürriyet


Çağdaş sanatın en güçlü isimleri arasında gösterilen SALT Araştırma ve Programlar Direktörü Vasıf Kortun, sanat gündeminin başlıklarını yorumladı. Ona göre satışlar ancak taşraya hitap ediyor ve geleneksel sanat mühendisliği ancak bir hayal.


Sanat haberlerinin gazetelerin birinci sayfasında hiç görülmediği kadar sık görüldüğü bir dönemdeyiz. Ne var ki, öne çıkan hep şaşırtıcı satışlar ve rakamlar oluyor. Bu durum bize mi özgü, dünya da böyle mi görüyor?


İkiye ayırmak lazım sanat ortamını. Paralar, milyon dolarlar, hayat tarzı dergilerine çıkan sanatçılar… Bu, başka bir sektör. Tamamıyla işgal altındayız, zihnimizi, ruhumuzu, medyayı işgal ediyor. Eskiden sadece ölü sanatçılar para ederdi, şimdi yaptığın iş daha yapmadan para ediyor. Bütün dünyada böyle.

Christie’s gibi bir müzayede evi tarafından satılıyor olsa bile, Türkiye’den sanat eserlerinin alıcısı yine buradan oluyor. Açık sorayım, kendimizi mi kandırıyoruz?


Türkiye’de alınıp satılanların yüzde 99’u sadece taşrada değer bulur. Bu taşra bugün genişledi; Londra’dan da alım yapıyor, Paris’ten de. Ama bunlar taşrada kalır, bu da kendince bir ekoloji. Şu da var: Yabancı müzeler koleksiyonuna X sanatçıyı alırken, onun yanında bir de Y sanatçısını almaya mecbur tutuluyor. Alıp depoya gömüyorsun ama o sanatçı ben müzedeyim diye anlatıyor kendini. Müzeler şu anda zor durumda. Hong Kong’a, Dubai’ye, İstanbul’a açılıyorlar. Açıldıkça bizimkiler de büyük bir gururla o müzelerle ilişki kuruyorlar. Bir ilişkiler ağı. Herkes hoş, mutlu ama kaybeden İstanbul oluyor.

‘Art Review’ dergisinin ‘Çağdaş Sanatın 100 Güçlü İsmi’ listesine Türkiye’den giren tek isimsiniz. Böyle bir listenin parçası olmak size nerelerde fayda sağlar? Kapıları açar mı?

İnsana hiçbir hayrı yok. En büyük etkisi bol bol düşmanlık yaratmasıdır. Zaten ben bir iki yıldır uluslararası hiçbir yerde sergi yapmıyorum. Yapmak niyetinde de değilim. Türkiye’ye bir kurum kazandırmaya çalışıyoruz. Bu varken gidip bir yerde uluslararası sergi yapmak bana çok gereksiz geliyor. 


Bunu kendi ülkenize fayda sağlamak adına vatanperver tavır olarak mı almalıyım, yoksa buradaki işlerin sizi daha fazla heyecanlandırması olarak mı?


Türkiye’de yapılacak çok iş var. Geçmişte koleksiyoncusu yoktu, müzesi yoktu, pazarı yoktu, meraklısı yoktu… Bir gün Masserati, ertesi gün yat alan kadınlar ve adamlar da ortalıkta yoktu. Ama onlar yokken de Türkiye’de sanat açısından çok iyi bir ortam vardı. Evet, daha içine kapalıydı, kendi içinde konuşuyordu. Ama çok ciddi bir tabanı, kökü vardı. Oturmuştu. Son yıllarda sanatçı sayısında da çok ciddi patlama oldu. Ama iyi sanatçı sayısı yükseldi.


Buna ne sebep oldu?

Bir sürü şey. Tabii ki para bunun bir parçası. Artık bu işi yapma, devam edebilme kararı daha kolay alınıyor. Ama sadece para ve imkânla olmaz. Köşeye sinmiş ürkek kedi gibi kendisi gibi olmayan her şeyden nefret eden bir ülkeden daha açık bir ülke haline geldik. Bunu çok genelleyemem elbette, aynı zamanda felaket şeyler de oluyor. 


Art Review’da size ayrılan bölümde Gezi’den de bahsediliyor. Gezi’de olanlardan sonra çağdaş sanat dünyasının Türkiye’ye bakışı değişti mi?


Onu daha sindirebilmiş değiliz henüz. Bir görsel pornografi merakı da var tabii, oradaki görsel malzemeyi suistimal etmek kolay. Onu malzeme yapmak ya da onun üzerinden kariyer sürdürmek de kolay. Ama neredeyse söz birliği etmişçesine sanat ortamı bundan uzak duruyor. Gezi, Türkiye tarihinin en gurur duyacağı anlardan biridir. Dünyada da artık herkesin Türkiye’den gelenlere bakışı değişti. Herkes Gezi’yi çok merak ediyor. İlk kez saygı duyuluyor. 


Bir ülkedeki siyaset, iktidarın görüşü, oradaki sanat dünyasına bakışı doğrudan etkiliyor mu?


Tabii. Nereden bakarsak bakalım son 10-15 yılda İstanbul heyecan verici bir yer olarak zaten izleniyor. Bu süreç içinde hükümete karşı son derece hoşgörülü hatta destekleyici bir tutum vardı. Şu anlamda: Belli bir zamana gelene kadar demokratik açılımlar, silahlı kuvvetlerin kışlaya dönmesi gibi politikalarla iyi bir model olarak gözükmekteydi. Şimdiyse o bakış tamamen değişti. Türkiye umumun sesinin duyulduğu yer olarak takdir ediliyor artık. Hatta kıskanılıyor.

Vasıf Kortun kimdir?

1958 doğumlu. Kültür kurumu SALT’ın Araştırma ve Programlar Direktörü, küratör. 1994-1997 yılları arasında ABD’de Museum of the Center for Curatorial Studies’in, 2000-2003 yılları arasında da Proje4L İstanbul Güncel Sanat Müzesi’nin kurucu yönetmenliğini yaptı. Platform Garanti’yi yönetti. 1992’de İstanbul Bienali’nin küratörüydü; 1998 Sao Paolo, 2003 Tirana, 2005 İstanbul ve 2008 Taipei bienallerinin eş küratörlüğünü yaptı. 2006’da New York Bard Üniversitesi’nden Küratörlükte Mükemmellik Ödülü aldı.

1940’lara kızıp 2013’e sataşmayalım

Bugün sanatı biçimlendirme çabası var. Sanatı ele geçiremeyecekler, kusura bakmasın kimse. Birlikte çalıştığım sanatçıların yarısı Ürdün, Filistin, Mısır’da. Yıllardan beri ilgilendiğim Körfez’de biçimlendirme söz konusu bile değil. Gayet tutucu, başörtülü sanatçı arkadaşlarımın hiçbiri böyle bir kriz yaşamıyor. 1940’lara kızıp 2013’e sataşmayalım. Sanat ve geleneksel yan yana oturmaz, böyle bir mecburiyet yok. Mütedeyyin ve sanatçı olan çok az insan var burada. Ben 97-98’de döndüm Türkiye’ye ve gelenekten nemalanmadan iş yapan sanatçıları araştırdım. Çok yetersiz Azeri ressamlar ve gelenek tacizi yapanlar haricinde hiç kimseyi bulamadım. Bugün de merakla o sanatçıları bekliyorum. Mühendislikle sanatçı üretemezsiniz. Parayla, okulla da yapamazsınız. Bunlar yüce konular değil. Sanat da yüce değil, bir insan meşgalesi.

For LINK