Çağdaş sanatın en güçlü isimleri arasında gösterilen SALT Araştırma ve
Programlar Direktörü Vasıf Kortun, sanat gündeminin başlıklarını yorumladı. Ona
göre satışlar ancak taşraya hitap ediyor ve geleneksel sanat mühendisliği ancak
bir hayal.
Sanat haberlerinin gazetelerin birinci
sayfasında hiç görülmediği kadar sık görüldüğü bir dönemdeyiz. Ne var ki, öne çıkan
hep şaşırtıcı satışlar ve rakamlar oluyor. Bu durum bize mi özgü, dünya da böyle
mi görüyor?
İkiye ayırmak lazım
sanat ortamını. Paralar, milyon dolarlar, hayat tarzı dergilerine çıkan sanatçılar…
Bu, başka bir sektör. Tamamıyla işgal altındayız, zihnimizi, ruhumuzu, medyayı
işgal ediyor. Eskiden sadece ölü sanatçılar para ederdi, şimdi yaptığın iş daha
yapmadan para ediyor. Bütün dünyada böyle.
Christie’s gibi bir müzayede evi tarafından
satılıyor olsa bile, Türkiye’den sanat eserlerinin alıcısı yine buradan oluyor.
Açık sorayım, kendimizi mi kandırıyoruz?
Türkiye’de alınıp
satılanların yüzde 99’u sadece taşrada değer bulur. Bu taşra bugün genişledi;
Londra’dan da alım yapıyor, Paris’ten de. Ama bunlar taşrada kalır, bu da
kendince bir ekoloji. Şu da var: Yabancı müzeler koleksiyonuna X sanatçıyı alırken,
onun yanında bir de Y sanatçısını almaya mecbur tutuluyor. Alıp depoya gömüyorsun
ama o sanatçı ben müzedeyim diye anlatıyor kendini. Müzeler şu anda zor
durumda. Hong Kong’a, Dubai’ye, İstanbul’a açılıyorlar. Açıldıkça bizimkiler de
büyük bir gururla o müzelerle ilişki kuruyorlar. Bir ilişkiler ağı. Herkes hoş,
mutlu ama kaybeden İstanbul oluyor.
‘Art Review’ dergisinin ‘Çağdaş Sanatın 100 Güçlü İsmi’ listesine Türkiye’den giren tek isimsiniz. Böyle bir listenin parçası olmak size nerelerde fayda sağlar? Kapıları açar mı?
İnsana hiçbir hayrı
yok. En büyük etkisi bol bol düşmanlık yaratmasıdır. Zaten ben bir iki yıldır
uluslararası hiçbir yerde sergi yapmıyorum. Yapmak niyetinde de değilim. Türkiye’ye
bir kurum kazandırmaya çalışıyoruz. Bu varken gidip bir yerde uluslararası
sergi yapmak bana çok gereksiz geliyor.
Bunu kendi ülkenize fayda sağlamak adına
vatanperver tavır olarak mı almalıyım, yoksa buradaki işlerin sizi daha fazla
heyecanlandırması olarak mı?
Türkiye’de yapılacak
çok iş var. Geçmişte koleksiyoncusu yoktu, müzesi yoktu, pazarı yoktu, meraklısı
yoktu… Bir gün Masserati, ertesi gün yat alan kadınlar ve adamlar da ortalıkta
yoktu. Ama onlar yokken de Türkiye’de sanat açısından çok iyi bir ortam vardı.
Evet, daha içine kapalıydı, kendi içinde konuşuyordu. Ama çok ciddi bir tabanı,
kökü vardı. Oturmuştu. Son yıllarda sanatçı sayısında da çok ciddi patlama
oldu. Ama iyi sanatçı sayısı yükseldi.
Buna ne sebep oldu?
Bir sürü şey.
Tabii ki para bunun bir parçası. Artık bu işi yapma, devam edebilme kararı daha
kolay alınıyor. Ama sadece para ve imkânla olmaz. Köşeye sinmiş ürkek kedi gibi
kendisi gibi olmayan her şeyden nefret eden bir ülkeden daha açık bir ülke
haline geldik. Bunu çok genelleyemem elbette, aynı zamanda felaket şeyler de
oluyor.
Art Review’da size ayrılan bölümde Gezi’den
de bahsediliyor. Gezi’de olanlardan sonra çağdaş sanat dünyasının Türkiye’ye
bakışı değişti mi?
Onu daha
sindirebilmiş değiliz henüz. Bir görsel pornografi merakı da var tabii, oradaki
görsel malzemeyi suistimal etmek kolay. Onu malzeme yapmak ya da onun üzerinden
kariyer sürdürmek de kolay. Ama neredeyse söz birliği etmişçesine sanat ortamı
bundan uzak duruyor. Gezi, Türkiye tarihinin en gurur duyacağı anlardan
biridir. Dünyada da artık herkesin Türkiye’den gelenlere bakışı değişti. Herkes
Gezi’yi çok merak ediyor. İlk kez saygı duyuluyor.
Bir ülkedeki siyaset, iktidarın görüşü,
oradaki sanat dünyasına bakışı doğrudan etkiliyor mu?
Tabii. Nereden
bakarsak bakalım son 10-15 yılda İstanbul heyecan verici bir yer olarak zaten
izleniyor. Bu süreç içinde hükümete karşı son derece hoşgörülü hatta
destekleyici bir tutum vardı. Şu anlamda: Belli bir zamana gelene kadar
demokratik açılımlar, silahlı kuvvetlerin kışlaya dönmesi gibi politikalarla
iyi bir model olarak gözükmekteydi. Şimdiyse o bakış tamamen değişti. Türkiye
umumun sesinin duyulduğu yer olarak takdir ediliyor artık. Hatta kıskanılıyor.
Vasıf Kortun kimdir?
1958 doğumlu. Kültür
kurumu SALT’ın Araştırma ve Programlar Direktörü, küratör. 1994-1997 yılları
arasında ABD’de Museum of the Center for Curatorial Studies’in, 2000-2003 yılları
arasında da Proje4L İstanbul Güncel Sanat Müzesi’nin kurucu yönetmenliğini yaptı.
Platform Garanti’yi yönetti. 1992’de İstanbul Bienali’nin küratörüydü; 1998 Sao
Paolo, 2003 Tirana, 2005 İstanbul ve 2008 Taipei bienallerinin eş küratörlüğünü
yaptı. 2006’da New York Bard Üniversitesi’nden Küratörlükte Mükemmellik Ödülü
aldı.
1940’lara kızıp 2013’e sataşmayalım
Bugün sanatı biçimlendirme
çabası var. Sanatı ele geçiremeyecekler, kusura bakmasın kimse. Birlikte çalıştığım
sanatçıların yarısı Ürdün, Filistin, Mısır’da. Yıllardan beri ilgilendiğim Körfez’de
biçimlendirme söz konusu bile değil. Gayet tutucu, başörtülü sanatçı arkadaşlarımın
hiçbiri böyle bir kriz yaşamıyor. 1940’lara kızıp 2013’e sataşmayalım. Sanat ve
geleneksel yan yana oturmaz, böyle bir mecburiyet yok. Mütedeyyin ve sanatçı
olan çok az insan var burada. Ben 97-98’de döndüm Türkiye’ye ve gelenekten
nemalanmadan iş yapan sanatçıları araştırdım. Çok yetersiz Azeri ressamlar ve
gelenek tacizi yapanlar haricinde hiç kimseyi bulamadım. Bugün de merakla o
sanatçıları bekliyorum. Mühendislikle sanatçı üretemezsiniz. Parayla, okulla da
yapamazsınız. Bunlar yüce konular değil. Sanat da yüce değil, bir insan meşgalesi.
For LINK
For LINK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder