İade-i Ziyaret sergisi, bir grup sanatçının İstanbul’dan yola çıkarak Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ve İran arasında yaptıkları meşakkatli bir karayolu serüveninin ürünü. Türkiye’den bakıldığında, her birisine farklı önyargılarla yaklaşılan dört ülke ile kurulan iletişim, sanatçıların yolculuklar esnasında meydana getirdikleri yapıtların içeriğini belirledi. İade-i ziyaret anlayışının hala geçerli olduğu kültürlerarası deneyimler, ziyaret edilen ülkelerde yaşayan sanatçıların karşı katılımlarıyla gerçekleşen olağanüstü bir kollektif sergi olarak karşımızda. Güncel sanat takipçilerinin bir süredir heyecanla beklediği İade-i Ziyaret sergisi 31 Aralık tarihine kadar DEPO’da görülebilecek. TAYFUN SERTTAŞ
Sona Abgaryan’ın “Hayal Kırıklığına Uğradım” isimli videosu, kendisinin de rol aldığı bir müzik klibinden meydana geliyor. Müziğini, yalnızca kadınlardan oluşan Ermeni punk grubu Pincet’in ürettiği çalışma da, Ermenistan’da artan din olgusunun günümüz sosyo-politik koşullarına olan etkisi sorgulanıyor.
Bazı güncel sanat sergilerini pragmatist fayda güderek beklerim. Kavramsal çerçevesini video sanatçısı Selda Asal ve Serra Özhan’ın çizdiği ‘İade-i Ziyaret’ de, duyduğum andan itibaren böylesi bir hisle beklemeye koyulduğum sergilerden. Önce gittiler. Bir süre tek tük fotoğrafların bilgisiyle yetindik. Yanı başımızdaki kayıp toprakların görmediğimiz türden manzaralarıydı bunlar. Gittikleri coğrafyalara turistik meta değeri ile bakmayacakları, kimseyi kimse ile boy ölçüştürmeyecekleri, egzotizme prim vermeyecekleri, körün gözüne çomak sokmayacakları aşikardı. Ancak bu kadar mı zihin açıcı olur! Adeta bölünerek çoğaldılar, katmerlenerek geri döndüler. Yurdumun aydınları, “senin de ninen Ermeniymiş, kimbilir gerçek adı neymiş, petrol de Bakü’den gelirmiş, Gürcülerin kızları güzelmiş, fakat İran gibi olmayalım” bağlamından çıkamayan bir bölgesel polemiği sürdüre dursun. Bu coğrafyanın “neresi?”, bugünün “hangi gün?” olduğuna adım atmak isteyenler ise bu sergiye bir iade-i ziyarette bulunsunlar. Hem geçmiş, hem bugün, hem de gelecek kurguları adına. En önemlisi, önümüzde bir bölge ve kültür sorunsalı varsa, bu dili bugün nereden kurmamız gerektiğini bir kez daha sorgulamak adına.
İki dönemli atölye çalışmasından oluşan projenin ilk ayağı, sanatçı Endam Acar, Selda Asal, Volkan Aslan, Fatma Çiftçi, Zeren Göktan, Deniz Gül, Gözde İlkin, Ceren Oykut, Gökçe Süvari ve Sophia Tabatadze’den oluşan kolektifin Nisan 2009’da Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan ve İran’ı ziyareti ile başladı. Proje, ziyaret edilen ülkelerden sanatçıların iade-i ziyaretleri üzerinden oluşturulacağı için ismini de kendi deneyiminden aldı. Kolektif kimi zaman kendilerine ayrılan minibüslerle kimi zaman trenle veya otobüsle ziyaret yolculuğunun orada ve o anda doğurduğu deneysel bir çalışmaya katıldı. Bu kolektiften doğan farklı düşünceler, birarada olmanın, paylaşmanın getirdiği farklı deneyimler, değişik malzemelerden doğan çeşitli anlatımlarla zengileşti. Fotoğraf, video, müzik, performans, resim, sosyoloji gibi disiplinlerden katılımcıların yolda giderken, durdukları, kaldıkları ve ziyaret ettikleri yerlerde ürettikleri çizim, fotoğraf, video, yazı, etkileşim ve konuşmalarından oluşan deneysel bir atölye yaratıldı.
Projenin ikinci ayağı ise ziyaret edilen ülkelerde tanışılan sanatçıların, Sophia Tabatadze, Nadia Tsulukidze, Ali Hasanov, Tsomak Oga, Sona Abgaryan ve Shahab Fotouhi'nin katılımıyla Temmuz 2009’da DEPO'da gerçekleşti. İşte bu iki dönem süresince ortaya çıkan işler, üretim sürecini anlatan geniş bir arşiv ve Gürcistan ‘Archidrome Contemporary Art Archive’ın video arşivinden bir seçki 31 Aralık tarihine kadar DEPO'da bizleri bekliyor.
Küratör Serra Özhan projenin nasıl bir ihtiyaçtan doğduğunu şöyle aktarıyor; “Kimlik alanları olarak sayabileceğimiz ülkeler arasında fiziksel sınırların dışında, ülkelerin birbirleriyle olan politik meselelerinden doğan, sınırı duvarlaştıran ikinci bir sınır daha var. Aşılmasının pasaportundaki milliyetine göre değiştiği ve vize alarak dahi geçmenin mümkün olmadığı bir duvar bu. Türkiyeli birinin komşusu Ermenistan’a veya tam tersi gecişine izin vermeyen politik bir duvar. Bir benzer sınır duvarı Ermenistan’ın doğu komşusu Azerbaycan’da mevcut. Fakat devletler tarafından kurgulanan tüm sınır engellerini “sınır dışı” bırakan önemli bir kültürel alışverişte var. Bunlardan biri de iade-i ziyaret. Batı Avrupa’dan farklı olarak, Ermenistan, İran, Azerbaycan ve Gürcistan’da da Türkiye’de olduğu gibi iade-i ziyaret kültürü hâlâ mevcut. Örneğin orada da, tanışmamış olsalar bile komşuların karşıklı ziyareti hoş karşılanıyor. Elinize bir paket tatlı alıp gidiyor ve ‘merhaba’ diyorsunuz. İşte bu proje, ülkelerin birbirleriyle olan kavgasına inat ziyaretini ve karşılığında iade-i ziyaretini almak üzere bir yolculuğa çıkıyor. Sınırların yarattığı fiziksel, politik ve düşünsel engelleri eleştirel olarak kırmanın yollarını arıyor. Bu anlamda sınırları sınırsız kılan, ortak kültürel bir değer olan iade-i ziyaret olgusu, bizim projemizin cıkış noktası.”
Peki neler mi var sergi de? “Kadınlara neden adet günlerinde kocaları tecavüz ediyor?” diye soran İranlı feministlerden, “hayal kırıklığına uğradım” diyen Ermenistanlı punklara, maddi yeterizlikler sebebiyle hiçbir zaman tamamlanamayan “Azerbaycanın Annesi” heykelinin, Ermenistan’ın ve Gürcistan’ın annesine nasıl göz kırptığından, bir Doğu fenomeni olarak güvercin sevgisi ve yetiştiriciliğinin, erkek egemen bölge kültürünü nereden sarmaladığına, Erivan’ın komünist gazete muhabirinin arşivinden toplanan fotoğraflardan, Almanların Nazi dönemi Wolkswagenlerine karşı, Sovyet döneminin kült otomobil olan Lada’nın komünizm sonrası kent sokaklarında yarattığı hafızaya ve Türkiyeli bir sanatçının sınırlar arasında bir ihlal nesnesine dönüşen yeşil pasaportunu kendi elleriyle dikmesine uzanan bir külliyatlar dizisi... Siyasi ayrımcılığın farklı tarihsel katmanlar arasına sıkışan fosillerine kulak asmadan, yanı başımızdaki bizleri tekil bir dille araştırmayı arzulayanlar ve kendi gündemini sorgulayanlar için kütüphane değerinde bir sergi.
Ermenistanlı sanatçı Tsomak Oga’nın “Ataerkilliği Ezmeye Geliyorum” isimli performansının çıkış noktası ezan sesi. Ezanı ilk kez bir erkeğin sesinden duyan sanatçı, “aynı dizeleri bir kadın okusa nasıl olurdu?” sorusundan yola çıktığı çalışmasını şöyle tanımlıyor; “Dinin kendisi fazlasıyla erkeksi ve ataerkilliğin sembolü olduğu için, bu düşünce anında bir tezatlık yaratıyordu. Eğer ezanı okuyan bir kadın olursa, ezanın barındırdığı iktidarı ve erkeksiliği yıkabilirim diye düşündüm. Bu performansımda, bir kadının sesinden okunmuş ezanın üzerine elektronik sesler ekliyorum ve sesi yükseltip azaltarak ezana benzemeyen yeni bir ritm üretiyorum. Şimdi benim elektronik kodlarım ataerkilliği ezmek için varlar. Eğer bu müziği Türkiye’de bir camide çalsam nasıl olur diye merak ediyordum. Şu an İstanbul’daki camim Dogzstar.”
AGOS / Sayı: 710 / 18 Aralık 2009
17 Aralık 2009 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder