20 Aralık 2009 Pazar
YER KAVGASI / TERRITORY DISPUTE
Yer Kavgası
Kendime bir ‘ara yer’, bir de ‘ara nesne’ buldum. Ne kolay. Kent, başı sonu muğlak bir hayale daha şantiyelik ediyor. Arsızca yoksullaşıp, arsızca soylulaşıyor. Kötü ‘kader’. Bir kez daha ‘neyin?’ nerede duracağı, kimlerin kimlerle olacağı, nerenin nereye benzeyeceğini öngörme(me)k istedim. Bu, hem geçmişe, hem geleceğe dair bir öngörme(me) yılgınlığı.
Çünkü ben, bu kentle yalnızca vedalaşabiliyorum. Bir kente, onunla yaşarken veda etmek kolay değil. Bir kentin, toplumsal geleneğini ‘inkar’ üzerine kurması tesadüf değil. İnkar edenlerin ve inkar edilenlerin, birbirlerinin yerini alma çabası ironi değil. Bu, egzotik bir aşk romanı hiç değil.
Kentin ben de bıraktığı lekeler.
Benim, kente bırakacağım karşı lekeler.
Düello.
Kaygılarım hali hazırda bekliyorlar. Peki ya şimdi hangi yerlerin, kimler için daha ‘uygun’ olacağı. Neden burada herşeyin zamana ve mekana ‘direnmek’ zorunda kaldığı. Yeni iyiler ve yeni kötülerin kimlerden seçileceği. Sanatın metası ve değer balansı arasındaki ‘paganik’ çelişki. Kamusal olanın kamu faydası gözetmeksizin ‘kulvar’ olması. 7 Eylül 1955 sabahı semt sokaklarını tıkayan ‘değerli mallar’ koleksiyonu. Kentin, Aldığı göçler kadar verdiği göçleri de izleyebileceğim bir veri tabanı. Sokağı ile savaşan travestinin tedirgin şıklığına duyduğum empati. Bana oturduğun mahalleyi söyle, sana kim olduğunu ‘söyleyeyim’ klişesi. O sokağın ortasında sevgilime veremediğim bir veda öpücüğü. Ayrıca trajediye dokunmayın! İstanbul içinde trajedi olmadan bir şeye benzemez.
O halde bir katkı da benden; İstanbul, onunla yaşayan kimsenin, istediği gibi yaşamayı başaramadığı bir kent olduğu için İstanbul’dur.
Tayfun Serttaş sizleri son aldığı salon şamdanını görmeye davet ediyor
.......................................................................................
Territory Dispute
I found for myself an ‘in-between place’ and an ‘in-between object'. So easy! The city, once again, serves as a construction site for a confused dream of whose beginning and the end are equally ambiguous. Her poorness is impudent like her gentrification. The city becomes noble. Such a bad ‘destiny’. So once more, (I didn’t) want(ed) to foresee ‘what’ will stop where, who will be with whom, which place will look like which other place. This is my weariness of forecast about the past as well as the future.
The reason is ‘I can only say farewell to this city’. It is not easy to say good-bye to a city while living with it. It is not a coincidence that a city builds its communal tradition through ignorance. The attempt of the denier and the denied ones to substitute each other, is not an irony. And, this is not an exotic novel of love, at all.
The city traces over me
My traces over the city
Duel
My concerns are already waiting for me. And now? which places are ‘suitable’ for whom. Why everything at this city must ‘resist’ to time and space. By whom the recent good and new bad will be selected among. The ‘paganic’ paradox between commodity of art and its balance of worth. Becoming of the public space to a scene neglecting common utility. ‘Valuable goods’ collection blocking the district’s streets in the morning of September 7, 1955. A database that allows me to follow the incoming and outgoing migrations of the city. My empathy towards the uneasy elegance of the travesty who is fighting against her street . The cliché of ‘tell me your district, I will tell you who you are’. The good-bye kiss I could not give to my love in the middle of the street. Moreover, please do not touch the tragedy! Istanbul is nothing without the tragedy inside.
A contribution of mine: Istanbul is Istanbul for the fact that nobody living with her is able to live as he/she wants.
Tayfun Serttaş invites you to see his chandelier he has recently bought for his living room.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder