13 Şubat 2010 Cumartesi

Acıma Bak!


Konu, başkalarının travmalarına bakmak olduğunda “acıya bakanın” ve “acısına bakılanın” toplumsal pozisyonu hemencecik psiko-stratejik bir işlev kazanır. Bu pozisyon, hangi acının ya da hangilerinin acılarının, acılar hiyerarşisinde daha yüksek bir mertebede yer alacağının belirleyicisidir. Dünya genelinde “ciddiyetine” ikna olunmuş bir Yahudi Holocaust’u bütün ziyaretçileri için hayli derin anlamlar içerirken, Nazi Almanyasında aynı deneyimi paylaşmış olan Çingenelerin ve eşcinsellerin acıları, “bakanların” sosyal konumlanmalarına göre kolaylıkla daha hafife alınabilir. Bazen, yok sayılabilir. Yaşandığı coğrafyada siyasal gayri ciddiliğin ikonuna dönüşen Ermeni Soykırımı gibi. Travmadan hayli muzdarip bir Yahudi toplumunun, Gazze’de başına bombalar yağan Arapların çilelerini televizyon başında milli maç heyecanıyla seyretmesi gibi. Filistinli Arapların, 11 Eylül saldırılarını sokaklarda sevinç gösterileriyle kutlamaları gibi. Bu çarpık denklem uzar. Hepsinin ucu birbirine değer. Ve kendisini, kendi vicdan girdabında sonsuz kez yeniden üretebilir.

Son yıllarda böylesine kutsanmış olması apayrı bir disiplinin tartışması elbet, fakat vicdan, öğrenilmiş bir tinsel refleks olarak vicdan sahibinin birseysel seçiciliğine göre her koşulda rasyonel işleyen bir olgu değildir. Bireysel vicdanlardan, kitlesel vicdanlara seslenilen bir dünya da, vicdani seçiciliklerin toplumsal ikiyüzlülüğe hazırladığı tartışılmaz zemin, tartışılır olmalıdır. Sıra arkadaşına “seni seviyorum” notu bırakan 12 yaşındaki Meryem’in, bu durumu vicdanına yediremeyen babası tarafından kurşunlanması ve sayısız namus cinayetinin altında yatan aile vicdanları göz ardı edilmemelidir. İstiklal Marşını okurken gözyaşlarına boğulan “Rum Kızı” Marina’nın, Ergenekon Çetesine kaptırdığı milli vicdanı göz ardı edilmemelidir. Türk hükümetinin, Ermeni Soykırımını tanımama bahanelerinin başına son 20 senedir “toplumsal vicdan” argümanını eklemlemesi göz ardı edilmemelidir. Uzun bir listedir bu haddini aşan vicdanların nankörlüğü. Ve en yerinde bahşedildiği konularda dahi vicdan, gerektiğinde geri alınmak üzere ödünç bırakılmış bir emanettir. Mağduriyet pozisyonunun birazcık değiştiği görüldüğünde, tersine işleme konusundaki manevra kabiliyeti hayli güçlü bir emanet.

Böylesi bir arkagörüden, toplumsal pramidin en alt köşesindekilerin yaşam mücadelelerine yöneldiğimizde karşımıza, kendisine bahşedilmeyen vicdanları içeriden ters köşe eden bir başka mekanizma çıkar. Burada bahsi geçen bir vicdan değil, daha çok bir vicdan ironisidir artık. Travma, bazılarının yaşam pratiklerinde içselleşmiş bir süreklilik olarak kanıtsanır. Bu türden bir travma, kendi acısına bakan tarafından dahi şüpheli görülmektedir. Türkiye’de yaşamını sürdüren travesti ve transseksüel bireylerin çok azı 50’li yaşlarını görebilirler. Bundan, bazen de gülümseyerek bahsederler...

Aşiyan’da Toplu Mezar İstiyoruz!





Photo by: Deniz Erol

Hiç yorum yok: