7 Temmuz 2010 Çarşamba

“Nostalji” / “Nostalgia”





Terkettim / I Left
Tayfun Serttaş, 2010
Yerleştirme, t-shirt üzerine baskı / intallation, print on t-shirt


“Ofsayt ama gol”ün birinci bölümü olan “mekan” sohbetleri sırasında, kamusal alana dair kritiğinde yalın bir tanıma başvurur Vasıf Kortun; “Türkiye’de kamusal = public anlamına gelmiyor. Kamusal tabirini bir tarafa bırakıp, daha zararsız bir biçimde ‘dışarısı’ diyelim”.

Doğu Akdeniz’de tüm masallar birbirinin ilhamından doğar. O nedenleki, tüm masalların atardamarları birbirine kör düğümdür. Hem başı, hem sonu itibarı ile döngüsel bir aritmetikte içbükey çizerler. Mekanları ikircikli bir şefkatle sarmalayan bu masallarda, “içeriden” bağımsız bir “dışarısı” yoktur. Gerektiğinde içerisi, “içeride olduğu haliyle” dışarıya taşınabilme opsiyonu taşır. Bir diğer opsiyon, dışarıyı, içerisi gibi tasvir etmekten geçer... İkisi de aynı stereotipe hizmet eder.
Dışarısı, daha sorunlu bir terminoloji ile “kamusal alan”, bu coğrafyanın masallarında hiçbir kuşağın olamadı. Bu türden bir kamusal alanın tekinsizliği, iktidarın temsili ile kurduğu kronik bağımlılıktan beslendi. “Sahiplenilemezler” sıralamasındaki mertebesini, yüzyıllara kafa tutan bir denetimle korudu.

Hiçbir zaman benim olamayan ve bugün de varolamadığım bir kamusal alanı “terkederek” kendi yok oluşumu değil, buranın varoluşunu betimliyorum. Bunu, civardakilerin hayli aşina olduğu bir metodla tasvir ediyorum. Terkedenlerin çamaşır iplerine asılı varoluşlarına temsilen minnetimi sunuyor ve vicdanımı rahatlatıyorum. Ne sancılı. Hiçbir kentin tarihi, böylesi bir kara tekerrürden müzdarip değil. Geride kör topal bir fon olarak, bekliyor dışarısı.

--------------------------------------------------------------------------------

In the first episode of “Ofsayt ama Gol/Off sight, yet goal”, Vasıf Kortun resorts to a simple description during the “space” talks when defining public space; “the word Public really doesn’t mean common space in Turkey. So let’s put the definition aside and say “outdoors” instead.

In Eastern Mediterranean, all tales born with reciprocal inspiration. Thus all tales tangle up with eachother. They draw a concave form with both beginnings and endings, within their circular arithmetic. In these tales which grasp spaces/places with an ambivalent compassion, there is no “interior” independent from the “exterior”. In case of necessity, Interiors can be conveyed into exteriors as they maintain their interior self. The other option is to describe exteriors as interiors… Both cases serve the same stereotype. Outdoors or “public space” - using a problematic terminology, never belonged to any generation in these tales. The uncanny nature of this public space was nourished by its chronic bound to the government potency. It maintained its place in the set of the “unclaimable”, with a stubborn supervision that defied centuries.

By “abandoning” a public space that has never been mine or still never is, I’m not defining my evanescence, but portraying its existence. And I’m doing this by using a method which is quite familiar to the locals. I pay my compassion towards to those who left, and yet left their existence hanging in the clothesline, thus I ease my conscience. How painful. There’s no other city that suffers from this kind of dark endless recurrence. And outdoors await, remaining a dull blind décor on the background.

translation: Gümüş Özdeş

Hiç yorum yok: