İki aile var. İlkini yukarıdaki belirliyor. İkincisini hayat. Hayatın içinden, öyle alelade ilişkilerde kuruyorsun aslında aileyi. İlki hikmet, ikincisi kader. İlki sebep oluyor, ikincisi sonuç. Ama ben yine de geniş zaman kullanacağım.
Öyle alelade formel ilişkiler içerisinde belirdi aslında Tomo. Akademi, tez, araştırma, yayınlar, azınlık aktivizmi, arşivler derken. Tomo diye biri var. Sonra bir baktım ki adam dahi. Bildiğin deha yani. Sekter değil üstelik... Açık yürekli, mert, anlayışlı, adam gibi adam.
Hiçbir ‘üstün başarı’ iddiasına tenezzül etmeden, arka plandaki asıl yol gösterici. Bütün basit sorularınıza cevap verebilen o adam, hikayedeki gizli kahraman gibi. Baba gibi... 2000'li yılların başında benimle pek de gurur duymayan ‘genetik babayı’ bir sahil kasabasında dünyevi dertleriyle ve pragmatik çözümleriyle baş başa bırakmıştım zaten.
Tomo ile ben ahirete de meraklıydık; mezarlıkları, mezar taşlarını, gidenlerin hikayelerini, geride bıraktıklarını, ruhları, görülmeyen mirasları, unutulanları, ötekileri seviyorduk. Bu ortak tutkudan ibaretti olur. Oluru vardı. Ortak bir hırs, kurtarabileceğimiz kadarını kurtarmaya dair... İkimizin de 'Yangında İlk Kurtarılacaklar' listemiz vardı, listeleri yan yana koyduk. Tuttu.
Yalnızca iş yapmaz, niyete inanırsa bir tür ‘babalık’ misyonu geliştirir ve etrafındaki gençlere bu korumacı misyonla yaklaşır... Üstelik etrafında hep biraz ‘zor çocuklar’ olurdu. Doğuştan ‘avantajlı’ tiplerle pek mesaisi olmadı Tomo’nun, aksileri severdi. Son 15-20 senedir etrafındaki gençlerle ilgilenmekten, kendi öz evlatlarıyla ilgilenmeye ne kadar zaman ayırabildi emin değilim. Gerçi yayınevi de onun bir evladı sayılırdı, bu açıdan bakarsak aşireti vardı.
Ben Tomo ile yalnızca kitap basmadım, beraber cenaze merasimi de organize ettik, soframızı da paylaştık, sergi de kurduk, panellerde de konuştuk, aynı anda sustuğumuz ve aynı anda hararetlendiğimiz haller de oldu. Bazı insanları birlikte tanıdık ve çok sevdik. Bazı insanlara o okeydi ben pek beğenmedim. Bazı insanları ben beğendim onun pek gözü tutmadı. Eninde sonunda ikimiz yine aynı masanın başındaydık. Çünkü aile olmak.
Bütün bir mesaimiz boyunca yalnızca iki kez, Hrant Dink’ten bahsederken gözleri doldu ve dudakları titredi... Bunun dışında yakındığını hiç görmedim, daima güçlüdür. Sabırla karışık bir sükûnet, bir tür sabit tebessüm vardır Tomo’nun ifadesinde, bu ifade asla değişmedi. Bazı zamanlarda ise aşırıya kaçan bir mütevazilik, derdim ona arada, ‘bu kadar mütevazi olmayalım’. O yine de tedbiri elden bırakmazdı. Sanıyorum bu aynı zamanda bir savunma mekanizmasıydı. Kendi ifadesiyle, ‘hep iyilik meleğini oynamak zorundaydık’ zira.
Eğer hayatımda Yetvart Tomasyan gibi bir aktör olmasaydı, sanıyorum bugün dert edindiğim meselelerin %50 kadarını hiçbir surette dert edinmezdim. Bu aynı zamanda şu demek oluyor; eğer hayatımda Yetvart Tomasyan olmasaydı ben de bugünkü halimden %50 eksik kalırdım. Oğullarda bir tür ‘babaya layık olma’ hissiyatı yatar, düşünüyorum da ben aslında en çok Tomo’ya layık olmak istedim. Bir diğer ifadeyle, eğer ona ‘layık olma’ sorumluluğu olmasa, ben de bazı şeylerin peşine hiç düşmeyebilir, bu kadar titizlenmeyebilirdim. Bazı anlarda hem onu hem kendimi yoracak kadar.
Geçirdiğimiz yıllar Türkiye Ermenileri için kolay olmadı. Ermeni yayıncılık geleneğini küllerinden diriltmeye ve Batı Ermenicesini yaşatmaya adanmış bir yayınevi için de keza. Sözü yarıda kesilmiş insanlara özgü bir ruh hali çöktü üzerlerimize... Yarım yamalak bir sessizlik, ağızlarda kekremsi bir tat, nereye baksak yanlış.
Bu sessizlik içerisinde geçti tedavi süreci, ‘bitirmem gereken birkaç iş var, ondan sonra ben de çekileceğim’ dedi Tomo... Sonra da pek konuşmadı. Zaman içerisinde daha iyi pekişiyor tabi, ne büyük bir şeref onunla olmak. Bir süredir yalnızca binalar değil, bazı insanların da ‘Korunması Gereken Kültür Varlığı’ olarak tescillenmesi gerektiğini ve hayat hikayelerine daha hassas yaklaşılması gerektiğini savunuyorum. Bu insanlar ne yapmış(?), nasıl yapmış(?), neden yapmış(?), haklarında tutanak tutulması gerektiğini savunuyorum. Eğer Türkiye için elimde bir liste olsa, Tomo benim listemde ilk üçe zimmetliydi. Ben onun hakkında, onun kadar mütevazi olamayacağım.
Veda edenlere arkasından helallik verilir ama ben senden isteyeceğim; üzerimdeki hakkını ve emeğini helal et sevgili Tomo... Ve ruhun daima rahat olsun, hepimiz bir yerlerde ‘sana layık olmak için’ elimizden geleni yapmaya devam ediyor olacağız. Müsterih ol.
Başımız sağolsun, mekanın cennet olsun.
Tüm sevenlerine sabırlar dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder