Uzak sayılmayacak bir tarihe kadar ‘Batı Dünyası’nın gösteri fenomenlerinden biri olan Freak Show’ların yasaklanmasının temel bir hukuki gerekçesi vardı; ‘insanları varoluşlarından dolayı sergilemenin ve gösteri nesnesi haline getirmenin’ artık suç sayılması. Aktörleri engellilerden, cücelerden, anomalilerden, devlerden, sakallı kadınlardan, obezlerden vb. meydana gelen Ucube Şovları 21. yy ile birlikte tamamen yasaklandı.
Bu endüstrinin bir diğer ayağı ‘İnsan Bahçeleriydi’. Kolonyalizm ile birlikte aynen hayvanat bahçelerinde olduğu gibi insanların farklı morfolojik özellikleri sebebiyle (ten rengi, kalça büyüklüğü, boy kısalığı, göz formu, iskelet yapıları vb.) Avrupa’ya taşınıp kafesler içerisinde kamusal alanlarda sergilenmesi bir norm halini almıştı. Vaktiyle üzerinden milyonlar kazanılan bu iki endüstri üzerine çokça paylaşım yapıldığı için meraklılarını araştırmaya davet ederek 2024 Paris Olimpiyatlarına odaklanmak isterim.
Modern Amerikan kültürünün ‘nostaljileri’ arasında sayılabilecek Woke Kültürü aslında Fransa’da doğmadı. Bir Amerikan fenomeni olarak doğdu. Kuşkusuz hiçbir zaman ‘Freak Show’ ya da ‘İnsan Bahçeleri’ düzeyinde bir egzotizm içermedi, son derece progresif bir iç ses, bir alt kültürün kendi temsil kodlarını tanımlanması olarak okundu, ortaya çıktığı yıllar için... LGBT+ topluluğu bu gösterileri öncelikle birbirlerine izletmek üzere hazırladı, parodiler ve ironiler birbirlerine yönelikti, bundan ancak yıllar sonra toplumun diğer kesimleri bu şovlara dahil oldu. Peki aynı gösteriyi alıp ana akım kanallar aracılığıyla 2024 Paris Olimpiyatları’nda bir buçuk milyar insana aynı anda izletirseniz ne olur?
Hayli eski bir kültür aslında Woke, demode olduğu kadar bir yanıyla nostaljik bile sayılabilir... Öncelikle bunun gözümüze çok ilerici “Yüksek Sanat” gibi sokulmasını bilemedim. Diğer yandan bir alt-kültür özünde underground, ana akıma dönüştürüldüğünde ortaya çıkan iticiliği kestiremedim. Açılış töreni, mekânsal ve zamansal bağlamından tamamen kopartılmış, bir devletin resmi temsilinde araçsallaşmış, ve hatta ‘Son Akşam Yemeği’ gibi klişelerle adeta karikatürize edilmiş izlenimi yarattı.
Bu kitsch sahnenin, 2024 yılında Paris Olimpiyatlarına taşınması ise Batı Dünyası’nın uzun zamandır pek bir ‘kültür’ üretemediğini kanıtlıyor gibi... Belki de burada asıl sorgulanması gereken, Avrupa’nın tıkanmış kültür endüstrisi olmalı.
Benim Fransam hala biraz Gilles Deleuze, biraz Jean-Paul Sartre, biraz Simone de Beauvoir, biraz Roland Barthes... Bir progresif kültürden bahsedeceksek şayet, bunu kendi entelektüel geleneği içerisinde hala harikulade üretme olanaklarına sahip bir komün. Üstelik LGBT+ hakları konusunda kendini kanıtlaması gereken bir ülke olduğunu hiç sanmıyorum. Diğer yandan Fransa uzunca zamandır zaten biraz Amerika, yalnızca gündelik yaşam eğilimleri değil, kültürel anlamda da bir ‘uydu’ görünümünde. Alt kültürlerin bile Amerika'dan ithal edildiği, insanların ne kadar 'Amerikalı' hissettiklerini kanıtlamaya çalıştıkları bir yere dönüşüyor.
Son derece haklı sosyo-politik sebeplerle benim yakın çevrem %99.9 oranında dünkü gösteriyi ayakta alkışlama, savunma ve yüceltme eğiliminde. 1936 Nazi Olimpiyatlarına kadar giden, sanat tarihinde daima hararetle tartışılmış bir temsil problematiğinin son halkası olarak okumak da çok elzem. Ancak meseleye biraz mesafelendiğimde ben aynı motivasyonu hissedemedim. Böylesine ciddi bir temsilde Son Akşam Yemeği’ne kadar düşülmesi bir yana, (ki sanıyorum artık bu eser ile ilgili üretilmemiş klişe yoktur ve olimpiyatların din eleştirisi ile ilgisi yoktur) velev ki gösteri harikuladeydi, şahaneydi, en iyisiydi; Freak Show nerede biter(?), Woke nerede başlar(?) sorusu baki.
LGBT+ partisinde Woke yapmakla, olimpiyat sahnesine Woke koymak arasında bir nüans farklı var. Şov ve izleyici arasında bu kez başka parametreler var. Bu parametreden payımıza düşen, sansasyon mudur(?) yoksa hayli zor bir eşiğin akılcılıkla aşılması mıdır(?) sanıyorum tartışmanın ana ekseni olmalı.
Tartışmaya çok değer bir konu olduğu için.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder