3 Mayıs 2010 Pazartesi

Bir 1 Mayıs Klişesi; Yürüsem Yürüsem Acaba Hangi Kortejle Yürüsem?

1980 sonrasının beton dökülmüş ortamında imitasyon siyasetten içi geçmiş bir kuşağın temel sorunudur 1 Mayıs kortejleri. Temsiliyeti olmayanlara dair bir temsiliyet çıkmazıdır. Bir hafta öncesinden başlayan ciddi bir dahiliyetsizlik ve aidiyetsizlik krizi ile başlar. Gayet tabi gitmeliyim ama nasıl, kiminle, ne için? Bizleri apolitik bulan - topluma ve dünyaya karşı mesafesini kaybetmiş - supermanlerin asla kestiremeyeceği ve empati kuramayacağı bir iç kritik aynı zamanda. Yürümeliyim elbet fakat..? Yürüyecek kimse olmadığı için değil, yürünecek kimse olmadığı için... Yürümenin kendisi başlı başına bir mesele olduğu için. Bu ortamın, buruşuk bir siki avuçlamak dışında hiçbir gerçekçi talebi kalmadığı ve bu mastürbasyonu bir türlü kritik edemediği için. Bu tip toplaşmalar, solun gelişmeci ve dönüştürücü olmanın ayırdına hala varamadığının en güzel kanıtına dönüştüğü için. Prehistorik öncü kitlelerin şehitlerini anmak dışında kendileri adına hiçbir şey yapmadıklarını izlemek için. Bunları görmenin hiçbir orjinal tarafı kalmadığı için. Ve birçokları daha için... Ama yine de gitmeliyim. O gün 1 Mayıs olduğu için. Gerçekten çok değerli bir tarafı var çünkü.

Muhalefetin özellikle 1 Mayıslarda gün yüzüne çıkan türlü modası var... Alı var, moru var, laciverti var, yok ben hepsini yan yana inci gibi dizerim diyeni var, şeker pembesi ruhlu siyahı var. Çoğu kez tayyör etek, pöti kare pantalon kıvamında kalan bu podyum bizim kuşak için bir "sahne" sorunsalıdır. Çünkü sahne, siyasetten çok daha büyük bir kozdur bizim dünyamızda. O nedenle ki 1 Mayıs'ın bizlerin gerçeklik tanımındaki karşılığı fashion show'dur. Vintage ve fashion victim'in tavan yağtığı bir fashion show. Zaman zaman kendinizi 1970'lerin siyasi podyumunda hissedebileceğiniz kadar ciddi bir politik laboratuvar. 1 Mayıs, böyle bakanlar için hem bir yabancılaşma hem de bir araştırma mekanıdır. Kimler yoktur ki bu moda dünyasının en kitlesel podyumunda; kitlesini beşli kortejlere ayırıp hepsine aynı renk bayrakları özenle taşıtıp rap rap yürüten koyu kızıllardan, davul zurna eşliğinde ortası kabak gibi oyulmuş sipralin etrafında halay dönerken kendinden geçen şamaniklere, yeni aldığı çakma ray ban güneş gözlüğü ile caka satan roma parkı lubunyalarından, elindeki türk bayraklarıyla alanı cumhuriyet mitingine çevirmeye çalışan ulusalcılara uzanan büyük bir show. Yan yana dururlar, çoğu kez birbirlerine çok yakın sloganlar atarlar ve birbirlerini tuhaf gözlerle süzerler. Hepsi özgürlük isterler, özgürlük ne demek ise... IBM'de yazılım yapan adamın nedense bir türlü kendisini "bu türden" bir işciden sayıp pankartını hala açamadığı tıkanmış bir geleneğin en tütsülü seremonisidir. O alan, her karışı ayrı ayrı tapulanmış ve kutsanmış bir ibadet mekanı gibidir. Bu açıdan o alan artık gerçek bir kamusal mekan değildir. Kamusal mekanın hayli özerk ve özel mekanlara dönüştüğü bir "parselleme" varyasyonudur burada olup biten şey. Bireysel sınırını koyamayanların, peşine 500 kişiyi takıp ürettikleri kitlesel sınırlar vardır. Bazıları gerçekten çok kalındır.

Böyle bir podyumu tezahür ederken ve "podyumu" hayli ciddiye alırken aklıma takılan türlü soru yanıtsız kalır;

Kimliksizliği temsil edecek bir kortej var mıdır? Dağıtık kimliğin korteje ihtiyacı var mıdır? Bunu bir kürt, bir feminist, bir eşcinsel ve bir aleviyi bak ne güzel saksı gibi yan yana dizdim demekten daha yaratıcı yöntemlerle yapacak bir siyaset kalmış mıdır? Bunu gerçekleştirmenin tek yolu onu tanımsızlaştırmak mıdır? Bu tip kalıtsal ortamlarda manipülasyon ne kadar mümkün ve normaldir? Sene 2010, siyaset gündelik yaşamın hızına ne zaman yetişecektir? Minor politics bu tip alanlarda pratik edilebilir mi? Edilebilir ise şayet, kitle politikasından birey politikasına geçişin resmi nasıl çizilmelidir? Ayrıca bir Mayıs düz bir gündür içeriği gereği... Bu düzlüğün zaman zaman üstesinden gelecek, küçük rampaları çukurları kıvırta kıvırta aşacak bir esneklik söz konusu mudur? Yoksa tek yöntem kitle kompeksi midir? Kortejler bir etten duvar mı yoksa geçirgen, transparan insan toplulukları mı olmalıdır...? Gerçek renklilik sokakta ise eğer, sokaktaki rastlantısallığa açık bir "tanımsız" hareket yaratmanın imkanı var mıdır? Kızıl Ordu sisteminden kalmış bu kutlama yöntemi sokağın gerçek karşılığı değilse, neyin karşılığıdır? Neden kimse meydanda şampanya patlatıp öpüşmez 1 Mayıslarda ve neden yalnızca mesai saatleri içerisinde kutlanır... Bu düzlüğün, karşı çıkıldığı söylenen sistemle gerçekte nasıl bir matematiksel göbek bağı olduğu üzerine hiç mi konuşulamaz? Ve en önemlisi, bu gün mevcut modele eklemlenmek - ayak uydurmak - dışında o güne katkı sağlamak yönünde aktive etmek isteyenlerin akibeti ne olacaktır?

Tüm bu nedenlerden dolayı mevcut seremoni bir 1 Mayıs değil, daha çok bir 1 Mayıs ironisi gibi gelir bana. Bu ironiyi farklı açılardan da yüceltmenin zamanı neredeyse geldi gibi. Artık devlet de izin verdi, yani çatışma yok, patırtı yok, gürültü yok, barikat aşıp meydana çıkmanın hiçbir orjinal ve orgazm edici tarafı yok. Meydan "vadedilmiş kutsal topraklar" gibi bir yer değil ve zaten meydan sensin artık. Şimdi onu nasıl kullanacağını düşünmenin zamanı. Gelecek 1 Mayısların Taksim Meydan'da düzenlenen halk konserinden bir farkı olacak mı, olmayacak mı? Mesele bundan ibaret. Mesele küçük çatlaklar yaratma meselesi. Başka bir ciddi mesele de göremiyorum bu memlekette... Tapındığımız modelleri ve varoluş yöntemlerimizi de sorgulayabilelim yeter.










Ve nihayet kendime bir "ara yer" buldum; Yoldaş Pançuni Topluluğu! Bu seneki 1 Mayıs'ın kendisine bir ad koymayan tek topluluğu... Bir yazınsal kahraman olarak Yoldaş Pançuni beni bağlar. Onun "var ile yok" arasındaki geçirgenliği meydanın hiper rasyonalist olduğunu düşünen yanılsamasını kırar. Gerçeği onlara haykırır; gerçek zaman zaman oyuna dönmektir! Yanılsamayı, yanılsatmayla sorulamak değerlidir... Gelecek 1 Mayıs'ta; "Diaspora burada, halkı nerede?" sloganı atmak üzere.

Ayrıca SEX WORK daima IS WORK!

Hiç yorum yok: