26 Ekim 2012 Cuma

Nazilerin Atlantisi

Alman antropolojisi ve Nazilerin Atlantisi üzerine;

"Atlantis efsanesi coğrafi keşifler döneminde İspanyol kuramcılar tarafından yaratılan Atlanto-milliyetçiliğinin ve 17. yüzyılda ortaya çıkan İskandinav merkezli bakış açısının tam tersi istikamettedir. Efsane, 19. ve 20. yüzyıl boyunca, Avrupa’nın hâkim devletleri olan Fransa ve İngiltere ile son olarak Almanya merkezli işlenmiştir. Nazilerin Atlantis’i nerelerde ve hangi gerekçelerle aradığı konusu, aslında Atlantis efsanesinin asırlar boyunca neden gündemde tutulduğunu da en somut biçimde sergiler. 1918 yenilgisinin üstünden gelmeye çalışan ve yeniden çıkış arayan Nazi Almanya’sı, Atlantis efsanesine dayanarak tarihsel kökler yaratmaya; böylelikle Alman ulusunun gururunu, 2500 yıllık tarih içinden oluşturmaya çalışmıştır. Ancak 1871 yılında siyasal birliğini sağlayan Almanların, uzun bir tarihsel arka plana ihtiyaçları vardır." 

................

Müttefikler 1945 yılında Heinrich Himmler’in özel kütüphanesini ele geçirdiklerinde gizli bir kitap koleksiyonu ile karşılaştılar. Bunların arasında Ernst Höbiger’in "The World Ice History" adlı bir kitabın kopyası da bulunuyordu. Kitapta yazar uzaydan gelen bir süper ırkın eski Atlastis adasına yerleştiği iddiası yer alıyordu. Höbiger’e göre bu süper ırk burada çok ileri bir uygarlık kurdu. Bu uygarlık buzul tabakalarının ilerlemesiyle yer değiştirdi ve dünyanın çeşitleri yerlerine dağıldı. Yunanlılara ve Mısırlılara uygarlığı öğretende onlardı. Himmler tüm bunlara inanmakla kalmadı Atlantislilerin torunlarının en mükemmel bireylerinin Almanya’da yaşadıklarına kesin gözüyle bakmaya başladı. Diğerleri ise dünyanın çeşitli yerlerine yayılmışlardı. Onun görüşüne göre bunlar süper insanlar olan Ariler’di. Nazi devleti içinde en korkulan organizasyon olan SS’leri yaratırken Himmler'in hayal dünyasını besleyen bu düşüncelerdi.

Himmler’in kütüphanesindeki diğer kitapların arasında Hörbiger’in kitabını bir kenara bırakmak kolay olabilir ama bu teorilerin doğru olduğunu kanıtlamak için yaptıklarına bakınca hayli şaşırtıcı olduğu görülüyor. Öyle ki muhtemelen dağılmış ana ırkın ve Atlantis’in ırksal ve arkeolojik kalıntılarını bulmak için İzlanda, Grönland, Orta Amerika ve Tibet’e kadar keşif heyetleri gönderdi.

Himmler’in bu konulardaki gurusu, Herbert Wiligut adındaki bir Avusturyalıydı. 80’lerin sonlarında Himmler’in eski yardımcısı Karl Wollf onun hakkında “Avusturya ordusunda albaydı. Bizden (SS) Weisthor takma adını aldı. Thor Alman tanrısı, weis ise akıllı insanların ailesinden geldiği anlamına geliyordu. Ve o Hıristiyanlık öncesi inançları canlandırmaktan sorumluydu. Yaşamın misyonunu, bilgi ve tecrübelerini bin yıllık Almanya hükümetini gelecekteki koruyucusu ve seçilmiş kişileri olacak SS’e geçmek olarak gördü.” demiştir.

Wiligut yada Weisthor’a resmi bir görev verildi. Böyle bir pozisyonun nedeni Wiligut’un tarihöncesi zamanlara dayanan Alman filozoflarının soyundan gelenlerin sonuncusu olduğunu iddia etmesiydi. Ayrıca binlerce yıl önce soyunun yaşadıklarını ve tarihini hatırlamasına yarayan üstün bir hafızası olduğunu ileri sürüyordu.

Weisthor, Himmler'e Almanlar'ın bilinmeyen kutsal yerlerini gösterir, bunları sembollerle açıklardı. Ona ayrıca kıdemli SS subayların ve evli üyelerinin taktıkları  gümüş "toten kopf" yüzüğünün yapım işi de verilmişti. Yüzüğün dış kısmında 4 adet özel anlamı olan Germen harfi, ortada ise bir kuru kafa vardı. Amaç SS'leri bir koruma ekibinden ziyade bir şövalye birliği yaratmaktı. Ancak bu planları gerçekleştirmek için bir kale gerekiyordu ki Willigut tarafından sağlanan bilgilerle Wewelburg Ortaçağ kalesi bulundu. Willigut'a göre bu kale doğaüstü ve uğurlu gücün sembolu üçgen şeklindeydi ve Almanya'nın kalbinde (Orta Almanya'da) Externsteine'ye çok yakın bir bölgedeydi. Himmler'in SS asaleti ile ilgili fantezilerinini kökleri Naziler'in "kan ve toprak" idealine dayanıyordu. Buna göre Almanlar ayak bastıkları toprağa tarih ve ırk yoluyla bağlıydılar.Yeni bir soylu Alman ırkı yaratmak için Himmler'in onlara bir de tarih yaratması gerekiyordu.

Himmler'in arkeolojiye müthiş bir ilgisi vardı. Genelde utangaç olmasına rağmen arkeolojik kazılar sırasında çekilmiş binlerce fotoğraf ve filmi bulunmaktadır. 1935 yılında bu takıntı Ahnenerbe'nin (geçmişe ait miras) yaratılmasıyla kendini gösterdi. Ahnenerbe dünya üzerindeki Alman arkeolojik seferlerine fon yaratılması için ek bir kaynaktı.

1934 yılında Gabriel Winkler Berlin'de Willigut'un asistanı olarak çalıştığı sıralarda, sıradışı bir kitap ile karşılaştı. 28 yaşındaki Otto Rahn tarafından yazılmış kitap, The Crusade Against The Grail (Kutsal Kase Seferi) adını taşıyordu. Oldukça kalın olan bu kitap, Ortaçağ'da eski Alman inanışlarına sahip Alman şövalyelerinden söz ediyordu. Bunlar aynı zamanda Güney Fransa'da, Pireneler'deki şatolarında bulunan kutsal kasenin de korucularıydı. Kitabı nedeniyle Rahn, Berlin'e çağrıldı ve grubun bir parçası oldu. Bu grubun içindeyken Rahn kutsal kase ile ilgili araştırmalarını sürdürdü. Ancak onu bulup Almanya'ya getirmek için yolculuğa çıkmadı. Bunula birlikte Rahn başka gezilere katıldı. En önemlilerinden biri Kuzey Kutbu'na yapılan yolculuktur. İzlanda ve Grönland'da Ariler'i bulmak için araştırmalar yaptılar ancak bir bulgu elde edemediler.

Himmler'e 1938 yılında Ernst Schafer adında bir gencin Tibet'e keşfe gideceğinin bilgisi geldiğinde, hemen genç adamla temasa geçildi. Himmler ona yardım etmek için İngiliz Dışişleri bakanıyla görüştü ve izin sağladı.

Savaşın sonunda Schafer Amerikalıların yürüttüğü sorgulamada, Himmler'in kendisinden Buzul Çağı'nın muhtemelen dağılmış Ari  kalıntılarını araştırmasını istediğini belittti. Ancak kendisi daha çok vahşi yaşamla ilgileniyordu, yanına Tibetlilerin ırksal özelliklerini araştırmak için antropolog Bruno Beger'i de almıştı. Bütün ekip SS üyelerinden oluşuyordu.

1939 yılında Schafer bu geziden döndüğünde, Nazi siyasetinde işler ciddiye binmeye başlamıştı. Bunun yansımaları Ahnenerbe içinde görülüyordu. Willigut, içkiye düşkünlüğü ve giderek çılgınlaşan fikirleri ile utanç kaynağı olmaya başlamıştı. Willigut'un 1924 yılında kendisine şizofren teşhisi konduğu ve Himmler ile tanışmadan bir kaç yıl önce akıl hastahanesinden çıktığı  anlaşıldı.

Sonunda Himmler onu emekli etmekten başka çare bulamadı. Gittiği yerde ölene kadar iyi bakıldı. Otto Rahn'ın sonu daha kötü oldu. Himmler'e Rahn'ın homoseksüel ilişkisi olduğu söylendi. Nazi Almanya'sında homoseksüellik toplama kampına sadece gidiş bileti ile cezalandırılan bir suçtu. Himmler ona bu gerçeği Dachau'da çalışmaya yollarka hatırlattı. Daha sonra da Rahn Himmler'e adını temize çıkarmasını yazmasına rağmen, Himmler "Artık seni koruyamam" cevabını verdi. SS tarafından onurlu sayılan bir davranışla Rahn 1939 kışında intihar etti.

Savaş çıktığı zaman, Ahnenerbe çok farklı bir organizsazyon haline geldi. Garip huyları ve sabit fikirleri olanlar azaldı, görevi ciddi arkeologlar devraldı. İşin garip yanı araştırmacılar politik baskılardan uzak rahat bir şekilde işlerine devam edebiliyorlardı. Ancak bu arkeolojinin politik anlamda kullanılmadığı anlamına gelmiyor. Polonya ve Rusya'da bulunan tarihöncesi çanak çömleklerin Alman kökenli olduğunun söylenmesi bir rastlantı değil. Üstlerinde gamalı haç bulunan eski kapların arkeolojik kazılarını gösteren filmler yapıldı. Bu, Almanlar'ın doğudaki eski yurtlarına dönmelerinin, onların kaderi ve hakları olduğunun yönündeki argümanlara kaynaklık etti.

Savaşın sonunda Ahnenerbe arkeologlarının çoğu kariyerlerine devam ettiler ve Almanya çapında önemli professörler oldular.

1920'lerde Himmler'in hayal dünyasına ilham veren fikirler şimdilerde "moda" oldu. Atlantis'ten söz eden kitaplar listelerde hemen yükseliyor, sıklıkla Atlantis olduğu iddia edilen kalıntıların bulunduğu haberleri geliyor. Bunların çoğu da Mısır'dan Mayalar'a kadar tüm eski uygarlıkların kaynağı olduğu iddia ediliyor.

Irksal unsur söz konusu olmasa da dayanak noktası aynı, Mısırlılar ve Orta Amerikalılar tek başlarına böyle bir medeniyet geliştirmiş olamazlar, mutlaka onlara süper insanlar yardım etmiştir. İşte Himmler'in fikirlerini benzeri...

Hiç yorum yok: