Alman antropolojisi ve Nazilerin Atlantisi üzerine;
"Atlantis efsanesi coğrafi keşifler döneminde İspanyol kuramcılar tarafından yaratılan Atlanto-milliyetçiliğinin ve 17. yüzyılda ortaya çıkan İskandinav merkezli bakış açısının tam tersi istikamettedir. Efsane, 19. ve 20. yüzyıl boyunca, Avrupa’nın hâkim devletleri olan Fransa ve İngiltere ile son olarak Almanya merkezli işlenmiştir. Nazilerin Atlantis’i nerelerde ve hangi gerekçelerle aradığı konusu, aslında Atlantis efsanesinin asırlar boyunca neden gündemde tutulduğunu da en somut biçimde sergiler. 1918 yenilgisinin üstünden gelmeye çalışan ve yeniden çıkış arayan Nazi Almanya’sı, Atlantis efsanesine dayanarak tarihsel kökler yaratmaya; böylelikle Alman ulusunun gururunu, 2500 yıllık tarih içinden oluşturmaya çalışmıştır. Ancak 1871 yılında siyasal birliğini sağlayan Almanların, uzun bir tarihsel arka plana ihtiyaçları vardır."
................
Müttefikler 1945 yılında Heinrich
Himmler’in özel kütüphanesini ele geçirdiklerinde gizli bir kitap koleksiyonu
ile karşılaştılar. Bunların arasında Ernst Höbiger’in "The World Ice History" adlı bir kitabın kopyası da bulunuyordu. Kitapta yazar uzaydan gelen bir süper
ırkın eski Atlastis adasına yerleştiği iddiası yer alıyordu. Höbiger’e göre bu
süper ırk burada çok ileri bir uygarlık kurdu. Bu uygarlık buzul tabakalarının
ilerlemesiyle yer değiştirdi ve dünyanın çeşitleri yerlerine dağıldı.
Yunanlılara ve Mısırlılara uygarlığı öğretende onlardı. Himmler tüm bunlara
inanmakla kalmadı Atlantislilerin torunlarının en mükemmel bireylerinin
Almanya’da yaşadıklarına kesin gözüyle bakmaya başladı. Diğerleri ise dünyanın
çeşitli yerlerine yayılmışlardı. Onun görüşüne göre bunlar süper insanlar olan
Ariler’di. Nazi devleti içinde en korkulan organizasyon olan SS’leri yaratırken
Himmler'in hayal dünyasını besleyen bu düşüncelerdi.
Himmler’in kütüphanesindeki diğer
kitapların arasında Hörbiger’in kitabını bir kenara bırakmak kolay olabilir ama
bu teorilerin doğru olduğunu kanıtlamak için yaptıklarına bakınca hayli şaşırtıcı
olduğu görülüyor. Öyle ki muhtemelen dağılmış ana ırkın ve Atlantis’in ırksal
ve arkeolojik kalıntılarını bulmak için İzlanda, Grönland, Orta Amerika ve
Tibet’e kadar keşif heyetleri gönderdi.
Himmler’in bu konulardaki gurusu, Herbert
Wiligut adındaki bir Avusturyalıydı. 80’lerin sonlarında Himmler’in eski
yardımcısı Karl Wollf onun hakkında “Avusturya ordusunda albaydı. Bizden
(SS) Weisthor takma adını aldı. Thor Alman tanrısı, weis ise akıllı insanların
ailesinden geldiği anlamına geliyordu. Ve o Hıristiyanlık öncesi inançları
canlandırmaktan sorumluydu. Yaşamın misyonunu, bilgi ve tecrübelerini bin
yıllık Almanya hükümetini gelecekteki koruyucusu ve seçilmiş kişileri olacak
SS’e geçmek olarak gördü.” demiştir.
Wiligut yada Weisthor’a resmi bir görev
verildi. Böyle bir pozisyonun nedeni Wiligut’un tarihöncesi zamanlara dayanan
Alman filozoflarının soyundan gelenlerin sonuncusu olduğunu iddia etmesiydi.
Ayrıca binlerce yıl önce soyunun yaşadıklarını ve tarihini hatırlamasına
yarayan üstün bir hafızası olduğunu ileri sürüyordu.
Weisthor, Himmler'e Almanlar'ın bilinmeyen
kutsal yerlerini gösterir, bunları sembollerle açıklardı. Ona ayrıca kıdemli SS
subayların ve evli üyelerinin taktıkları gümüş "toten kopf"
yüzüğünün yapım işi de verilmişti. Yüzüğün dış kısmında 4 adet özel anlamı olan
Germen harfi, ortada ise bir kuru kafa vardı. Amaç SS'leri bir koruma ekibinden
ziyade bir şövalye birliği yaratmaktı. Ancak bu planları gerçekleştirmek için
bir kale gerekiyordu ki Willigut tarafından sağlanan bilgilerle Wewelburg
Ortaçağ kalesi bulundu. Willigut'a göre bu kale doğaüstü ve uğurlu gücün
sembolu üçgen şeklindeydi ve Almanya'nın kalbinde (Orta Almanya'da)
Externsteine'ye çok yakın bir bölgedeydi. Himmler'in SS asaleti ile ilgili
fantezilerinini kökleri Naziler'in "kan ve toprak" idealine
dayanıyordu. Buna göre Almanlar ayak bastıkları toprağa tarih ve ırk yoluyla bağlıydılar.Yeni
bir soylu Alman ırkı yaratmak için Himmler'in onlara bir de tarih yaratması
gerekiyordu.
Himmler'in arkeolojiye müthiş bir ilgisi
vardı. Genelde utangaç olmasına rağmen arkeolojik kazılar sırasında çekilmiş
binlerce fotoğraf ve filmi bulunmaktadır. 1935 yılında bu takıntı Ahnenerbe'nin
(geçmişe ait miras) yaratılmasıyla kendini gösterdi. Ahnenerbe dünya üzerindeki
Alman arkeolojik seferlerine fon yaratılması için ek bir kaynaktı.
1934 yılında Gabriel Winkler Berlin'de
Willigut'un asistanı olarak çalıştığı sıralarda, sıradışı bir kitap ile karşılaştı.
28 yaşındaki Otto Rahn tarafından yazılmış kitap, The Crusade Against The
Grail (Kutsal Kase Seferi) adını taşıyordu. Oldukça kalın olan bu kitap,
Ortaçağ'da eski Alman inanışlarına sahip Alman şövalyelerinden söz ediyordu.
Bunlar aynı zamanda Güney Fransa'da, Pireneler'deki şatolarında bulunan kutsal
kasenin de korucularıydı. Kitabı nedeniyle Rahn, Berlin'e çağrıldı ve grubun
bir parçası oldu. Bu grubun içindeyken Rahn kutsal kase ile ilgili araştırmalarını
sürdürdü. Ancak onu bulup Almanya'ya getirmek için yolculuğa çıkmadı. Bunula birlikte
Rahn başka gezilere katıldı. En önemlilerinden biri Kuzey Kutbu'na yapılan
yolculuktur. İzlanda ve Grönland'da Ariler'i bulmak için araştırmalar yaptılar
ancak bir bulgu elde edemediler.
Himmler'e 1938 yılında Ernst Schafer
adında bir gencin Tibet'e keşfe gideceğinin bilgisi geldiğinde, hemen genç
adamla temasa geçildi. Himmler ona yardım etmek için İngiliz Dışişleri
bakanıyla görüştü ve izin sağladı.
Savaşın sonunda Schafer Amerikalıların
yürüttüğü sorgulamada, Himmler'in kendisinden Buzul Çağı'nın muhtemelen dağılmış
Ari kalıntılarını araştırmasını istediğini belittti. Ancak kendisi daha
çok vahşi yaşamla ilgileniyordu, yanına Tibetlilerin ırksal özelliklerini araştırmak
için antropolog Bruno Beger'i de almıştı. Bütün ekip SS üyelerinden oluşuyordu.
1939 yılında Schafer bu geziden döndüğünde, Nazi siyasetinde işler ciddiye binmeye başlamıştı. Bunun
yansımaları Ahnenerbe içinde görülüyordu. Willigut, içkiye düşkünlüğü ve
giderek çılgınlaşan fikirleri ile utanç kaynağı olmaya başlamıştı. Willigut'un
1924 yılında kendisine şizofren teşhisi konduğu ve Himmler ile tanışmadan bir
kaç yıl önce akıl hastahanesinden çıktığı anlaşıldı.
Sonunda Himmler onu emekli etmekten başka
çare bulamadı. Gittiği yerde ölene kadar iyi bakıldı. Otto Rahn'ın sonu daha
kötü oldu. Himmler'e Rahn'ın homoseksüel ilişkisi olduğu söylendi. Nazi
Almanya'sında homoseksüellik toplama kampına sadece gidiş bileti ile
cezalandırılan bir suçtu. Himmler ona bu gerçeği Dachau'da çalışmaya yollarka
hatırlattı. Daha sonra da Rahn Himmler'e adını temize çıkarmasını yazmasına rağmen,
Himmler "Artık seni koruyamam" cevabını verdi. SS tarafından
onurlu sayılan bir davranışla Rahn 1939 kışında intihar etti.
Savaş çıktığı zaman, Ahnenerbe çok farklı
bir organizsazyon haline geldi. Garip huyları ve sabit fikirleri olanlar
azaldı, görevi ciddi arkeologlar devraldı. İşin garip yanı araştırmacılar
politik baskılardan uzak rahat bir şekilde işlerine devam edebiliyorlardı.
Ancak bu arkeolojinin politik anlamda kullanılmadığı anlamına gelmiyor. Polonya
ve Rusya'da bulunan tarihöncesi çanak çömleklerin Alman kökenli olduğunun
söylenmesi bir rastlantı değil. Üstlerinde gamalı haç bulunan eski kapların
arkeolojik kazılarını gösteren filmler yapıldı. Bu, Almanlar'ın doğudaki eski
yurtlarına dönmelerinin, onların kaderi ve hakları olduğunun yönündeki
argümanlara kaynaklık etti.
Savaşın sonunda Ahnenerbe arkeologlarının
çoğu kariyerlerine devam ettiler ve Almanya çapında önemli professörler
oldular.
1920'lerde Himmler'in hayal dünyasına
ilham veren fikirler şimdilerde "moda" oldu. Atlantis'ten söz eden kitaplar
listelerde hemen yükseliyor, sıklıkla Atlantis olduğu iddia edilen kalıntıların
bulunduğu haberleri geliyor. Bunların çoğu da Mısır'dan Mayalar'a kadar tüm
eski uygarlıkların kaynağı olduğu iddia ediliyor.
Irksal unsur söz konusu olmasa da dayanak
noktası aynı, Mısırlılar ve Orta Amerikalılar tek başlarına böyle bir medeniyet
geliştirmiş olamazlar, mutlaka onlara süper insanlar yardım etmiştir. İşte
Himmler'in fikirlerini benzeri...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder