26 Ekim 2012 Cuma

Platon'un Atlantisi

Atlantis Platon’un iki diyaloğuna konu olur. Timaios (Timaeus) ve Kritias (Critias) adlı kitaplarında Platon, efsanevi bir batık uygarlıktan bahseder. Platon'a göre Atlantis, "Herkül Sütunları'nın ötesinde" yer alan, Batı Avrupa ve Afrika'nın birçok kısmını fetheden ve Solon'un zamanından 9.000 yıl önce (yaklaşık MÖ 9.500) Atina'yı fethetmeye çalışan, ancak başarılı olamayıp bir gecede okyanusa batan bir uygarlıktır.

Platon Atlantis’in öyküsünü anlatmaya Timaios adlı dialoğunda başlar, Kritias’da aynı konuyu yeniden ele alır, ancak, Kritias yarım kalır.

Timaios Platon’un en ilginç eserlerinden biridir. Platon bu eserinde evrenin doğuş temasını işlemiş ve çağına göre oldukça radikal bir anlayış ile sergilemiştir. Platon’un bu dialogda bir "Evren’in Yaratıcısı" kavramı kullanması da değişik yorumlara neden olmuştur. Bazı yazarlar bunu bölümlerin daha sonra eklendiğini söylemiş bazıları da Platon’a tanrısal ilhamın geldiğini iddia etmişlerdir. Ancak çoğunluğun kabul ettiği bu eserin Platon’un özgün eseri olduğu yolundadır. Gerçekten de dikkatle incelendiğinde Platon’un diğer eserlerinden büyük farklılık göstermez. Timaios, daha çok son yıllarına yaklaşan bir yazarın, döneminin ezoterik bilgisini daha yoğun bir şekilde verdiği bir eserdir.

Timaios’un bir başka özelliği de, bu dialogda Sokrates’in sadece dinleyici olması ve lafa fazla karışmamasıdır. Bu eserde Evren ile ilgili bilgileri içlerinde "en iyi astronomi bilen ve dünyanın özüne varmak için en çok uğraşmış" olan Timaios ve Atlantis ile ilgili bilgileri de Kritias vermektedir.

Kritias da tarihsel bir kişilik olmakla birlikte bu eserde adı geçen Kritias’ın kim olduğu tam olarak bilinememektedir. Burada Kritias Solon’un dedesinin dostu olduğunu söylemekte, aynı öyküyü dedesinden de duyduğunu belirtmektedir. Buada Platon’un ustalıkla öykünün çok eski çağlardan beri anlatıldığını ima ettiğini düşünebiliriz.

Timaios’da Atlantis ile ilgili bölümler:

"Solon’un anlattığına göre Mısır’da Delta’da, Nil’in ikiye ayırdığı çıkıntıya doğru Saitikos denilen bir ülke vardı; bu ülkenin en büyük şehri de, kral Amasis’in memleketi olan Sais’tir. Bura halkına göre şehirlerini kuran bir tanrıçadır ; ona kendi dillerinde Neith adını vermişler, fakat bu tanrıçanın Hellencede adı Athena’dır. Bu adamlar Atinalıları pek severler ve onlarla uzaktan akrabalıkları olduğunu söylerler. Solon onların memleketine varınca pek parlak karşılandığını, bir gün eski zamanlara dair, en bilgin rahiplere bir şey sorduğu zaman, ne kendisinin ne de ne de başka bir Hellen’in hemen hemen hiç bir şey bilmediğini gördüğünü anlattı. Bir seferinde de onları eski şeylerden söz açmaya sürüklerken, bizde bilinen en eski şeyleri anlatmaya koyulmuş. Onlara ilk insan olarak anılan Phoroneus’dan, Niobe’den, tufandan, kendilerini kurtaran Deukalion ve Pyrrha’dan, onların doğuşu hakkında dönen mythos’lardan ve torunlarının neslinden bahsetmiştir".

O zaman pek ihtiyar olan rahiplerden biri ona "Ah Solon, Solon, demiş, siz Hellenler her zaman çocuksunuz , sizin memleketinizde hiç ihtiyar yok." Bunun üzerine Solon "Bununla ne demek istiyorsun?" diye sormuş. Rahip -Sizin hepinizin ruhları çok genç diye cevap vermiş, çünkü kafanızda ne bir eski geleneğe dayanan, öteden beri edinilmiş fikir ne de zamanla ağarmış bir bilginiz var. Bunun sebebi şudur. İnsanlar birçok şekillerde yok edilmişler daha da edileceklerdir. En büyük felaketler ateşle sudan gelmişti, ama bin türlü başka sebeplerle meydana gelen daha küçük felaketler de vardır. Sizin memleketinizde de bir gün babasının koşu arabasını koşturup yine aynı yoldan süremeyince yeryüzündeki her şeyi yakan, kendisi de yıldırımlarla vurulup ölen Helios’un oğlu Phaton’un hikayesi gerçekten bir masal gibi anlatılır, ama hakikat şudur ki, gökte dünyanın etrafında dönen gök cisimleri bazan yollarından şaşarlar, uzun aralıklarla meydana gelen bir tutuşma yeryüzündeki herşeyi mahveder. O zaman dağlarda, yüksek kuru yerlerde oturanlar, şehirlerde, deniz kenarında oturanlardan daha çok mahvolurlar. Fakat, Nil, her zamanki kurtarıcımız olan Nil, taşarak bizi bu felaketten de kurtarıyor. Bunun aksine Tanrılar, bir tufanla dünyayı yıkadıkları zaman yalnız dağdaki sığırtmaçlarla çobanlar kurtuluyor, ama sizin şehirlerin ahalisini nehirler alıp denize sürüklüyor. Halbuki bizde sular hiç bir zaman ovalara yükseklerden gelmiyor, her zaman tabi bir şekilde toprağın altından çıkıyor. İşte burada en eski adetlerin bundan dolayı korunmuş olduğu söyleniyor. Fakat gerçek şudur ki: kendilerini kaçıracak kadar şiddetli bir soğuğu da yakıcı bir sıcağı da almayan bir yerde, her zaman az ya da çok insan vardır. Hem sizde olsun, bizde olsun, yahut da adını duyduğumuz başka bir ilde olsun, güzel, büyük, yahut da başka bir bakımdan ilgiye değer bir şey meydana gelmişse bütün bunlar, en eski çağlardan beri burada tapınaklarda duruyor, böylece de korunmuş oluyor. Sizde ve başka uluslarda tam tersi, daha yazmayı ve devletlere lazım olan her şeyi öğrenir öğrenmez, gök yüzünün suları belirli bir zamandan sonra, bir hastalık gibi sağanak halinde üzerinize yağıyor, içinizden okuyup yazması olmayanlarla cahillerden başkasının kurtulmasına meydan bırakmıyor; o kadar ki toy çocuklar gibi kendinizi yeniden, hareket ettiğiniz yolun başında buluyor, eski zamanlarda, burada, kendi memleketinizde olup bitenlerden hiç bir şey bilmiyorsunuz; çünkü Solon, yurttaşlarının biraz önce saydığın soyu sopu, sütnine masallarından pek farklı değildir. Her şeyden önce daha eskiden bir çok tufanlar olduğu halde siz, bir tek kara tufanını hatırlıyorsunuz; sonra insanlar arasında görülen en güzel ve en iyi soyun sizin memleketinizde doğduğunu ve kendinizin, senin de bugünkü devletinizin de, felaketten kurtulabilmiş bir tohum sayesinde o soydan geldiğinizi bilmiyorsunuz. Bİlmiyorsunuz, çünkü felaketten kurtulabilenler, bir çok nesiller boyunca, hiç bir yazı bırakamadan ölüp gittiler. Evet, Solon, bir zamanlar suların sebep olduğu en büyük felaketlerden önce, bugün Atina adı verilen devlet, savaştan yana en yiğit, her bakımdan ölçülemeyecek kadar da medeni bir devletti: Göğün altında sözünü işittiğimiz en güzel şeyleri başaran, en güzel siyasa kurallarını icat eden o dur, diyorlar.

Solon’un anlattığına göre, bunları duyunca şaşakalmış, rahiplerden eski yurttaşlarına dair ne biliyorsa hepsini dosdoğru, hemen kendisine anlatmasını rica etmiş. Bunun üzerine ihtiyar rahip cevap vermiş: "İsteğini yerine getirmememe hiç bir sebep yok, Solon, bunu senin hatırın için olduğu kadar yurdunun hatırı, hele sizinki kadar bizim ilimizi de koruyan, onları büyütüp yetiştirmiş olan tanrıçanın hatırı için de yapacağım. O tanrıça ki, sizin ili bizimkinden bin yıl önce, toprak ile Hephaistos’tan aldığı bir tohumla vücuda getirmişti, kutsal kitaplara göre, bizim ilin kuruluşundan beri sekiz bin yıl geçmiştir. Demek oluyor ki sana dokuz bin yıl önceki yurttaşlarının kurumlarını, onların en şanlı başarılarını kısaca anlatacağım. Başka zaman vaktimiz olunca bunların hepsini yeni baştan sıra ile teker teker ele alırız.

[…]

Biz burada ilinizin hayranlık uyandıran büyük başarılarından bir çoğunu yazılı olarak saklıyoruz. Ama bunların içinde bir öylesi var ki büyüklük, kahramanlık bakımından hepsini geride bırakıyor. Gerçekten eski yazılar, vaktiyle ilinizin, büyük Atlas denizinin ötelerinden gelip Avrupa ile Asya’ya küstahça saldıran koskoca bir devleti yok ettiğini söylüyor. O zamanlar bu koca denizden geçilebiliyordu; çünkü sizin Herakles Sütunları dediğiniz o boğazın önünde bir ada vardı. Bu ada Libya ile Asya’nın ikisinden daha büyüktü. O zamanlar oradan başka adalara, oradan da karşılarında uzanan ve gerçekten adını hak eden denizin kenarındaki bütün kıtaya ulaşılabiliyordu. Çünkü sözünü ettiğimiz boğazın iç tarafı, girişi dar bir limana benzer, dış tarafı ise gerçekten büyük bir denizdir. Etrafını çeviren kara parçası da gerçekten kıta denebilecek bir topraktır. İşte bu Atlantis adasında, hükümdarlar, hakimiyetini bütün adaya, öteki adalara, hatta kıtanın bazı parçalarına kadar uzatan büyük, hayranlığa değer bir devlet kurmuşlardı. Bunlardan başka boğazın iç tarafında, bizim tarafta, Mısır’a kadar Libya’nın, Tyrhenia ya kadar da Avrupa’nın hakimi idiler. Bir gün bu devlet bütün kuvvetlerini bir araya toplayarak sizin yurdunuzu, bizimkini, boğazın iç tarafındaki bütün ulusları boyunduruğu altına sokmak istedi. İşte o zaman, Solon, iliniz bütün değerlerini, bütün kuvvetini dünyanın gözü önüne serdi. Cesaretten, savaş bilgilerinden yana öteki illerin hepsinden üztün olduğu için Hellenlerin başına geçti; ama ötekiler kendini bırakıp çekilince bir başına kalan, böylece en tehlikeli duruma düşen iliniz istilacıları yendi, bir zafer anıtı dikti, şimdiye kadar hiç kölelik etmetyenleri kölelikten kurtardı ve bizim gibi, Herakles sütunlarının iç tarafında oturanları iyi yüreklilik ile serbestliğine kavuşturdu. Ama bundan sonra korkunç yer sarsıntıları, tufanlar oldu. Bir gün, bir uğursuz gecenin içinde, ne kadar savaşçınız varsa hepsi birden bir vuruşta toprağa gömüldüler. Atlantis adası da, aynı şekilde, denize gömülerek yok oldu. İşte bunun içindir ki, ada çökerken meydana getirdiği sığ bataklıklar yüzünden o deniz bu gün bile, geçilmez, dolaşılmaz bir haldedir."

Hiç yorum yok: