"BAZAN - 69"
80X30 cm
Masumiyet Müzesi, "BAZAN" başlıklı 69.bölüme ithafen, müzenin cephe renginde (Hint kırmızısı) boyanmış ahşap levha üzerine pirinç harfler.
80X30 cm
Masumiyet Müzesi, "BAZAN" başlıklı 69.bölüme ithafen, müzenin cephe renginde (Hint kırmızısı) boyanmış ahşap levha üzerine pirinç harfler.
BAZAN@Pilevneli Project
Masumiyet Müzesi, 69. bölüm, BAZAN;
"bazan hiçbir şey yapmaz, sessizce
otururduk. bazan tarık bey, televizyondaki programdan hepimiz gibi sıkılır ve
göz ucuyla gazetesini okurdu. bazan yokuştan aşağı bir araba, kornasını çalarak
gürültüyle iner, o zaman hepimiz susar, arabanın geçişine kulak kabartırdık.
bazan yağmur yağar, camlardaki tıpırtıyı dinlerdik. bazan "hava ne
sıcak," derdik. bazan nesibe hala küllükte bir sigarası olduğunu unutur,
mutfakta bir tane daha yakardı. bazan füsun'un eline hiç kimseye fark
ettirmeden on beş-yirmi saniye bakar, `ona daha da hayran olurdum`. bazan
televizyondaki bir reklamda sofrada o sırada yediğimiz bir şeyi tanıtan bir
kadın belirirdi. bazan uzaklardan bir patlama sesi gelirdi. bazan nesibe hala,
bazan da füsun sofradan kalkar, sobaya bir-iki parça kömür atardı. bazan
gelecek gelişimde füsuna toka değil, bilezik getireyim diye düşünürdüm. bazan
hep birlikte seyrettiğimiz filmin konusunu daha onu seyrederken bile unutur,
hem televizyona bakar hem de nişantaşı'nda `ilkokula gittiğim günleri hatırlardım`.
bazan "hadi size bir ıhlamur kaynatayım!" derdi nesibe hala. bazan
füsun öyle güzel esnerdi ki, bütün dünyayı unuttuğunu ve kendi ruhunun
derinliklerinden daha huzurlu bir hayatı, tıpkı sıcak yaz günü soğuk bir
kuyudan kovayla su çeker gibi çektiğini düşünürdüm. bazan artık daha
oturmayayım, kalkayım, derdim kendime. bazan karşıda alt katta geç saatlere
kadar çalışan berberin son müşterisini yolladıktan sonra kepengi hızla
indirişi, gecenin sessizliğinde bütün mahallede yankılanırdı. bazan sular
kesilir, iki gün gelmezdi. bazan kömür sobasının içinde, alevlerden başka bir
hareket olduğunu işitirdik. bazan sırf nesibe hala "zeytinyağlı fasulyemi
sevdiniz, bitmeden yarın akşam gene gelin!" dediği için ertesi gün de
onlara giderdim. bazan amerika-rusya kavgası, soğuk savaş, boğazdan geceleri
geçen sovyet harp gemileri, marmara'daki amerikan denizaltıları gibi konulardan
konuşurduk. bazan "çok sıcak oldu bu akşam!" derdi nesibe hala. bazan
füsunun hayallere daldığını yüzünden anlar, `onun hayal ettiği ülkeye gitmek ister,
ama kendimi, hayatımı, ağırlığımı masada oturuşumu çok umutsuz bulurdum`. bazan
sofradaki eşyalar gözüme dağlar, vadiler, tepeler, platolar ve çukurlar gibi
gözükürdü. bazan televizyondaki gülünç bir şeye bir an hep birlikte gülerdik
bazan hepimizin aynı anda televizyondaki şeye yoğunlaşmamız, bana, bizim için
küçültücü bir şeymiş gibi gözükürdü. bazan komşu çocuğu ali'nin füsunun
kucağına tırmanması, ona sokulması sinirimi bozardı. bazan tarık bey ile erkek
erkeğe ve alçak sesle, ekonomik durumun püf noktalarını bir kumpas, hile ve
kurnazlık havasıyla konuşurduk. bazan füsun üst kata çıkar ve bir süre aşağı
inmez, bu da beni mutsuz ederdi. bazan telefon çalar, yanlış numara çıkardı.
bazan "gelecek salı ya size kabak tatlısı yapacağım" derdi nesibe hala.
bazan futbol şarkıları söyleyen üçlü-dörtlü bir genç kalabalığı bağırıp
çağrışarak yokuştan aşağı iner, tophane tarafına giderdi. bazan füsun'un sobaya
kömür atmasına yardım ederdim. bazan mutfağın zemininde bir hamamböceğinin
telaşla koşturduğunu görürdüm. bazan füsun'un masanın altında ayağını
terliğinden çıkardığım hissederdim. bazan bekçi, düdüğünü lam bizim kapının
önünde çalardı. bazan füsun, bazan ben yerimizden kalkar, saatli maarif
takvimi'ndeki unutulmuş yaprakları tek tek yırtardık. bazan kimse bakmazken,
sofradaki irmik helvasından bir kaşık daha alırdım. bazan televizyondaki
görüntü netliğini kaybeder, tarık bey "kızım şuna bir bak," der,
füsun televizyonun arkasındaki bir düğmeyi kurcalar, ben de arkadan
seyrederdim. bazan "bir sigara daha içeyim, gideyim," derdim. bazan
zaman'ı bütünüyle unutur, "şimdi"nin içine yumuşacık bir yatağa yatar
gibi yayılırdım. bazan halının içindeki mikropları, böcekleri, parazitleri fark
ettiğimi sanırdım. bazan televizyondaki iki program arasında füsun buzdolabından
soğuk su çıkarır, tarık bey yukarıya tuvalete giderdi. bazan tencerede sade
yağlı kabak, domates, patlıcan, biber dolması yapılır, iki akşam yenilirdi.
bazan yemekten sonra füsun masadan kalkar, limon'un kafesine gider, onunla
arkadaşça konuşur ve ben, benimle konuştuğunu sanırdım. bazan yaz akşamları,
cumbanın penceresinden giren bir pervane, lambanın çevresinde hızlanarak deli
gibi dönmeye başlardı. bazan nesibe hala yeni öğrendiği eski bir mahalle
dedikodusu açar, mesela elektrikçi efe'nin babasının ünlü bir haydut olduğunu
anlatırdı. bazan orada olduğumu unutur, sanki baş başaymışız gibi kendimden
geçer, füsun'a bütün aşkımı göstererek, uzun uzun, aşkla bakardım. bazan
sokaktan bir araba o kadar sessiz geçerdi ki, ancak camların titremesinden fark
ederdik. bazan füruzağa camii'nden ezan sesi gelirdi. bazan füsun durup
dururken sofradan kalkar, cumbanın yokuşa doğru bakan penceresinden, sanki
derin bir özlemle birini bekliyormuş gibi uzun uzun bakar, bu benim kalbimi
kırardı. bazan televizyon seyrederken bambaşka şeyler düşünür, mesela gemi
lokantasında karşılaşmış yolcular olduğumuzu hayal ederdim. bazan yaz akşamları
nesibe hala yukarı odalara "temiz iş" marka pompayla sıktığı sinek
ilacını aşağıda, yemek odasında da "şöyle bir gezdirir", sinekler ölürdü.
bazan nesibe hala, eski iran kraliçesi süreyya'dan söz eder, şah'tan çocuk
doğuramadığı için boşanan bu kadının acıları ve avrupa sosyetesindeki hayatını
bize anlatırdı. bazan "gene çıkardılar bu rezil herifi yahu!" derdi
tarık bey televizyona bakarak. bazan `füsun üst üste iki gün aynı kıyafeti
giyer, ama bana gene de değişik görünürdü`. bazan "dondurma isteyen var
mı?" derdi nesibe hala. bazan karşı apartmandan birinin pencereye çıkıp
sigara içtiğini görürdüm. bazan hamsi tava yerdik. bazan keskinlerin âlemde bir
adalet olduğuna, suçluların bu veya öteki dünyada mutlaka
cezalandırılacaklarına içtenlikle inandıklarını görürdüm. bazan çok uzun bir
süre susardık. bazan yalnız biz değil, sanki bütün şehir sessizliğe bürünürdü.
bazan "baba lütfen ortadan atıştırma!" derdi füsun ve o zaman benim
yüzümden sofrada bile rahat edemediklerini hissederdim. bazan da tam tersini
düşünür, herkesin çok rahat olduğunu fark ederdim. bazan sigarasını yaktıktan
sonra gözü ekrana takılan nesibe hala, elindeki kibriti söndürmeyi eli yanana kadar
unuturdu. bazan fırında makarna yerdik. bazan yeşilköy'e, havaalanına doğru
alçalan bir uçak gecenin karanlığında üzerimizden gürültüyle geçerdi. bazan
füsun uzun boynunu, göğüslerinin üst kısmını açıkta bırakan bir gömlek giyer ve
ben televizyonu seyrederken gözümün güzel gerdanının beyazlığına takılmamasına
dikkat ederdim. bazan 'resim nasıl gidiyor?" derdim füsun'a. bazan
"kar yağacak" derdi televizyon, ama yağmazdı. bazan büyük bir petrol
tankerinin düdüğünün telaşlı sesi acı acı duyulurdu. bazan uzaklardan silah
sesleri gelirdi. bazan yan komşunun sokak kapısı öyle sert bir şekilde vurulurdu
ki, arkamda duran büfedeki fincanlar titrerdi. bazan telefon çalar ve limon onu
dişi bir kanarya sanıp coşkuyla ötmeye başlar, hepimiz gülerdik. bazan misafir
bir karı-koca gelir, ben biraz mahcup olurdum. bazan tarık bey televizyondaki
üsküdar musiki cemiyeti kadınlar korosunun söylediği eski şarkıya oturduğu yerden
katılırdı. bazan dar sokakta iki araba burun buruna gelir, iki şoför inatla
birbirine yol vermez, ağız dalaşına girişir, küfürleşir, arabalarından çıkıp
dövüşmeye başlarlardı. bazan evde, sokakta, bütün mahallede sihirli bir
sessizlik olurdu. bazan akşamları onlara börek ve lakerdadan başka çiroz da
götürürdüm. bazan "hava bugün ne soğuk değil mi," derdik. bazan tarık
bey yemeğin sonunda gülümseyerek cebinden çıkardığı ferah marka nane şekerinden
hepimize birer tane ikram ederdi. bazan kapının önünde iki kedi önce kabadayıca
miyavlaşır, sonra çığlık çığlığa kavgaya tutuşurdu. bazan füsun o gün
getirdiğim küpeyi ya da broşu hemen takar, yemekte çok yakıştığını sessizce ona
söylerdim. bazan televizyondaki aşk filmindeki kavuşma ve öpüşme sahnesi bizi
öyle etkilerdi ki, sanki nerede olduğumuzu unuturduk. bazan "yemeğe az tuz
koydum, isteyen istediği kadar koysun," derdi nesibe hala. bazan uzaklarda
şimşekler çakar, gök gürülderdi. bazan eski bir boğaz vapurunun tiz düdüğü,
kederiyle kalbimize işlerdi. bazan pelür'den tanıdığımız ve biraz dalga geçtiğimiz
bir oyuncu, televizyonda bir filmde, bir dizide ya da bir reklamda belirir, o
zaman füsun ile göz göze gelmek isterdim, `ama o gözlerini kaçırırdı`. bazan
elektrikler kesilir, karanlıkla sigaralarımızın kızıl uçlarını görürdük. bazan
kapının önünden birisi tek başına ıslıkla eski bir şarkıyı çalarak geçerdi.
bazan "ay bu akşam çok sigara içtim," derdi nesibe hala. bazan gözüm
füsun un boynuna takılır, bütün gece oraya daha fazla bakmamak için kendimi çok
da fazla zorlamadan tutardım. bazan bir an derin bir sessizlik olur, "bir
yerde birisi öldu." derdi nesibe hala. bazan tarık bey'in yeni
çakmaklarından bin ateş almaz, ona yeni bir çakmak hediye etmenin vaktidir diye
düşünürdüm. bazan nesibe hala buzdolabından bir şey getirir, geçen vakitte
filmde ne olduğunu bize sorardı. bazan sokakta tam karşımızdaki dairede gene
bir karı-koca kavgası çıkar, koca karısını dövdüğü için içimize işleyen
çığlıklar duyulurdu. bazan kış geceleri bozacı çıngırağını çalar,
"boozaaa," diye bağırarak kapının önünden geçerdi. bazan "bugün
çok neşelisiniz!" derdi bana nesibe hala. bazan uzanıp füsun'a dokunmamak
için kendimi zor tutardım. bazan, özellikle yaz akşamlan bir rüzgâr çıkar,
kapılar çarpardı. bazan zaim'i, sibel'i, eski arkadaşlarımı düşünürdüm. bazan
sofradaki yemeğimize sinekler konmaya başlar, nesibe hala sinirlenirdi. bazan
nesibe hala, tarık bey için buzdolabından maden suyu çıkarır, bana "siz de
ister misiniz?" diye sorardı. bazan daha saat on bir bile olmadan, bekçi,
düdüğünü öttürerek kapının önünden geçerdi. bazan ona "seni
seviyorum!" demek için `dayanılmaz bir istek duyar`, ama yalnızca
çakmağımla sigarasını yakabilirdim. bazan bir önceki gelişimde getirdiğim
leylakların hâlâ vazoda durduğunu fark ederdim. bazan bir sessizlik daha olur
ve komşu evlerden birinin penceresi açılır ve birisi aşağıya bir çöp atardı.
bazan "bu son köfteyi kim yiyecek bakalım?" derdi nesibe hala. bazan
televizyondaki paşaları seyrederken, askerlik günlerimi hatırlardım. `bazan yalnız
kendimin değil, hepimizin çok önemsiz olduğunu`, `derinden hissederdim`. bazan
"bilin bakalım tatlı ne var bu akşam?" derdi nesibe hala. bazan tarık
bey bir öksürük nöbetine yakalanır, füsun yerinden kalkıp babasına bir bardak
su verirdi. bazan füsun ona yıllar önce getirdiğim bir iğneyi takardı. bazan
televizyonun gösterdiği şeyden bambaşka bir şey anlattığını sanmaya başlardım.
bazan füsun televizyondaki bir tiyatrocu, bir edebiyatçı ya da profesör
hakkında bana bir soru sorardı. bazan sofradaki kirli tabakları mutfağa ben de
taşırdım. bazan hepimizin ağzı yemekle dolu olduğu için sofrada bir sessizlik
olurdu. bazan önce birimiz esner, onu görür ve diğerleri de esnemeye başlar ve
bunu fark edince bu konuyu konuşur, gülüşürdük. bazan füsun televizyondaki
filme kendini öyle verir, öyle kaptırırdı ki, o filmdeki kahraman olmak
isterdim. bazan ızgara etin kokusu gecenin sonuna kadar evde kalırdı. bazan
sırf füsun'un yanında oturduğum için `çok mutlu olduğumu düşünürdüm`. bazan
"bir gece akşam boğaz'a yemeğe gidelim artık," diye konuyu açardım.
`bazan hayatın başka bir yerde değil, tamı tamına orada, o masada olduğu
duygusu`na kapılırdım. bazan sırf televizyonda o konu biraz açıldığı için hiç
bilmediğimiz konularda, arjantin'deki kayıp kral mezarları, mars'taki yer çekimi,
insanın nefes almadan suyun dibinde ne kadar kalabileceği, motosikletin neden
istanbul'da tehlikeli olduğu, ürgüp'teki peri-bacalarının oluşumu konusunda
tartışmalara girişirdik. bazan sert bir rüzgâr eser, pencerelerde uğuldar, soba
borusunda da tuhaf bir ses çıkarırdı. bazan tarık bey elli metre ötedeki
boğazkesen caddesi'nden, beş yüz yıl önce fatih'in kadırgalarını geçirerek
haliç'e indirdiğini hatırlatarak, "adam bunu yaptığında on dokuz
yaşındaymış!" derdi. bazan füsun yemeğin sonunda sofradan kalkar, limonun
kafesine gider, az sonra ben de onun yanına giderdim. bazan "iyi ki bu
akşam da gelmişim!" derdim kendi kendime. bazan tarık bey unuttuğu
gözlüğünü, gazetesini ya da bir piyango biletini getirsin diye füsun'u yukarıya
odasına yollar, o zaman nesibe hala masadan "elektriği söndürmeyi
unutma!" diye yukarıya ona seslenirdi. bazan nesibe hala, paris'teki uzak
akrabanın düğününe yetişebileceğimizi söylerdi. bazan tarık bey, şiddetle
"susun!" der ve evin içindeki bir tıkırtıyı işitebilmemiz için gözleriyle
tavanı işaret eder, o zaman hepimiz üst kattaki bir farenin mi, hırsızın mı
çıkardığını ilk anda anlayamadığımız tıkırtılar dinlerdik. bazan
"televizyonun sesi iyi mi canım?" derdi nesibe hala kocasına, çünkü
yaşı ilerledikçe tarık bey daha az işitir olmuştu. bazan aramızda çok uzun
süren sessizlikler olurdu. bazan kar yağar, pencerelerin kenarlarında,
kaldırımlarda tutardı. bazan havai fişekler atılır, hepimiz sofradan kalkar,
görebildiğimiz kadar gökyüzündeki renkleri seyreder, daha sonra açık pencerelerden
içeri giren barut kokusunu koklardık. bazan "bardağınızı doldurayım mı
kemal bey?" derdi nesibe hala. bazan "resmine bakalım mı füsun?"
derdim ben ve bazan bakardık ve o zaman füsunla yaptığı resme bakarken, `her
zaman mutlu olduğumu anlardım`...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder