31 Ocak 2013 Perşembe

özelden kamuya... peki kamudan özele?




Gün yok ki, yeni bir sanat kurumunun skandalına uyanmayalım. Rezaletlerden rezalet beğenmeyelim.. Başka bir çağdayız artık, sanatçılar ve sanat takipçilerinin (daha genelde kamu ve bireylerin) sanat kurumlarının tutarsızlıkları karşısında tavır almak zorunda kaldığı, adeta onlara çeki düzen verdiği bir çağda. Kısaca; artık bizler onlarla uğraşıyoruz. Onların bizlerle "uğraşması" gereken yerde. 

Henüz geçtiğimiz gün "denedik, tutmadı" diyen Borusan, ArtCenter'ın kapısına kilit vurmuş, içerideki sanatçıları stüdyo dönemleri bitmeden kapı dışarı etmeye hazırlanır iken, bir diğerinin koleksiyonunu haraç mezat müzayedeye çıkardığını öğreniyoruz bugün. 

Yanlış okumadınız; 

Santralistanbul, binbir emekle, büyük bölümü bağış karşılığı toplanmış olağanüstü bir koleksiyonu, 17 Şubat tarihinde "Maçka Mezat" üzerinden satışa çıkarıyor. Kimler yok ki bu koleksiyonda, kendi cümleleriyle; "150 adet eserden oluşan ve hemen her sanat disiplininden örnekler taşıyan özel koleksiyonların müzayedesi, Türk modern ve çağdaş güzel sanatlarının çok önemli yapıtlarını içeriyor. Ecole de Paris sanatçılarımızdan Fikret Mualla’nın bir triptik retrospektifi, Nejad Devrim’in ‘başyapıt’ olarak değerlendirilecek tuvalleri, Hakkı Anlı retrospektif tadındaki birçok eseri, Mübin Orhon’un lirik soyut 10 kadar eseri, Selim Turan’ın bir baş yapıtı ile 50’li yıllara ait soyut eserlerinin yanı sıra Yüksel Arslan’ın Arture serisinden 20’ye yakın önemli yapıtı, Nil Yalter ile Ayşe Erkmen’in dünya müzelerinde sergilenen video enstalasyonları, Seyhun Topuz, Osman Dinç ve Hüseyin Arda’nın heykelleri, Abdurrahman Öztoprak, Ömer Uluç, Alaettin Aksoy, Mehmet Güleryüz, Nur Koçak, Neş’e Erdok, Kemal Önsoy, Gülay Semercioğlu, Canan Tolon, Selma Gürbüz gibi sanatçıların sıradışı tabloları", satışa sunuluyor. Hafızalarımızda, müzedeki bütünlüklü sunumları çok taze olan o eserler, dağılıyor. 

Basit tabirle o gün, kamuya ait olan şahısa dönüyor… 

Müzayede günü, o güne kadar ancak müze ortamında izleyebildiğimiz (bir çoğu emsalsiz, edisyonu bulunmayan) yapıtlar, evlere dağılıyor.

Birileri geliyor, birileri daha, birileri 50 bin TL veriyor, birileri 55 bin, derken 56 bin’e pazarlığı bitiren, kimbilir belki Kuzey Avrupa, belki Ortadoğu’dan bir koleksiyoner, kapıyor bir Yüksel Arslan, alıyor bagajına, evine dönüyor…

Kısaca o güne kadar, müze üzerinden kamuya ait olduğu sözüne inanarak izlediğimiz eserlerin hepsi, bizlerden – bizlerin rızası alınmadan - geri alınıyor. Düşüncesi dahi kabul edilemez bir yağma, vuku buluyor.

Santralistanbul'un mevcut sanat kurumlarından temel farkı, akademiye bağlı olarak faaliyet göstermesiydi. Bu noktada şahıs müzesi değildi, kamusal sorumluluğu çok daha yüksekti. Bugün kamu koleksiyonu üzerinden uygulanan metodun, örneğin okulun kütüphanesini ya da laboratuvardaki araç gereçleri satılığa çıkartmaktan farkı yok diyelim… Peki, hukuki olarak bunun bile ihtimali mümkün değil iken, şayet özel üniversitelere tanınan çeşitli haklar ve hukuk oyunları yoksa işin içinde, aynı zamanda "demirbaş" olarak belgelenen eserlerin, değil satılmak, kampüsten dışarıya bile izinsiz çıkamayacakları hepimizin malumu.

Arka planda ne gibi hukuk ayarları yapıldığı şimdilik büyük bir muamma. Santralistanbul yönetiminden gelmiş herhangi bir açıklama yok. Toz bulutunun dağılması, kamunun kendisine ait olan bir koleksiyonun akibeti üzerinde soru sormasına bağlı görünüyor.


Hiç yorum yok: