Bir seneyi aşkın süredir, Taksim metro girişinde gece gündüz, yağmur çamur, yaz kış demeden bekleyen bir avuç insan vardı. Metro giriş ve çıkışlarında elimize daima aynı flayer'ı tutuşturmaya çalışan bu bir avuç gizli kahramanın, ortak meselesiydi Gezi Parkı.
Bir kısmını şahsen tanıdığım, bir kısmını hayatım boyunca daha önce hiç görmediğim bu insanlarla ilgili genel kanaatim, hepsinin en az bir üniversite mezunu oldukları, "Taksim Hepimizin" platformu altında ilk günden itibaren bir araya gelen kemik kadronun çoğunlukla mimarlardan ve kent planlamacılarından oluştuğu, ikinci dalga desteğin ise semt sakinleri, sanatçı ve yazarlardan geldiğiydi. Kısaca kentli, kendine yetecek kadar eğitimli ve kamusal alan bilincine sahip bir kitleden yükseldi, o ilk çığlık.
Gezi Parkı'nın akibeti konusunda "söz sahibi" olma hakkını korumak dışında ne bir ortak ideoloji, ne bir siyasi yönelim, ne de başka bir paydaş zemin vardı aramızda. Konuşuyorduk; üstelik sabit bir fikir değildi üzerinde durduğumuz, zira bir çoğumuz Lütfi Kırdar'ın belediye başkanı olduğu dönemde bu işlere bulaşmış olsa, muhtemelen Henri Prost'un projesini pek beğenmeyecek, Kışla'nın yerinde kalması gerektiğini savunarak bu yönde mücadele verecekti.. (Örneğin ben mezarlık meselesine takılabilirdim o zamanlar, Hilton'a da kesinlikle karşı çıkardım.) Ancak içerisi türlü mağaza ile kuşatılmış bir replika önermesi de değildi bugün için arzuladığımız. Bunda hemfikirdik, bir de kamusal olanın kamuya açık bir şekilde, kamusal alanı keyfine göre tasarlama hakkını kendinde gören bir yönetimin diktasından kurtarılarak, şeffaflıkla yönetilmesiydi amaç. Formül basitti; İLETİŞMEK.
Çok yazıp çizdim o dönem üzerine, şimdi hepsini baştan almaya gerek görmüyorum. Giden zaten gitmişti, elde kalanları mümkün olduğunca kollamaktı direnç noktası, vakti zamanında gidenlerin akibetini örnekleyerek, altını çizerek, bugünün kentsel mekanlarını korumaktı.
Derken, bu noktaya geldindi; üç beş ağaç ve birkaç çapulcu olarak..
Yer küredeki kısacık tarihi içerisinde insan uygarlığı türlü tuhaf eziyet ve işkenceden geçti. Fakat sanmıyorum ki insan uygarlığı, tarihinde bir "alışveriş merkezi" yüzünden, böylesine sancılı bir süreçten geçsin.. Parodik olduğu kadar travmatik. Neydi bu kadar sert çıkılmasına zemin hazırlayan, nedendi o şafak baskınları, böylesine barışçıl bir gösterinin bastırılma arzusu kimi tatmin ediyordu henüz bilmiyoruz.. Öğreneceğiz elbet. Şimdilik bildiğimiz bir şey varsa, hiçbir iktidarın, "alışveriş merkezi" yapma inadıyla topluma bu denli yüklenemeyeceği, bu denli sert çıkamayacağı, bu denli saldıramayacağıdır.
Kimlere ne gibi sözler verildi, kapalı kapılar arkasında ne gibi taahhütler var, uyduruk bir alışveriş merkezi nasıl bir ieolojik sembolizme eklemleniyor ki, devlet adeta düşman sokaklarına yüklenir gibi yükleniyor sokaklarımıza, evlerimize, bedenlerimize, kestirmek hala çok güç.
Hesapta bu denli basit ve çözümü iki çift "yapıcı" kelimede gizli olan bir müzakere konusunun adeta "bayrak, vatan, millet, din" savunur gibi bir azimle savunulması, bu uğurda hani neredeyse canımıza meydan okunması, vahşi kapitalizmin geldiği noktayı göstermesi açısından olduğu kadar, günümüz hükümetinin demokrasi söylemi altında diktatörlüğünü hangi noktaya taşıdığını kanıtlaması açısından da şaşkınlığı katlamaktan öteye geçemiyor, esef uyandırıyor.
Emin olduğum şeye gelince;
Taksim Hepimizin platformu, kabul edilemez bir talepte bulunmadı. İletişim kurmaktı tüm amaç, muhataplar tanınmadı, arzulanan iletişim kurulmadı. İlk gününden itibaren o gösterilere katılan kitleler, barışcıl bir sivil itaatsizlik ortaya koymak dışında bir hedef altında toplanmadı, ve insanları panzerlerin önünde sürükleyecek kadar değerli görülen (vazgeçilemeyen) amaç, hepi topu 10-15 sene sonra işlevini tümden yitirecek bir alışverş merkezi açmaktan fazlası değildi... (ya da bir "alışveriş merkezi" kamu üzerinde oynanan tüm gizli oyunların deşifre olmasının ilk ipucu olacaktı)
O halde tüm samimiyetimle iktidara soruyorum; nedir bu kadar vazgeçilemez olan?
Ve sanıyorum ki; BİZ DİRENDİKÇE, BAZI SIRLAR DEŞİFRE OLACAK!
Not: mücadele yorgunluğundan klavyeye vuran parmaklarım titrerken şu an, hem bir analizde bulunmak hem de süreci öngörmek için çok erken, biliyorum, yalnızca devam demek için, tarihi kazandığımızı bildiğim için..
Bir kısmını şahsen tanıdığım, bir kısmını hayatım boyunca daha önce hiç görmediğim bu insanlarla ilgili genel kanaatim, hepsinin en az bir üniversite mezunu oldukları, "Taksim Hepimizin" platformu altında ilk günden itibaren bir araya gelen kemik kadronun çoğunlukla mimarlardan ve kent planlamacılarından oluştuğu, ikinci dalga desteğin ise semt sakinleri, sanatçı ve yazarlardan geldiğiydi. Kısaca kentli, kendine yetecek kadar eğitimli ve kamusal alan bilincine sahip bir kitleden yükseldi, o ilk çığlık.
Gezi Parkı'nın akibeti konusunda "söz sahibi" olma hakkını korumak dışında ne bir ortak ideoloji, ne bir siyasi yönelim, ne de başka bir paydaş zemin vardı aramızda. Konuşuyorduk; üstelik sabit bir fikir değildi üzerinde durduğumuz, zira bir çoğumuz Lütfi Kırdar'ın belediye başkanı olduğu dönemde bu işlere bulaşmış olsa, muhtemelen Henri Prost'un projesini pek beğenmeyecek, Kışla'nın yerinde kalması gerektiğini savunarak bu yönde mücadele verecekti.. (Örneğin ben mezarlık meselesine takılabilirdim o zamanlar, Hilton'a da kesinlikle karşı çıkardım.) Ancak içerisi türlü mağaza ile kuşatılmış bir replika önermesi de değildi bugün için arzuladığımız. Bunda hemfikirdik, bir de kamusal olanın kamuya açık bir şekilde, kamusal alanı keyfine göre tasarlama hakkını kendinde gören bir yönetimin diktasından kurtarılarak, şeffaflıkla yönetilmesiydi amaç. Formül basitti; İLETİŞMEK.
Çok yazıp çizdim o dönem üzerine, şimdi hepsini baştan almaya gerek görmüyorum. Giden zaten gitmişti, elde kalanları mümkün olduğunca kollamaktı direnç noktası, vakti zamanında gidenlerin akibetini örnekleyerek, altını çizerek, bugünün kentsel mekanlarını korumaktı.
Derken, bu noktaya geldindi; üç beş ağaç ve birkaç çapulcu olarak..
Yer küredeki kısacık tarihi içerisinde insan uygarlığı türlü tuhaf eziyet ve işkenceden geçti. Fakat sanmıyorum ki insan uygarlığı, tarihinde bir "alışveriş merkezi" yüzünden, böylesine sancılı bir süreçten geçsin.. Parodik olduğu kadar travmatik. Neydi bu kadar sert çıkılmasına zemin hazırlayan, nedendi o şafak baskınları, böylesine barışçıl bir gösterinin bastırılma arzusu kimi tatmin ediyordu henüz bilmiyoruz.. Öğreneceğiz elbet. Şimdilik bildiğimiz bir şey varsa, hiçbir iktidarın, "alışveriş merkezi" yapma inadıyla topluma bu denli yüklenemeyeceği, bu denli sert çıkamayacağı, bu denli saldıramayacağıdır.
Kimlere ne gibi sözler verildi, kapalı kapılar arkasında ne gibi taahhütler var, uyduruk bir alışveriş merkezi nasıl bir ieolojik sembolizme eklemleniyor ki, devlet adeta düşman sokaklarına yüklenir gibi yükleniyor sokaklarımıza, evlerimize, bedenlerimize, kestirmek hala çok güç.
Hesapta bu denli basit ve çözümü iki çift "yapıcı" kelimede gizli olan bir müzakere konusunun adeta "bayrak, vatan, millet, din" savunur gibi bir azimle savunulması, bu uğurda hani neredeyse canımıza meydan okunması, vahşi kapitalizmin geldiği noktayı göstermesi açısından olduğu kadar, günümüz hükümetinin demokrasi söylemi altında diktatörlüğünü hangi noktaya taşıdığını kanıtlaması açısından da şaşkınlığı katlamaktan öteye geçemiyor, esef uyandırıyor.
Emin olduğum şeye gelince;
Taksim Hepimizin platformu, kabul edilemez bir talepte bulunmadı. İletişim kurmaktı tüm amaç, muhataplar tanınmadı, arzulanan iletişim kurulmadı. İlk gününden itibaren o gösterilere katılan kitleler, barışcıl bir sivil itaatsizlik ortaya koymak dışında bir hedef altında toplanmadı, ve insanları panzerlerin önünde sürükleyecek kadar değerli görülen (vazgeçilemeyen) amaç, hepi topu 10-15 sene sonra işlevini tümden yitirecek bir alışverş merkezi açmaktan fazlası değildi... (ya da bir "alışveriş merkezi" kamu üzerinde oynanan tüm gizli oyunların deşifre olmasının ilk ipucu olacaktı)
O halde tüm samimiyetimle iktidara soruyorum; nedir bu kadar vazgeçilemez olan?
Ve sanıyorum ki; BİZ DİRENDİKÇE, BAZI SIRLAR DEŞİFRE OLACAK!
Not: mücadele yorgunluğundan klavyeye vuran parmaklarım titrerken şu an, hem bir analizde bulunmak hem de süreci öngörmek için çok erken, biliyorum, yalnızca devam demek için, tarihi kazandığımızı bildiğim için..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder