23 Haziran 2013 Pazar

yumuşak karında siyasetsizleşme; direnişin dirençsizliği.

Ülke genelinde iki buçuk milyon insanın sokaklara döküldüğü bir direnişte, eksikliği hissedilen şey enerji değil, bu enerjiyi sağlımızı bozmadan kontrol edebilecek bir irade. Toplumsal zemini ve psikolojik üstünlüğü böylesine hızlı yakalamış bir hakeretin, aynı manevra kabiliyetini siyasi kulvarda gösterebilmesi. 

Çünkü iki buçuk milyon insanın sokaklara döküldüğü bir direniş söz konusu olduğunda, ne yazik ki yatay örgütlenme aleyhimize işliyor. Tek bir grubun ortaya koyacağı provokatif tavır, şu aşamada tüm bileşenlerin zarar görmesine müsait kapılar aralıyor. Böylelikle direniş, kendi kendisini kıran yeni bir ivmeye doğru (mu ?) kayıyor. Sistem tam olarak biz "amatörlerden" bunu mu bekliyor? Aynı sokaklarda amaçsızca kalakalmamız... 

TEMEL SORU BU 

Gün itibariyle sokaklarda bir gencin daha gözünün çıkmasına hiçbirimiz razı gelemeyeceğimize göre, bu süreçte sorumluluk alanların kibirlerinden bir nebze ödün vererek daha fonksiyonel ve çözüme yönelik yol haritaları üzerinde çalışmaları, açıkça fazla mesaiye kalmaları gerekiyor... Ne yazik ki sorumluluk almadan siyaset sahnesine çıkılamıyor, sorumluluk almak ise eleştiriye açık olmayı gerektiriyor. Kısaca kimsenin "dokunulmazlığı" yok.   

Bu bağlamda Taksim Dayanışması'nın iki temel sorumluluğu ortaya çıkıyor; 

1. Direnişi temsil eden gruplar arasındaki müzakereyi sağlamak. 

2. Devlet ile Direniş arasındaki müzakereyi sağlamak. 

Direnişi temsil eden gruplar arasındaki müzakere forumlar aracılığı ile, ve eylemlerin ilk gününden itibaren gruplar arasındaki karşılıklı empati ve toleransa dayalı iletişim sayesinde kendiliğinden oluşuyor, daha fazlası da oluşacak gibi görülüyor.. Böylesine çoğulcu bir direnişte, aslında çok daha zor olması beklenen bir eşik, mucizevi bir şekilde aşılıyor. Böylelikle büyük bir yük, adeta içgüdüsel olarak Taksim Dayanışması'nın üzerinden alınmış oluyor. 

Geriye ikinci adım kalıyor. Yani, eski solcuların deyimiyle biz çoktan 6 tonluk bir fil olmuş iken, memleketin tüm meydanlarını doldurmuş iken, kimsenin bizi oradan kaldırmaya kolay kolay gücü yetmeyecek iken, üstelik tüm uluslararası medya ve de sosyal medyayı arkanıza almış iken, buradan tüm dünya ile paylaşabileceğimiz net kazanımlar elde etmek.

Ne yazik ki DİRENİŞ, bu noktada tıkanıyor. 

Cumhuriyet tarihinin gördüğü bu en sivil ve de en hakkaniyetli girişim, bir ayı dolduracak olmasına karşın "elde var sıfır" hesabıyla sokaklarda "sık bakalım" demeye devam eden bir gençliğin "yaz heyecanına" terkediliyor.. Hali hazırda "şımarık" olmakla, "elitist" olmakla, "amaçsız" olmakla, "pasifist" olmakla suçlanan bir hareket, sokaktaki motivasyonunu ve gücünü siyasi alana kanalize edemeyerek, adeta kendisine yönelen suçlamaları haklı çıkartıyor.

Dün, Taksim Meydan'a karanfil bırakmak amacıyla, bitiş ve dağılma saati kamuoyuna duyurulmadan bir kaosa dönüşen girişim, bunun en açık göstergesi oldu. Bir ülkenin en önemli meydanını 20 gün işgal etttikten sonra (ki birçok ülkede bu başarı bile tek başına hükümetin düşmesi için nedendir) aynı Meydan'ı polisin insafına terkedecek şekilde kitleyi amaçsızlaştırmak, içerisinde hepimizin büyüdüğü ve olgunlaştığı bu direnişin bir nebze özeleştiriye ihtiyacı da olduğunu ortaya koydu.

Görünüm itibariyle DİRENMEKTEN bir adım öteye geçilemiyor. Halbuki bunun, bir sonraki adımı var, bir sonraki adımı, ve bir sonraki adımı daha tezahür etmek gerekiyor... Önümüzde uzun bir yol var; yormadan ve yorulmadan soğukkanlılıkla üstesinden gelmemiz gereken şeffaf bir müzakere süreci. 

Grup içine kapalı bir temsiliyet lüksüne sahip olmayan, en azından benim kendilerine bu misyonu biçmediğim Taksim Dayanışması'nın klasik eylem modellerinden kopyalanmış "cek-cak" ile biten işlevsiz listeler hazırlayıp sosyal medyada paylaşmak yerine, belli kapılara çoktan DAYANMIŞ olması gerekiyor. 

Bugünün koşullarına ve direnişin gücüne yakışan her türlü girişimde, kendileri ile "dayanışıyor" olacağım; o kapılarda..   

Hiç yorum yok: