18 Ağustos 2013 Pazar

"Ondan geriye pozları kaldı" / YENİ ŞAFAK - Aysel Yaşa



Ondan geriye pozları kaldı

Türkiye'nin ilk renkli fotoğraf baskısını yapan Ermeni fotoğrafçı Osep Minasoğlu, geçen hafta, 86 yaşında hayata gözlerini yumdu. Ölene kadar fotoğraf çeken Osep, son pozunu dünyaya bırakıp ‘fotoğraflarla geçti aramızdan’

Sene 2009, aralık ayı. Posta kutuma düşen bir maille tanıyorum Osep Minasoğlu'nu ya da gerçek ismiyle Hovsep Minasyan'ı. Stüdyo Osep isimli kitabıyla 65 yıllık fotoğrafçı Osep'in yangından arta kalan fotoğraflarıyla açılan bir serginin açılış davetiyesi gelen. Serginin haberini yapmaya giderken, Osep'in hikâyesine vurulup, onu dinlemeye başlamıştım. Aradan seneler geçti Osep'i herkese duyuran Tayfun Serttaş daha başka başarılı birçok işe imza attı. Ama Osep'i hiç unutmadı, onu yalnız bırakmadı. Geçtiğimiz hafta Osep'in ölüm haberini de yine ondan aldık. Bomonti - Petites Soeurs Bakımevi'nde 86 yıllık hayatına veda etti Osep. En son kalça kırığı ameliyatı geçirmişti ve tedavi görüyordu. Minasyan ailesinin en küçüğüydü Osep. Geriye aileden kimse kalmadı. Biz de bu hafta, her anı tarihe ışıklık tutacak Osep'in hayatını derledik. Bu hayatta neler yok ki. Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları, Türkiye'de Ermeni olmak, yoksul kalmak, kimsesiz olmak ve daha nicesi… Onu herkes Yeşilçam'ın ilk fotoğrafçısı olarak tanıdı. Yeşilçam onun objektifine gülümsedi, Taksim'deki fotoğrafçıların birçoğu yeni teknikleri ondan öğrendi, Türkiye'de ilk renkli baskıyı o yaptı. 86 yıllık ömrüne çok şey sığdırdı. Yaşamının son yıllarında ise Satranç Kulübü'nde çektiği fotoğrafları 1 TL'ye satarak, dostum dediği Matmazel Maya'nın İsviçre'den gönderdiği 500 TL ile de kirasını ödeyerek geçirdi.

Aysel Yaşa

6-7 EYLÜL'DE FRANSA'YA GİTTİ

Osep, Amber ve Yervant Minasoğlu'nun en küçük çocukları olarak 1929'da dünyaya gelir. Özel Saint Benoit Fransız Lisesi'ne giderken fotoğrafçılığa merak salar ve bu işi yapmaya başlar. Fakat o süreçte işler iyi gitmez ve genç Osep ve ailesi Varlık Vergisi ile tanışır. O dönemde dükkanlarında kazandıklarından daha fazla vergi ödemeye mecbur edilen ailelerden belki de en şanslısı Minasyanlardır. Osep o günleri şöyle anlatıyordu: 'Ağabeyim Türkiye'nin ilk şoförlerinden biriydi. Vahan'ın eve yaptığı otomobil parçası stoklarıyla bu zorlu zamanları atlattık. Atlattık ama hayatımız eskisi gibi olmadı. Okulum yarım kaldı. O sırada fotoğrafçılığa yöneldim. Kodak'ta çalıştım.' Fotoğrafa yeni yeni ısınan ve en yeni teknikleri Kodak'la keşfeden Osep, bu kez de 6-7 Eylül olayları yüzünden mağdur olur. Fakat bu kez kararlıdır, Türkiye'den gidecektir. Bu ülkede onu derinden etkileyen iki önemli olayın Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül olayları olduğunu sıklıkla tekrarlayan Osep tarihe şöyle not düşer: '6-7 Eylül'de Taksim'de Kodak'ta çalışıyordum. Bütün İstanbul perişan oldu, dükkânlar yıkıldı, kasalar çalındı. Çalışğım Kodak kapanınca ben de Fransa'ya gittim.'

PARADAN NEFRET EDERİM

Fransa, Osep için çok güzel geçer. İyi fotoğraf stüdyolarında çalışır, Fotoğraf Sendikası'ndan ders alır. Fakat Türkiye'den de çok uzak kalamaz. İşinde uzman ve iyi bir fotoğrafçı olarak geri döner topraklarına. Taksim'de konsolosluklarla, devlet adamlarıyla ve o dönemin tabiriyle kalbur üstü insanlarla çalışır. Çok da iyi paralar kazanır ama bu paranın onun için bir kıymeti yoktur: 'Çok iyi paralar kazandım. Yurtdışındaki mecmuaları takip ederek Türkiye'de yapılmayanları yapıyordum. Ama hep paradan nefret ettim. Müşterilerimle para pazarlığı yapmazdım. Müşteri ne verirse versin 'Allah bereket versin' derdim. Çok dürüst çalışırdım, kimsenin hatırını kırmadan, kötülük yapmadan.'

YEŞİLÇAM ONA GÜLÜMSEDİ

Bu arada eniştesi tiyatro rejisörü Kani Kıpçak sayesinde Yeşilçam'la, setlerle tanışır Minasoğlu. Set fotoğrafçılığı yaptığı yıllarda kimleri fotoğraflamaz ki. Ayhan Işık, Türkan Şoray, Yılmaz Güney, Zeki Müren, Halil Ergün, Kadir İnanır… Osep'in çok geniş bir arşivi vardır. Fakat yaşı ilerledikçe bu arşive sahip çıkamaz. Ve arşivini bir arkadaşına emanet eder. Arkadaşı da 4 çelik kasa dolusu arşivi koruyamaz ve fotoğraflar yanar. Osep'in hayatında en çok üzüldüğü ve anlatırken duygulandığı olay bu olur. Çünkü fotoğrafçılık Osep için geçmeyen bir sevdadır, bunu 2009'da bize söylediği şu sözlerden anlıyoruz: 'Hala da aklım fikrim fotoğrafçılıktadır. Gözüm az görür ama iyi fotoğraflar çekerim.'

PROJE ARKADAŞIM DEĞİL, DOSTUMDU

Sergi ve kitap o dönem çok konuşulmuştu. Osep bu sergiyi önemsiyordu, bu 2 çalışma için memnuniyetini nasıl dile getiriyordu?

Artık unutulduğuna %100 emin olmuş birisine, aslında unutulmadığını kanıtlamak ve onun bütün pratiğini baştan üretime sokmak, gündeme taşımak, başka bir tarihe eklemlemek, hem bunu yapan sanatçı hem de bu projenin öznesi açısından çok zor bir deneyim. Osep çok heyecanlanıyordu. Galeri saat 10:00'da açılıyor, o sabah 08:00'da giyinmiş hazırlanmış olarak kapıya gelip bekliyordu. İtiraf edeyim biz bir dönem, 'fazla mı ileriye gidiyoruz?' diye düşünmedik değil. Açılış sırasında sergiye izleyici gibi gelen doktor yakınlarımız vardı, bizzat çağırmıştık, ne olur ne olmaz diye... Zor bir yaşam deneyimi, ve siz bu yaşam öyküsünü kamusallaştırdığınızda, her ne kadar kendi onayı ve desteği olsa da, kişinin o an ne tepki vereceğini kestiremiyorsunuz. Elli sene sonra Osep'i sergi aracılığı ile bulan yakınları, eski dostları oldu. Çok memnun kaldı ve süreci olağanüstü bir soğukkanlılıkla taşıdı.

Bundan sonrası için Osep'le ilgili yapmayı düşündükleriniz var mı?

Hayır düşünmüyorum. Şu an ona karşı sorumluluklarım çok şahsi. O yüzden profesyonel anlamdan mümkün olduğu kadar uzak tutarak, olası projeleri düşünmeyerek, yalnızca ona odaklanarak, dostluğumuza odaklanarak hareket etmek istiyorum. Kırkında helva yapılacak mesela, helvayı hangimiz yapacak, kim yaparsa daha leziz olur, böyle şeyleri düşünüyorum elbette. Ancak Osep Minasoğlu üzerinden yeni bir sergi yapmak ya da son süreci projelendirmek gibi bir fikir kesinlikle yok... Olmamalı zaten. Benim proje arkadaşım değil Osep Minasoğlu. Hiyerarşinin başında bizim dostluğumuz var. Ahlaki bulmam söz konusu olamaz böyle bir yaklaşımı. Ancak anmasını iyi organize etmekle yükümlü olabilirim.

ERMENİSTAN'A GİTMEK İSTİYORDU

Osep ölmeden önce 'Ölürsem hayatta fotoğraflarımı bırakacağım bir ailem bile yok. Tayfun bunlara sahip çıkacaktır' demişti. Evet sanatçı Tayfun Serttaş, Osep'e de, arşive de sahip çıktı. Osep ölmeden önce Serttaş'a verdiği röportajda 'Ölmeden önce bir de ilan için para bırakacağım, ölünce ilan koysunlar gazeteye' demiş. Sanatçı, ölene dek yanında olduğu Osep'in son zamanlarını anlattı.

Osep'le çok önemli bir ilişkiniz vardı. Onun yeniden duyulmasını sağladınız. Bu ölüm sizi nasıl etkiledi?

Eksiltti, çok eksilmiş hissettim. İlk 4-5 gün boyunca dünyanın en yalnız ve çaresiz insanı gibi hissediyordum, o esnada özellikle yayınevimin kurucusu Yetvart Tomasyan ve ailesinin desteği olmasaydı, muhtemelen toparlanmam çok zor olacaktı. Cenaze merasiminde gördüm ki, biz hala bir cemaatiz, içerisinde tüm üyelere yer olan ideal bir cemaat. Hakkettiği şekilde veda ettik Osep Minasoğlu'na, bu son vazife benim açımdan çok önemliydi. Şimdi sorumluluğunu layıkı ile yerine getirebilmiş bir çocuk olmanın huzurunu yaşıyorum. Geride kalanları bu teselli edecektir.

Son zamanlarında Osep'in yanında mıydınız? Nasıldı, yine fotoğraf çekiyor muydu?

Yanındaydım elbette, bazı şikâyetleri vardı, canı çok sıkılıyordu. Biz kendisine birçok olanak tanımamıza rağmen, Petites Souvres'te kalmayı Osep özellikle istedi, zira Fransızcası Ermenicesinden çok daha kuvvetlidir, böyle olmasını kendisi talep etti ve biz o ne istiyorsa yerine getirmeye çalıştık. Geçtiğimiz beş sene boyunca da Petites Souvres, Osep Minasoğlu'nu çok özel bir konuğu olarak ağırladı ve ellerinden ne geliyorsa fazlasıyla yaptılar. Geçtiğimiz aya kadar fotoğraf çekmeye devam etti. Bahçedeki çiçeklerin fotoğraflarını çekiyordu, Petites Souvres'e gelen ziyaretçileri, ara sıra yaptıkları gezileri ve oradaki arkadaşlarının portrelerini... Yüzbinlerce kere çekmiş böyle, hiç durmamış. Gönül eğlendiriyordu, hatıra fotoğrafları çekiyordu ve bunları basıp sahiplerine hediye ediyordu.

SON ANA KADAR FOTOĞRAF ÇEKTİ

Osep'i tanıdığımda halen satranç kulübünde fotoğraf çekiyordu. Yaşına rağmen hep hayalleri olan biriydi. En son neler konuştunuz bir vasiyeti var mıydı?

Vasiyet diyemem ama Ermenistan'a gitmeyi çok istiyordu, bilet fiyatlarını soruyordu. Son dönem en çok onu sordu. Gayet tabi o halde gitmesi mümkün değil, zaten orada bir akrabası ya da yakını yok ama çok kez bu konuyu konuştuk. Bir de kartpostal fiyatlarını soruyordu, kaça basıldığını ve eski stüdyolardan kimlerin kaldığını, kapananları merak ediyordu; 'şu, şu hala duruyor mu?' gibisinden. Stüdyo Osep sergisi öncesi, Osep ile yaptığım röportajlarda birçok vasiyet dile getirmiştir ama sergiden sonra zaten belli bir güven duygusu içerisindeydi, daha rahattı, o nedenle özel bir talebi kalmamıştı... Bazı şeyleri büyük oranda o hayattayken yerine getirebildik diye düşünüyorum.

Bir dönemin ünlü fotoğrafçısıydı. Onun ömründen geriye dünyada ne kaldı?

Cumhuriyet tarihine eş değer yaşamıyla Osep, o tarihin bize ders kitaplarında okutulmayan karanlık sayfalarını aydınlatıyordu. O tarihin içerisinde ortalama her on senede bir felaketlerle yüzleşen, maddi ve manevi çöküntüye uğrayan, birileri zenginliğine zenginlik katarken diğer tarafta çaresizce buharlaşan toplulukların kendi içerisinde de aykırı bir temsili Osep. Bir kent efsanesi olmanın yanında, yeni bir sistem inşaa edilirken, o sistemin hem içinde hem dışında kalarak, varoluş mücadelesi verenlerin çok ama çok özgün bir temsili. Bu temsiliyetten herkesin kendi adına öğreneceği bir şeyler olmalı. Onun hatırası, hepimizin hatırası. Her açıdan...

Hiç yorum yok: