Özelleştirdikçe, Sıradanlaştırıyor muyuz?
Dalia Maya
Çekenin midir fotoğraf yoksa çekilenin mi?
Saklayanın mıdır yolsa bakanın mı? Ya da yıllarca sonra, kapalı kaldıkları
karanlık dehlizlerden yüz binlercesini çıkarıp da tek tek inceleyen, ayıklayan,
düzenleyenin midir? Düzenledikçe tanımadığı binlerce insanın 60 yıl boyunca
Maryam Şahinyan’ın stüdyosuna gelip de çektirdiği fotoğraflar ile yakın bir
dostluk ilişkisi kuranın mıdır? Birçoğu dönemin pozlarında zamana dair
-şimdinin selfieleri gibi- ortak özelliklere dikkati çekmekte. Şurada düğün,
nişan fotoğrafları; tiyatro grupları, müzisyenler burada... Öbür yanda
eteklerini tutup birer kelebek misali reverans veren kızlar... Bir tarafta
yatağa yüzüstü uzandırılmış ellerinin üzerinde yukarı doğru kalkıp kameraya
bakmaları sağlanan bebeklerin fotoğrafları. Bir benzeri de bizim evde yok
muydu? Babamın da sanki tam böyle bir fotoğrafı vardı... Ya da annemin aynı
referansı yaparken bir fotoğrafı...
Arşiv önemli... Sadece belgeleri korumuş
olduğu için değil; ama bir dönemin İstanbul şehir yaşamına ışıl tuttuğu için de
önemli. Ve yine, erkek egemen stüdyo fotoğrafçılığı döneminin belki de tek
kadın fotoğrafçısı olması açısından da önemli. Şimdiki gibi değildi o
zamanlar... Fotoğraf da şimdiki yaptığımız gibi tüketilmiyordu. Kültür
tüketilmiyordu, insanlar da tüketilmiyordu. Yaşamın önemli anları tarihe bir
kanıt bırakmak adına stüdyoya gidilip fotoğraflarla kayda geçiriliyordu. Hem
ismini ve görüntüsünü tarihe yazmak adına, hem kim bilir uzak memleketlerdeki
ve akıllara gelmese bile uzak nesillerdeki akrabalara bir selam çakmak adına...
Gösteriler, boks dövüşleri, danslar, doğumlar, dinsel törenler... Dediğimiz
gibi, dönemin belki de tek kadın stüdyo fotoğrafçısı idi Maryam Şahinyan.
Kendisi Ermeni idi. Müşterisi ise Ermeni, Yahudi, Müslüman, Rum bakmıyordu onun
etnik yönüne. Kadın olması değiştiriyordu belki birazcık müşterisini. Kadın
müşteri için tercih sebebi olabilirdi bu. Ve geriye dönüp baktığımızda zamanın
geçişini, kültürün ve insanların değişim ve dönüşümünü de seriyordu gözler
önüne. Tayfun Serttaş’ın Pilevneli Galeri’nin beş metrelik ana duvarında on
bine yakın fotoğrafın hepsini tek tek incelemek izleyici açısından çok olası
değil. Öte yandan bu dev fotoğraf anıtına bakıp -üstelik de bu gün arşivin
sadece onda biri olduğunu da göz ardı etmeden bakıp- Tayfun Serttaş’ın dediği
gibi; kimim ben sorusunu sormadan geçmek pek mümkün olmuyor.
Arşivi incelerken zamanın geçişini
insanların kıyafetlerinden fark ediyor insan. Duruşlarından, bakışlarından...
Şapkadan baş örtüye geçiş gözlemleniyor belki daha kolay... Dönemin İstanbul
kültüründe her düşünce ve etnisiteden insanın belki de bugünden daha rahat
kabul gördüğü dikkatimi çekiyor. Eşcinsel çiftin fotoğrafı belki de en
çarpıcısı bu anlamda... Ve yine Tayfun Serttaş’ın sorusu dönüyor ister istemez
beyinlerde: “Hangi İstanbul’un evladıyım ben? Hangi kültürün devamı?”
10 bin fotoğraf bir duvarda... Çoğunu
seçemiyorum bile... Sadece göz hizamdakiler... Baktıkça düşünüyorum... Sahi
biz, her birimiz bugün, elimizde akıllı telefonlarımız ya da fotoğraf
makinelerimiz, bir yıl içinde kaç tane fotoğraf çekiyoruz, paylaşıyoruz,
unutuyoruz sonra? Kaçı kalacak gelecek kuşaklara? Ayıklamak üzere nasıl da dev
bir koleksiyon bırakıyoruz onlara? Dönüp bakıyor muyuz ya da biz bile
çektiğimiz onca fotoğrafa yoksa onlarla birlikte tüketiyor muyuz hayatları?
Deneyimleri? Özel anları? Ve dahi yaşamları? Stüdyo fotoğrafçılığından sokak
fotoğrafçılığına geçtiğimiz ölçüde her anımızı özelleştirdikçe,
sıradanlaştırıyor muyuz özel anları?
Tayfun Serttaş’ın Maryam Şahinyan arşivini
bağlamından kopartıp yeniden bağlama oturtarak sanat pratiğine dahil ettiği
Flashblack sergisi Pilevneli Galeri’de 26 Mayıs’a kadar gezilebilir. Kim bilir
belki siz de sergiyi gezerken, beyninize doluşan sorular arasında
geçmişinizden, ailenizden daha önce hiç görmediğiniz bir sahne yakalar, arşiv
fotoğrafları denizinden keyifli bir anılar denizine yolculuk edersiniz.
MERAKLISINA NOT:
Köklü bir Sivaslı aileye 1911 yılında doğan
Maryam Şahinyan ailesi, bölgede sahip oldukları 30’a yakın köy, beş büyük un
fabrikası, sayısız gayrimenkul ve kent merkezindeki Şahinyan Konağını 1915
sonrasında geride bırakarak Samsun üzerinden İstanbul’a sığındı. Harbiye’de
mütevazı bir apartman dairesine taşındıklarında Şahinyanlar için, Cumhuriyet
döneminin getirdiği yeni koşullar altında bambaşka bir süreç başladı.
Ailenin geçimini sağlayabilmek için
1933’te, Beyoğlu’nda Yugoslav iki kardeş tarafından işletilen Foto
Galatasaray’a ortak olan babasından erken yaşta stüdyo fotoğrafçılığının tüm
inceliklerini öğrenen Maryam Şahinyan, 1937 itibariyle tüm ailenin ekonomik
yükünü omuzlayarak stüdyoyu tek başına işletmeye karar verdi. Bu durum, dönemin
muhafazakâr koşulları altında İstanbullu birçok kadın açısından tercih nedeni
sayılarak stüdyoya çeşitli avantajlar sağlayacaktı. Hiç evlenmeyen ve çocuk
sahibi olmayan Şahinyan, yarım asırlık meslek hayatında, Galatasaray’da üç ayrı
mekânda işlettiği stüdyosunda kesintisiz olarak üretmeye devam etti.
Stüdyosunun faaliyet gösterdiği süreçte, 1942 Varlık Vergisi’nden 1974 Kıbrıs
Savaşı’na farklı siyasal dönemlere ve İstanbul’un 50 yıllık zaman diliminde
geçirdiği demografik ve sosyokültürel dönüşümlere tanık etti. 1985’te yaşlılık
nedeniyle stüdyosunu devrettiğinde, geride 100 bini aşkın görüntüyü kapsayan
İstanbul’un en emsalsiz görsel arşivlerinden birini bırakmıştı.
Kaynak: "Özelleştirdikçe, Sıradanlaştırıyor muyuz?"
by Dalia Maya, 9 Mayıs 2018, ŞALOM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder