FLASHBLACK:
'Instagram Çağına Meydan
Okuyan Fotoğraflar'
Pilevneli Galeri'de açılan Tayfun Serttaş'ın "FLASHBLACK" kadın
stüdyo fotoğrafçısı Maryam Şahinyan'ın arşiviyle Instagram çağına meydan
okuyor.
Pınar TARCAN
Tayfun Serttaş, "FLASHBLACK"
isimli son kişisel sergisiyle bizleri stüdyo fotoğrafçılığı gibi erkek
tekelindeki bir mesleği 60 sene boyunca sürdüren Maryam Şahinyan'ın arşivine
davet ediyor. Pilevneli Galeri'deki sergi, içindeki yaklaşık 11 bin kare
fotoğrafla yıllar öncesinden bir Instagram profilini gezmek gibi. Daha duru,
daha katmanlı, daha gerçek ifadelerle ama... Zaten konuştuğumuzda Tayfun
Serttaş da bundan bahsediyor, "az önce bir profilden bahsettik, 50 bin
takipçisi var instagram'da ama berbat bir hayatı var. Sabah uyanıp metroyla
Zorlu Center'a gidip Louis Vuitton'un kapısında fotoğraf çekip instagram'a
koyuyor. Gün içerisindeki en büyük mesaisi yaşamadığı bir hayatı yaşıyormuş
gibi fotoğraflamak. Böyle bir nesil var artık, simülasyon ve gündelik gerçeklik
arasındaki parametreleri kaybetmiş."
"Arşivde ise öyle değil, bu
fotoğraflar onların gündelik gerçekliklerini temsil etmek üzere kurgulanıyordu.
Bu kadar duru bakamıyoruz objektife artık. Ağzımız, gözümüz yamuluyor. Çünkü
artık fotoğraf simülasyonu hedefliyor, temsil ile ilişkimiz belki de hiç
olmadığı kadar problemli". Sergiyi sadece azınlıkların yaşam tarzını
yansıtan bir arşiv olarak görmeyen Serttaş, bunun seküler bir arşiv olduğunu
söylerken "Gezi'den sonra bu arşiv başka bir önem kazanıyor. 2011'de bu
arşivi ilk kez kamuya açtığımızda yaşam tarzımız gasp ediliyor diye sokaklara
dökülmemiştik henüz" diyor. Bahse mevzu 'yaşam tarzı' aynı zamanda bu
arşivin en belirgin özelliği. O dönem gündelik yaşam sosyolojisi üzerine
kurduğumuz söylem eminim ki bugün çok daha anlaşılır, çok daha içselleşmiş
durumda.
Sosyal antropoloji geçmişiniz var.
Burada da 60 yıllık bir azınlık arşivi. Bu geçmiş çalışmaya nasıl yansıdı?
Ağırlıklı olarak kent antropolojisi
çalıştım ve bu alanda çalışırken de İstanbul'un tarihsel ve toplumsal
katmanları üzerine yoğunlaştım. İstanbul çok katmanlı bir kent. İçerisinde
birçok ara yüz var, istersek görebileceğimiz, istemezsek hayatımız boyunca
tanık olmadan buradan göçüp gidebileceğimiz.
Benim eşelediğim alan daha çok
azınlıklarla ilgiliydi. Ne kaldı, ne gitti, elde ne var. Toplumsal demokrasi de
dediğimiz tartışmayı buradan nasıl okuyoruz. Bu konular üzerine çalışmaya
başladığımda ne 19 Ocak olmuştu, ne de Gezi olayları olmuştu. Sonra tüm Türkiye
bu konuları tartışmaya başladı. Çok talihsiz olaylar yaşandı, çok hayırlı
tartışmalar açıldı, ama hala kafamız çok karışık. 2009'da "Stüdyo
Osep" bir sanat galerisine çektiğim ilk arşiv projesiydi. 2011'de de Foto
Galatasaray'ı kamuya açtım. Bu ikinci büyük arşivdir.
O zaman Maryam Şahinyan fotoğraflarıyla
tanışmanız o yıllara denk geliyor.
Bu işin arka planı üç yıl. 2009'de
girdik atölyeye, 100 bini aşkın negatif filmi inceledik, tabaka dediğimiz cam
levhalar var. Her bir tabaka filmin tek tek temizliği, dijitalizasyonu,
sonrasında dijital restorasyon ve kataloglama gibi son derece titizlik
gerektiren bir süreç. Üç yıl içerisinde 40'a yakın asistan proje için dönüşümlü
olarak çalıştı. Bu gördüğünüz her bir imaj neredeyse baştan yapıldı. Bunlar
bize bu şekilde gelmedi, her bir filmin görselleştirilmesi neredeyse fotoğrafı
çekmek kadar, hatta bazen daha zorlu bir mesai gerektiriyor.
Bu sergi özelinde 100 bini aşkın imajdan
11 bin adet seçtik. 11 bin kare fotoğrafa aynı anda bakmamızı mümkün kılan bir
sergi daha hatırlamıyorum. 11 bini aşkın imaj ilk defa izleyiciyle yüzleşecek.
"Gezi'den sonra bu arşiv daha da
önem kazandı"
Gezi'den sonra bu arşiv başka bir önem
kazanıyor. 2011'de bu arşivle ilk çalışmaya başladığımızda biz yaşam tarzımız
gasp ediliyor diye sokaklara dökülmemiştik henüz. Burada yaşam şekillerinin temsili var ve
bu insanlar size bu yaşam şekliyle bir şey anlatıyor. Eteğinin boyuyla, bazen
bacak bacak üstüne atmasıyla, bazen şapkasının modeliyle. Senin bugün hayatta
takıp kapıdan çıkamayacağın şapkalar var burada.
Diğer yandan bugünkü çoğunluk, azınlık
fikriyle daha haşır neşir oldu Gezi'den sonra. 2011'de bakıldığında bu arşiv
daha "a onlar"dı. Bugün bakıldığında biraz daha "bize"
döndü bu konu. Çünkü bugün kendini hiç azınlık hissetmemiş gruplar kendini
azınlık hissetmeye başladı. Bugün herkes azınlık fikri üzerine daha fazla kafa
yoruyor, herkes kendini ister istemez aynı hissiyatla baş başa buluyor.
Sen de bugün sarı saçlarınla
azınlıktansın çünkü. Hepimiz biraz çekildik o tarafa, hepimiz biraz itilip
kakıldık. Bunu yaparken de en çok yaşam şekillerimiz dile dolandı.
Bugün yaşadığımız Instargam çılgınlığı ile buradaki tabloyu nasıl karşılaştırabiliriz?
Bugün yaşadığımız Instargam çılgınlığı ile buradaki tabloyu nasıl karşılaştırabiliriz?
Bu fotoğraflar olmayan bir şeyi öyleymiş
gibi göstermek için çekilmedi. Bu kadınlar bu fotoğrafları aile albümleri
dışında belki de hiçbir yerde paylaşmadılar. Bu çift bu fotoğrafı emin ol
kendisi için çektirdi. Bu aşk, gerçek aşk.
Bunu okumakla bugünü okumak arasında bir
fark var. Bugün belki teknik olarak daha iyisini çekiyoruz ama içinde olan
başka bir his yok. O duruluk, kendiliğindenlik. Maryam ne yapmış biliyor musun?
Gördüğün hiçbir karenin arşivde bir yedeği bile yok. Hepsinden bir tane çekmiş.
Bugün ne yapıyoruz. En az 50 kare çekiyoruz içinden bir tane çıkarabilmek için
ve çıkardığımız yine kötü. Yine içimize sinmiyor. Neden? Çünkü öyle bakamıyoruz
objektife artık.
"Simülasyon çağı yaşıyoruz"
Şu an bir simülasyon çağı yaşıyoruz.
Yaşamadığımız hayatları yaşıyormuş gibi göstermek üzerinden ilerleyen bir süreç
var. Buradan onurlu bir hikaye çıkmaz. Az önce konuşuyorduk biri hakkında 50
bin takipçisi var Instagram'da berbat bir hayatı var. Sabah uyanıp Zorlu
Center'a gidip Louis Vuitton'un kapısında fotoğraf çekip instagram'a koyuyor. Burada
öyle değil, bu fotoğraflar onların kendi gerçekliğiydi. Hiç bu kadar duru
bakamıyoruz objektife artık. Ağzımız, gözümüz yamuluyor. Çünkü o simülasyon
için bir hedef. Bu fotoğraflarla instagram neslini yüzleştirmek önemliydi.
İkincisi bir diğer başlık sekülerlik. Bu
seküler bir arşivdir. Bir kadının fotoğrafla ilgilenmesi, modernizm okuması
açısından önem taşır, Cumhuriyet tarihinin birikimiyle yakından ilişkilidir. Bizde
her kuşak kendi modernizmini keşfeder ve ölünce de kendi modernizmini yanına
alıp gider. Jenerasyonlar arası aktarım sıfır. Bu son 200 yıldır neredeyse
böyle. Cumhuriyet de bunu böyle yaptı. Cumhuriyet'ten önceki girişimlerde de bu
şekilde.
Şimdiki jenerasyon da bunu kendi
imkanlarıyla keşfediyor ama bir önceki jenerasyonun kurgusundan alabileceği çok
şey var aslında. Çünkü tam olarak yakalamak istediği şey, aslında aradığı şeyin
orijinali yanı başında. Metinde de yazdığımız gibi bu ülkenin çok katmanlı
tarihi, aynı zamanda bir önceki katmanı inkar ve yok sayma tarihi. Her yeni
gelen modernitenin bir önceki modernitenin tarihini inkar etme tarihi. O
inkarlar dizisi bizi bugün buraya sürüklüyor.
Bak bu aile ortadaki koltuğa tek başına
çocuklarını oturtuyor, ve kendileri ayakta poz veriyorlar. Altı yedi yaşlarında
bir çocuğu koltuğa oturtup yanında poz vermek çok seküler bir tavır, bugünkü
kültür en yaşlıyı koltuğa oturtuyor kendi ayakta kalıyor. Stüdyonun seküler kimliği özel olarak bu
sergideki vurgularımızdan biri. Maryam bir zümrenin, bir ekonomik grubun
fotoğrafçısı değil. Sünnet çocukları, Katolikler, askerler, asker eşleri var. Ermeni,
Rum ya da Türk olması mevzu değil, bu insanların buluştukları nokta ortak bir
yaşam tarzını benimsemiş olmalarıdır.
Maryam'ın hem kadın hem azınlık mensubu
bir fotoğrafçı olması bu tablonun ortaya çıkmasında önemli mi?
Önemli, bu da ona seküler dünyanın
Cumhuriyet döneminin bir armağanı. Bekar bir kadın, o zaman herkes evlenmek
zorunda değildi, bugün herkes evlenmek zorunda. 70'lerde de bir sürü yalnız yaşayan
insan vardı. Romanlarda, edebiyatta çok önemlidir bu karakterler. Bu da öyle
bir kadın. Müzminler denilirdi bunlara, bugün olduğu gibi herkes acilen evlenip
üç çocuk yapmak durumda değildi.
Fotoğrafın geçirdiği bütün dönüşümlere
rağmen kendi tarzını bozmadığı doğru mu?
Maryam'da 1985'te çekilmiş bir fotoğrafı
1940'ta çekilmiş bir fotoğrafla yan yana getirdiğimizde aynı teknolojiyi
görüyoruz. Aynı mizansen, aynı sandalye ve aynı koltuk. Bugün baktığımızda bu
çok sanatsal bir tavırmış gibi okunabilir. 72'de İstanbul'da bütün stüdyolara
renkli fotoğraf teknolojisi gelmişti ama Maryam siyah beyaz çalışmaya devam
ediyor ve hala giden var ona. (Gülüyor) Müşterisi de biraz kendisi gibi
diyebiliriz sanırım...
Bunun nedeni ne olabilir?
Bunun iki nedeni var. Birincisi hayır bu
kadın bunu sanat için yapmadı. Bu mekan böyle bir mekan. Bu mekanın ayakta
kalması biraz mahremiyetine biraz o kendi zamanını dondurmasına bağlı. Çok bir
iddiası yok. 6-7 Eylül'den bile zarar görmüyor. Galatasaray'ın ortasında
olmasına rağmen basılıp, yağmalanmaya bile tenezzül edilmiyor sanırım. Hiçbir
zaman sokağa açılan bir vitrini olmaması bu açıdan çok belirleyici.
Bu da bir varoluş biçimi. Bunların
getirdiği bir avantaj var stüdyoya. Örneğin Bella çok önemli bir arşiv çok
büyük zarar görmüştür. 40'lı yıllarda koluna taktığı siyah kolçakları 80'lerde
de takmaya devam etmesi, beyaz önlüğünü hiç çıkarmaması, saç şeklini bile hiç
değiştirmemesi onunla ilgili bize biraz veri veriyor. Maryam Şahinyan'ın
bireysel tercihleri Foto Galatasaray'ı doğruluyor.
Biz Foto Galatasaray'ı İstanbul'un şahane
stüdyosu diye ortaya koymadık, tam aksine o orta sınıf kültürünü,
"bobo" deriz yani bohem burjuvayı ağırlıyor. Modernizmi çok iyi
sindirmiş bir orta sınıf var bu fotoğraflarda. Taşıyıp getirdikleri kültürün
belki tek örneği. Çünkü bu ara yüzü konuşmuyoruz. Biz hep şunu konuşuyoruz,
modernite sanki bir zenginlik göstergesiydi, bir zümrenin tartışmasıydı. Üç
paragraf da olsa Maryam'ı ve onun külliyatını bugünkü kültüre kazandırmak bizim
için önemliydi, bu arşiv için ondan bu kadar direttik.
Bizi asıl vuran fotoğraf hayli sıradan
çiftin fotoğrafı oldu. Bu adam çok varlıklı bir adam değil aslında, kravatı
örneğin, çok alelade gündelik bir fotoğraf ama yan yana geldiklerinde ve
yüzümüze baktıklarında bize söyledikleri bir şey var. Bu bizim bugünkü
tartışmamızla çok ilgili. Hepsini bir yana bırakalım, bizi asıl vuran o davet
fotoğrafındaki şapkalı çiftin sadeliğinde yarattığı şeyi bizim biber gazları
altında Gezi'de de savunmuş olmamızdır.
Benim bir insanın fotoğrafına bakıp
kimlik giydirme şansım yok. Ama başka bir şeye hak görüyorum kendimde. Onların
yaşam kültürleriyle ilgili bir süzgeci var ve ben o kültürün (kimliği, dini,
dili hiçbir şeyi hesaba katmadan) devamıyım, bir süreklilik varsa, onların
bıraktığı mirastan dolayı var. Bunun da adı modernizm.
Tayfun Serttaş hakkında
Sanatçı, yazar ve araştırmacı
(1982). 2000'den bu yana yurtiçi ve dışında birçok akademik projeye
katıldı. Kent antropolojisi, toplumsal cinsiyet, ötekinin kültürel mirası,
gündelik yaşam sosyolojisi, azınlıklar, post-kolonyalizm, kentsel dönüşüm, göç
ve sosyal transformasyon, kültürel stratejiler ve minör politika konularında
çalışıyor, üretiyor. Enstalasyon odaklı çalışmaları görsel
arşivler, bulunmuş objeler, heykel, video, fotoğraf, sanatçı kitapları ve
belgesel temalara dayalı çizimler gibi farklı tekniklerin çok katmanlı
birleşiminden oluşuyor. İstanbul Üniversitesi Sosyal Antropoloji
mezunu. Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi'nde yüksek
lisansını, 'Modernizm ve kültürel temsiliyet olguları bağlamında İstanbul'da
fotoğraf ve azınlıklar' çalışmasıyla 2007'de tamamladı. İstanbul, New York,
Londra, Paris, Amsterdam, Varşova, Beyrut, Atina, Selanik ve Frankfurt gibi
kentlerde sergiler açtı.
*Pilevneli Sanat Galerisi'ndeki
"FlashBlack" sergisi 27 Nisan-26 Mayıs 2018 arasında
gezilebilir.
Kaynak: “FLASHBLACK: Instagram Çağına
Meydan Okuyan Fotoğraflar”
by Pınar Tarcan, 28 Nisan 2018, Bianet
by Pınar Tarcan, 28 Nisan 2018, Bianet
Haber kaynağına ulaşmak için tıklayın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder