BAŞKALARININ
İSTANBUL’U
Kumru Eren
Stüdyo fotoğrafçılığının duayeni Maryam Şahinyan,
1933’den başlayarak 60 yıl tutarlılıkla sürdürdüğü mesleğinde, Cumhuriyet
dönemi ve İstanbul’un 50 yıllık zaman diliminde geçirdiği sosyokültürel dönüşümlere
tanıklık etti. 1985 yılında yaşlılık nedeniyle stüdyosunu devrettiğinde, I.
Dünya Savaşı’nda kalma körüklü kamerasından geride 100 bini aşkın imajı
kapsayan İstanbul’un emsalsiz görsel arşivlerinden birini bırakmıştı. Tayfun
Serttaş’ın projesi olarak, 2011’de dijital olarak kamuya açılmasının ardından
ilk kez bir galeri bünyesinde sergilenen Foto Galatasaray arşivi, bu kez
Pilevneli Galeri’de Serttaş’ın yeniden üretim olarak kurguladığı FLASHBLACK
isimli kişisel sergisinin merkezine oturuyor. Serttaş, Şahinyan arşiv çalışması
paralelinde “Foto Galatasaray – Studio Practice by Maryam Şahinyan” isimli
kitaba da imza atmıştı.
“...doğudan, batıdan, güneyden, kuzeyden ipini koparan
soluğu burada almıştır. Oto tamircileri, lüks feneri, denizci fenerleri, iki
tekerleği kalmış bir bisikletten yepyeni bir bisiklet çıkaran bisiklet
onarıcıları, oto yapanları, deniz motoru, yepyeni tekneler icat edenler, kabara
çıkanlar, bez dokuyanlar, tombalacılar, tombala çekenler, kaçak sigara
satanlar, içkiyi en efendice içenler, zilzurna sarhoş olanlar oradadır.
...velhasıl, büyülü bir beldedir orası.” Pangaltı’dan Kasımpaşa’ya uzanan vadi,
Dolapdere’nin kaosunu böyle anlatır Yaşar Kemal ‘Kuşlar da Gitti’de. Bugünün şık
rezidansları ve minimal sanat galerini kazısak, altından bambaşka bir İstanbul
çıkacaktır adeta. Benim için yalnızca geçiş noktası ve sergi destinasyonu olan
bu semt, kim bilir kimlerin İstanbul’u olmuştu. Harbiye, Elmadağ, Taksim ve
Sütlüce ile çevrelenen vadinin ve çevresinin sakinleri geçtiğimiz yıllarda değişmiş
olmasa da; açılış günü Foto Galatasaray’ın stüdyosundan geçen yüzlerle buluşmak
isteyenler, Pilevneli Galeri’nin kapısında bekleyen o ‘başkalarının’ nedeni şüphesiz
buydu.
Alışkın olduğumuz sanat izleyicisinden yaşça ayrılan
kalabalığın arasından geçip, siyah kalın perdenin arasından süzüldüğümde
sergiye ismini veren FLASHBLACK isimli enstalasyonla karşılaşıyorum.
Enstalasyon, Pilevneli Galeri’nin 15 metre yüksekliğindeki cephe duvarından tüm
katlarına yayılarak, agrandisör boyutlarında üretilmiş 11 bin parça fotoğraftan
meydana geliyor. Galeri’nin izleyici içine alan mekan yerleştirmelerinden
alışkın olduğumuz tavır, bu kez her biri kendi biyolojisi içerisinde
tamamlayıcı bir bütünlük oluşturan imajlar üzerinden Şahinyan arşivini yeniden
tanımlıyor. Arşivin toplumsal hafıza ve sanattaki yeri nedir? Tayfun Serttaş,
görsel arşivlerin ‘hazır-nesne’nin ötesinde yeni bir bağlama oturtulmasıyla,
kendi önermesini yaratmayı başarıyor.
Şahinyan arşivinin, sanat pratiğinin merkezine gelene dek
serüveni sessiz sedasız devam ettiğini anlatıyor sanatçı. Stüdyonun Üsküdar’a
taşınması ardından, neredeyse sahipsiz kalıyor, hatta arşivi sokağa atılıyor.
Bu mütevazi hazine, Aras Yayıncılık’ın sahibi Yetvart Tomasyan’ın gözünden
kaçmıyor ve arşivi Beyoğlu’ndaki deposuna taşıyor. Sonrası ise Tayfun Serttaş
ile karşılaşana dek süren 25 yıllık uyku... 2011’de SALT’ta dijital olarak
kamuya açılması ardından, 2012’de Paris, 2013’de Amsterdam ve Tayfun Serttaş’ın
2015’de yine Paris’te gerçekleştirdiği kişisel sergisiyle Şahinyan arşivinin
bir bölümü izleyiciyle buluşuyor. Son durağı ise Yaşar Kemal’in sözünü ettiği
Dolapdere’nin renkli karmaşasıyla tezat oluşturan minimal binanın görkemli 15
metrelik duvarı.
Flashblack’i oluşturan 11 bin imaj, 100 bini aşkın tamamı
cam levha negatif, siyah- beyaz film içinden seçilmiş. Konservasyonu için üç
yıl boyunca çalışan sanatçı, mekânsal bir bağlam içerisinde forma dönüşen arşivin
fiziksel potansiyelinin de söz sahibi olmasını sağlamış. Kendini yeniden üreten
bir ekosistem gibi çalışan sergi, kentin gündelik yaşam sosyolojisine dair çok
şey söylüyor. Serttaş’ın deyimiyle ‘İstanbullunun bir iki kuşak öncesi ile
arasındaki kültürel kopuş’unun belgesi. Her jenerasyonun kendi görsel
belleğiyle katmanlaşan İstanbul’unu düşündürürken; Tayfun Serttaş’ı imgeleri
sanatla ilişkilendiren sabırlı bir arşivci değil, kültür tarihinin ‘kazısını
yapan’ titiz bir arkeolog olarak anmak gerekiyor. Serttaş, İstanbul’un görsel
katmanlarından çıkardığı, o bilmediğimiz ‘başkalarıyla’ ve belki de bilmediğimiz
İstanbulla izleyiciyi yüzleştiriyor.
Son dönemde hafıza, bellek, arşiv, albüm kavramları
üzerinden gelişen sanat pratiğinin yaygınlaşması belki de kopuşa karşı direnişe,
tarih yazımına sanattan bir yanıt demek. Foucault’tan bugüne tartışılan ‘arşivler’in
şeffaflaşması adına, izlenme potansiyeli konusunda kendisini kanıtlamış
Pilevneli Galeri’de sergilenen bu önemli albümünün izleyiciyle buluşmasına
tanıklık etmek ise başka güzel bir deneyimdi. Mekanın kendi bağlamını yaratması
gibi, Pilevneli Galeri’nin işte o başkalarının İstanbul’unun arasında uzanan
birleştirici vadide olması, tıpkı bir Barok kıvrım gibi serginin gücünü de
katlıyor.
Maryam Şahinyan’ın siyah-beyaz dünyasından, Dolapdere’nin
karmaşasını ayıran galeri kapısını aralarken, serginin açılmasını heyecanla
bekleyen yaşlı çifti görüyor; içerde bulmayı bekledikleri kardeşleri, komşuları,
çocuklukları; en çok da ‘kendi İstanbullarını’ bulmuş olduklarını umuyorum.
Kaynak: "Başkalarının İstanbul'u"
by Kumru Eren, 11 Mayıs 2018, HÜRRİYET
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder