Leyla Gediz
'Broken', 2016
oil on canvas, 38x60x4 cm
Önce Balat’a
şaşırdım, sonra Leyla’ya.
Son iki senedir içinden çıkamadığım bir konu var. Peki şimdi hayata hiçbir şey olmamışçasına devam mı etmeli, yoksa durdurmalı mı gündelik olanın akışını, hayatı? İkilem, çünkü bir yanın ‘hayat senin elbette doyasıya ...’ falan diyor. Diğer yandan adımların geri gidiyor, istemiyorsun, çünkü bu kadarı çok fazla.
Son iki senedir
bu işin içinden çıkabilenleri ve çıkamayanları izliyorum. Yani elinde bir
‘hayat’ ile kalakalanların, bu saatten sonra o ‘hayat’ ile acaba ne yapacaklarını merak
ediyorum. ‘Beyhude bir çaba’ ile ‘şimdi değilse ne zaman?’ fikirleri arasında
gidip gelip gidiyorum... Son iki senedir ‘zamanlama’ hiç olmadığı kadar önemli
tabi.
Leyla’nın hep
kendine dair bir zaman dilimi vardı. Ben o zaman diliminden tanırım Leyla'yı. Sanırım bugüne kadar yaptığı sergilerin
tamamını gördüm. Göremediğim bir kaçına ise görmüş kadar hakimim. Koşullar ve
mekanlar daima değişti, onun kendine özgü zamanı hiç değişmedi. Fakat şimdi o
zaman beni farklı zamanlarla meç ediyor. Nostalji diyemeyeceğim, melankoli hiç
değil, başka türlü bir yüzleşme. Hayata dair.
Gemmayzeh’de
savaş yıkıntıları arasında filizlenen sanat galerilerini gezerken şöyle
düşünüyordum; bu insanlar sanat yaparak sanat dışında bir şeyi daha mümkün
kılıyorlar, hayatın her şeye rağmen devam edebileceği gerçeğiyle yüzleşmemizi
sağlıyorlar... Balat bir süredir bana Gemmayzeh kadar yakın/uzak. Şimdi aynı
sokaklarda yürümemin bir nedeni var.
Yaptığı her
sergide iki adım geri, üç adım ileri gitmeyi sever Leyla. Lineer zamanı kırar,
başka türlü yer açamaz kendi zamanına. Asla ‘kendini aşma’ hevesine düşmez,
pratiğine ihanet etmez. Bugün yaptığı resim, on sene önce yaptığı resmi
çürütmez, böyle bir kaygı da gütmez. Kendi zamanına duyduğu sadakat, onun
eserleriyle haşır neşir olan izleyiciye ayrı bir haz verir. Her şeyin yerli
yerinde olduğuna dair, sanatçıya duyulan bir tutkuya dönüşür. Tarih gibi.
‘Loş Bahçe’
serisi gibi doğrudan mekana odaklandığı serilerini ve bazı istisnaları
saymazsak genellikle mekan yoktur Leyla’nın resminde. Mekan boşluktur. İmge ve
mekan arasındaki ilişkiyi gölge/ışık oyunlarıyla yansıtır tuvale. Perspektifi
kurar fakat imgeyi en doğru noktaya yerleştirmeyi izleyiciye bırakır. Buraya
kadar olan tuvalin kapladığı alanla ilgili.
Bir de tuvalin
dışı var ki, ikinci bir katman olarak sergi mekanını düşünmemizi gerektiriyor.
Uzunca süredir resim asmıyor Leyla, resim koyuyor. Ardışık formüller arasında
konumlanan her bir tuval, imgenin mekanla, izleyiciyle ve bir diğer imgeyle
olan ilişkisini yeniden tarifliyor. Tüm bu formüler arasında ‘sergi’ bir bütün
olarak konuşuyor. Son senelerde yaptığı neredeyse tüm sergilerde bu bütünü
bozdu ve baştan kurdu.
Serpilen, hem tuvalin içerdiği hem de mekanda ürettiği içerik bağlamında bana
kalırsa bir zirve. Fakat dikey anlaşılmamalı, uzun zamandır kurmakta olduğu
yatay denklem içerisinde bir köşe taşı... Üstelik bu kez hiç olmadığı kadar ‘biz’e
doğru. Sanatçının ‘serpilişi’, hem bireysel pratiğinin tarihine, hem de bugünkü tarihe
yansıttığı ışığın (yer yer ters yüz ettiği gölge oyunlarının) örgüsünde.
Bir süredir çok
büyük prodüksiyonlu sergilerle pek ilgilenmiyorum. O gibi sergilerde özgül
soru(n)larıma dair yanıtlar yakalayamıyorum. Asıl açılımın kamuya yönelik
olduğunu görüyorum ve doğrusu o kamusal hengameden bana ışık doğmuyor. Esasen
uzunca bir süredir lokalde neler olup olamayacağının merakındayım. O
beklenmedik çıkışı bekliyorum. Biraz da bu beklentiden olsa gerek, (başa
dönersek) önce Balat’a şaşırdım, sonra Leyla’ya. WOW!
Ve buradan bize
gelirsek;
Hayatta bazı
konular vardır, onlardan bahsederken adını telaffuz etmeye asla lüzum görmeyiz...
Cümlenin renginden iki taraf da anlar bahsedileni. Harbiye yönüne giden halk
otobüsüyle eve dönerken içgüdüsel olarak dökülüverdi ağzımdan o en içimi
kemiren soru;
“Tamam ama, peki sen bunu nasıl başardın?”
tereddütsüz yanıtladı Leyla;
“Anka kurtardı beni...”
“Tamam ama, peki sen bunu nasıl başardın?”
tereddütsüz yanıtladı Leyla;
“Anka kurtardı beni...”
Şaşırmadım, ama
ben yapamazdım. Dakikalar önce yolun kenarında taksi beklerken, koca otobüsü
çevirip “hadi atla bunla gidelim” diye biniverdi Leyla... Ben tek başıma artık
o otobüse de binemezdim.
Leyla aynı Leyla.
Leyla daima.
Leyla aynı Leyla.
Leyla daima.