30 Eylül 2011 Cuma
500 metrede büyük sonbahar
bugün çok erken uyanmak istedim. gün doğarken yazmak. üstelik başardım. belki de dünyanın en direnç gerektiren karşı koyuşu, 360 derece beyoğlu bombardımanı ile çevriliyken, perdeleri kapatıp yazmaya çalışmak. dışarısı çekici olduğundan değil, içerinin atmosferini de mahvettiğinden. beyoğlu'nda içeride olmak, hep ikilem. sabah 05:30, balkon kapısının aralığından aylardır olmadığı kadar temiz bir hava sızdı içeriye. yorganın üzerine attığım bacağımdan başlayarak tüm bedenimi yaladı. o havayı soluyarak uyandım güne. mis. gökyüzü saks mavisi, aylardır hiç olmadığı kadar. yüzümü yıkayıp geri dönene dek kaybolsada, son dakikalarına şahit olmak rüya. kuzey ışıkları. bugün ilk kez sokağa çıkarken ne kadar örtünmem gerektiğini bilemedim. nihayetinde kadife ceket, güneş gözlüğü kombinasyonuna budur diyerek daldım güne. şemsiyesiz. yayınevinden dönerken şiddetlendi yağmur. hıdivyal han ile garanti han'ın tam orta yerinde, birinden bir diğerine geçmeyi henüz başaramamış iken.. biraz hızlandım, hızlandı. biraz yavaşladım, hızlandı. durdum, daha da hızlandı. kader. o halde bugün ıslanmak istedim, doğa tüm bedenime dokunsun istedim, başıma aniden birşey gelmiş olsun bende işi gücü terkedip oracıkta teslim olayım istedim. öyle oldu. yürüyebileceğim kadar yavaş yürüdüm geriye kalan 500 metreyi bugün. belki de seneler sonra her daim koşar adımlarla katettiğim cadde de ilk kez salındım. herkesin saçakların altına sığındığı o en şiddetli anlarda, sanıyorum caddenin ortasında benim dışımda birkaç kişiden daha fazlası kalmamıştı. bugün ıslanmak ne güzel. telaşa kapılmadan, sonbaharla ilk gününde böylesine derinden kaynaşmak ne güzel. doğadan kopuşun, henüz mümkün olmadığına inandırıyor beni güzel sonbahar.
27 Eylül 2011 Salı
Figurative Essays on Post-colonialism
Figurative Essays on Post-colonialism
What are the signs that we have been able to put on Amin Maalouf's "Ports of Call," that feels unfinished? And now, how should we start to produce this ominous geography that different sets of eyes wake up to every day? What are the signs that should be used? Put more simply, for those of inside, with which signs does the Middle East start and end? If cyclical, how is the absolute transpired? Over which signifiers are the layers of perception between the two centers of memory founded? In other words, do we have such a prescription? Every passing day, more so, no.
Maybe, when returning to the ports with very different tools, that very lost image in our minds that fails to appear, is about the beginning and end of those very ports. This new "cultural game" that we learned to play with post-colonialism is tamed so that we are not reminded of a hundred years ago, but, it is just as obese, sovereign, voyeuristic and equally mad when in trouble. We should be careful. To seek refuge in similar ports from autonomous lands that lean on forests of cedar, to go on a sea journey that ends on the peripheries of Paris, to dictate the same cultures, to escape the same cultures, to remember the same culture as "mine," is more difficult today than ever before.
Now, trying to look at myself after having returned from the same point, it should be added that this is not an East-West dialectic. At least, it is not about directions that appear in my mind at the most dreary moment when I'm by the cultural debris. I'm just trying to seek ways of confessing the search for signifiers that are about me and delienated by me. I'm researching myself. Sometimes, I find.
Post-kolonyalizm Üzerine Figüratif Denemeler
Amin Maalouf’un yarıda kalmış hissi uyandıran “Doğunun Limaları” isimli başyapıtı üzerine bugüne değin hangi işaretleri koyabildik? Ve şimdi her sabah başka gözlerin önüne sereserpe uyanan bu tekinsiz coğrafyayı üretmeye hangi işaretleri kullanarak başlamalıyız? Daha yalın hali ile, biz içeridekiler için Ortadoğu hangi işaretlerle başlar ve de hangileriyle sonlanır? Döngüsel ise eğer, mutlaklığı nerede vuku bulur? Bu iki hafıza merkezi arasındaki algı katmanları, hangi göstergeler üzerine inşaa edilir? Kısacası, elimizde bu türden bir reçete var mı? Her geçen bir gün biraz daha fazla, yok.
Aynı limalara şimdi çok daha değişik aygıtlarla geri dönerken, belki de zihnimizde bir türlü beliremeyen en kayıp imge, o limanların başlangıç ve bitiş noktasına dair. Post-kolonyalizm ile birlikte oynamayı öğrendiğimiz bu yeni “kültürel oyun" her ne kadar bir yüzyıl öncesini hatırlatmayacak derecede uysallaştırılmış olsa da, en az onun kadar obez, en az onun kadar hükümdar, en az onun kadar röntgenci, başı derde girdiği anlarda ise en az onun kadar kuduz. Dikkatli olmalıyız. Sırtını sedir ormanlarına veren o özerk arazilerden, benzer limanlara sığınmak, Paris periferilerinde biten bir yolculuğa, o gemilerle çıkmak, aynı kültürlere hükmetmek, aynı kültürlerden kaçmak, aynı kültürü “kendim” olarak hatırlamak, bugün hiç olmadığı kadar zor.
Şimdi aynı noktadan geri dönerek bakmayı denerken kendime, ilave etmeli ki, bu bir Doğu – Batı diyalektiği değil. En azından altında kaldığım kültürel enkazın bu en hazin noktasında, zihnimde belirenler yönlerden ibaret değil. Kendime dair, sınırları benim tarafından çizilmiş bir gösterge arayışını, kendime itiraf etmenin yollarını deniyorum yalnızca. Kendi kendimi araştırıyorum. Zaman zaman, buluyorum.
What are the signs that we have been able to put on Amin Maalouf's "Ports of Call," that feels unfinished? And now, how should we start to produce this ominous geography that different sets of eyes wake up to every day? What are the signs that should be used? Put more simply, for those of inside, with which signs does the Middle East start and end? If cyclical, how is the absolute transpired? Over which signifiers are the layers of perception between the two centers of memory founded? In other words, do we have such a prescription? Every passing day, more so, no.
Maybe, when returning to the ports with very different tools, that very lost image in our minds that fails to appear, is about the beginning and end of those very ports. This new "cultural game" that we learned to play with post-colonialism is tamed so that we are not reminded of a hundred years ago, but, it is just as obese, sovereign, voyeuristic and equally mad when in trouble. We should be careful. To seek refuge in similar ports from autonomous lands that lean on forests of cedar, to go on a sea journey that ends on the peripheries of Paris, to dictate the same cultures, to escape the same cultures, to remember the same culture as "mine," is more difficult today than ever before.
Now, trying to look at myself after having returned from the same point, it should be added that this is not an East-West dialectic. At least, it is not about directions that appear in my mind at the most dreary moment when I'm by the cultural debris. I'm just trying to seek ways of confessing the search for signifiers that are about me and delienated by me. I'm researching myself. Sometimes, I find.
Post-kolonyalizm Üzerine Figüratif Denemeler
Amin Maalouf’un yarıda kalmış hissi uyandıran “Doğunun Limaları” isimli başyapıtı üzerine bugüne değin hangi işaretleri koyabildik? Ve şimdi her sabah başka gözlerin önüne sereserpe uyanan bu tekinsiz coğrafyayı üretmeye hangi işaretleri kullanarak başlamalıyız? Daha yalın hali ile, biz içeridekiler için Ortadoğu hangi işaretlerle başlar ve de hangileriyle sonlanır? Döngüsel ise eğer, mutlaklığı nerede vuku bulur? Bu iki hafıza merkezi arasındaki algı katmanları, hangi göstergeler üzerine inşaa edilir? Kısacası, elimizde bu türden bir reçete var mı? Her geçen bir gün biraz daha fazla, yok.
Aynı limalara şimdi çok daha değişik aygıtlarla geri dönerken, belki de zihnimizde bir türlü beliremeyen en kayıp imge, o limanların başlangıç ve bitiş noktasına dair. Post-kolonyalizm ile birlikte oynamayı öğrendiğimiz bu yeni “kültürel oyun" her ne kadar bir yüzyıl öncesini hatırlatmayacak derecede uysallaştırılmış olsa da, en az onun kadar obez, en az onun kadar hükümdar, en az onun kadar röntgenci, başı derde girdiği anlarda ise en az onun kadar kuduz. Dikkatli olmalıyız. Sırtını sedir ormanlarına veren o özerk arazilerden, benzer limanlara sığınmak, Paris periferilerinde biten bir yolculuğa, o gemilerle çıkmak, aynı kültürlere hükmetmek, aynı kültürlerden kaçmak, aynı kültürü “kendim” olarak hatırlamak, bugün hiç olmadığı kadar zor.
Şimdi aynı noktadan geri dönerek bakmayı denerken kendime, ilave etmeli ki, bu bir Doğu – Batı diyalektiği değil. En azından altında kaldığım kültürel enkazın bu en hazin noktasında, zihnimde belirenler yönlerden ibaret değil. Kendime dair, sınırları benim tarafından çizilmiş bir gösterge arayışını, kendime itiraf etmenin yollarını deniyorum yalnızca. Kendi kendimi araştırıyorum. Zaman zaman, buluyorum.
26 Eylül 2011 Pazartesi
Studio Osep@3rd Thessaloniki Biennale
The 3rd Thessaloniki Biennale
18th September - 18th December, Thessaloniki
“A ROCK AND A HARD PLACE”
Curators: Paolo Colombo, Mahita El Bacha Urieta, Marina Fokidis
More information about The 3rd Thessaloniki Biennale, click here
18th September - 18th December, Thessaloniki
“A ROCK AND A HARD PLACE”
Curators: Paolo Colombo, Mahita El Bacha Urieta, Marina Fokidis
More information about The 3rd Thessaloniki Biennale, click here
25 Eylül 2011 Pazar
Kadın katliamı olmuş, önemli mi?
Vaktiyle samimiyetlerini sorgulamaya gerek dahi görmeden bağrımıza bastıklarımız, bugün kalkmış bizim samimiyetlerimizi sorluyor. Üzülmek, samimiyetsizlik. Siirt'de kadın katliamı yaşandı. Bir araba dolusu genç kadının bedenleri roketlerle parçalandı, can çekişen bedenleri üzerine kurşunlar yağdırıldı. 4'ü olay yerinde öldü, 2'si hala ameliyat masalarında ölüm kalım mücadelesi veriyor. Yanlış mı görük? Kadın değil miydi onlar, yoksa onlarıda mı devlet öldürdü, her zamanki gibi medya da bizi kandırdı mı? Boşuna mı kahrolduk yine?
Böyle bir ortamda ben öncelikle olayın üzerinden günler geçmesine karşın sindikleri köşerinde sus pus bekleyenlerin samimiyetlerini sorgulamak isterim o halde. An itibarı ile bu ülkenin kadın örgütleri nerede, pek güzide feministerimiz nerede, barış anneleri nerede, en küçük olayda sokakları dolduran allı morlu aktivistlerimiz neredeler acaba? Canlı kalkan olmak için mayınlı arazilere yığılıp üç gün üç gece nöbet beklemekten daha mı zor bazı kadınlarımız için kalkıp buna bir kınama getirebilmek? Şiddetin her türlüsüne DUR diyebilmek, ne zamandan beri bu kadar ZOR?
Bir samimiyet ölçecekseniz eğer, hele ki kadın olarak, önce üzerinde tepindiğiniz kadın cesetlerinin akibetine bir bakmanızı rica ederim, bir kızlık zarı uğruna aşiret sehpalarında koyun gibi boğazlanan genç kızları hatırlamanızı dilerim, mal gibi kilo ile alınıp satılan kadın ticaretinin vurdumduymazlığınız sayesinde ne boyutlara ulaştığını saptayabilmenizi arzularım, bir samimiyet ölçecekseniz eğer, önce Siirt'de yaşanan olayı kınayıp, ondan sonra kalkıp eleştiriye bizzat kendinizle başlamanızı öneririm. Bunu yapamadığınız sürece, ben sizin samimiyetinizden kuşku duymaya dahi gerek görmem artık, canisiniz.
Vakti zamanında bizler eleştirmeye bizzat kendilerimizle başladık, kendimizi asla kutsamadan, kendi içimizdeki adaletsizlikleri ört bas etmeden, kendi rolümüzü mümkün mertebe zayıflatarak, evrensel değerle ters düşmeden, olası tiranlıklara katiyen mahal vermeden, önce kendi bayraklarımızı yakarak, her daim işaret parmaklarımızı kendimize yöneltmeyi tercih ederek yaklaştık bu sürece. Bu açık kart, daima cebimizdeydi. Bugün samimiyet diyenler, bu karttan başlayabilir kendi samimiyetleri üzerine düşünmeye. Çünkü anlıyoruz ki, onlar bizlerin sahip olduğu fırsatların yarısına dahi sahip olsalarmış, bizler onların umrunda olmayacakmışız. Fırsat buldukları noktada, kimse onların umrunda değil. Kadın hakları, biz samimiyetsizlere dair bir fanteziymiş.
Böyle bir ortamda ben öncelikle olayın üzerinden günler geçmesine karşın sindikleri köşerinde sus pus bekleyenlerin samimiyetlerini sorgulamak isterim o halde. An itibarı ile bu ülkenin kadın örgütleri nerede, pek güzide feministerimiz nerede, barış anneleri nerede, en küçük olayda sokakları dolduran allı morlu aktivistlerimiz neredeler acaba? Canlı kalkan olmak için mayınlı arazilere yığılıp üç gün üç gece nöbet beklemekten daha mı zor bazı kadınlarımız için kalkıp buna bir kınama getirebilmek? Şiddetin her türlüsüne DUR diyebilmek, ne zamandan beri bu kadar ZOR?
Bir samimiyet ölçecekseniz eğer, hele ki kadın olarak, önce üzerinde tepindiğiniz kadın cesetlerinin akibetine bir bakmanızı rica ederim, bir kızlık zarı uğruna aşiret sehpalarında koyun gibi boğazlanan genç kızları hatırlamanızı dilerim, mal gibi kilo ile alınıp satılan kadın ticaretinin vurdumduymazlığınız sayesinde ne boyutlara ulaştığını saptayabilmenizi arzularım, bir samimiyet ölçecekseniz eğer, önce Siirt'de yaşanan olayı kınayıp, ondan sonra kalkıp eleştiriye bizzat kendinizle başlamanızı öneririm. Bunu yapamadığınız sürece, ben sizin samimiyetinizden kuşku duymaya dahi gerek görmem artık, canisiniz.
Vakti zamanında bizler eleştirmeye bizzat kendilerimizle başladık, kendimizi asla kutsamadan, kendi içimizdeki adaletsizlikleri ört bas etmeden, kendi rolümüzü mümkün mertebe zayıflatarak, evrensel değerle ters düşmeden, olası tiranlıklara katiyen mahal vermeden, önce kendi bayraklarımızı yakarak, her daim işaret parmaklarımızı kendimize yöneltmeyi tercih ederek yaklaştık bu sürece. Bu açık kart, daima cebimizdeydi. Bugün samimiyet diyenler, bu karttan başlayabilir kendi samimiyetleri üzerine düşünmeye. Çünkü anlıyoruz ki, onlar bizlerin sahip olduğu fırsatların yarısına dahi sahip olsalarmış, bizler onların umrunda olmayacakmışız. Fırsat buldukları noktada, kimse onların umrunda değil. Kadın hakları, biz samimiyetsizlere dair bir fanteziymiş.
23 Eylül 2011 Cuma
Foto Galatasaray / SALT Galata
Açık Arşiv 1
Foto Galatasaray
Araştırmacı/Sanatçı: Tayfun Serttaş
1 Kasım 2011 – 8 Ocak 2012
SALT Galata
Foto Galatasaray projesi, 1935’ten 1985’e kadar Beyoğlu Galatasaray’daki mütevazı stüdyosunda kesintisiz olarak fotoğrafçılık yapan Maryam Şahinyan’ın (1911, Sivas-1996, İstanbul) tüm mesleki arşivinin yeniden görselleştirilmesi üzerine kuruludur. Arşiv, Cumhuriyet sonrası İstanbul’un sosyo-kültürel haritasında gerçekleşen demografik dönüşümler ve tanıklık ettiği tarihsel dönem açısından benzersiz bir envanter olduğu kadar İstanbullu bir kadın stüdyo fotoğrafçısının yarım asırlık mesleki kariyerinin kronolojik bir iz düşümü niteliğindedir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Balkanlardan göç eden bir aileden devraldığı körüklü ahşap fotoğraf makinesi ve 1985’e dek kullanmaya devam ettiği siyah-beyaz tabaka filmlerle Şahinyan, fotoğrafın geçirdiği tüm teknolojik dönüşümlere ve popüler gereksinimlere karşın âdeta zamanı askıya almış, teknik ve estetik prensiplerinde en küçük bir değişiklikliğe gitmeksizin emsalsiz bir görsel bütünlük yaratmıştır.
Foto Galatasaray’ın, tamamı siyah-beyaz negatif ve cam negatiflerden meydana gelen fiziksel arşivi, İstanbul’un yakın dönem klasik fotoğraf stüdyolarından bugüne eksiksiz şekilde ulaşabilmiş en nadir örneklerdendir. 1985’te Şahinyan’ın stüdyoyu devretmesinin ardından el değiştiren arşiv, Aras Yayıncılık’ın sahibi Yetvart Tomasyan’ın deposuna taşınmıştır. 25 yıllık bir bekleyişin ertesinde arşivde yer alan 200 bine yakın negatif, sanatçı/araştırmacı Tayfun Serttaş’ın oluşturduğu bir ekip tarafından iki yıllık bir sürede tasnif, temizlik, sayısallaştırma, sayısal restorasyon ve kategorizasyon aşamalarından geçerek korunmaya alınmıştır.
Foto Galatasaray; Phebus, Andriomenos ya da Sabah gibi 19. yüzyıldan beri tanınan kimi seçkin fotoğraf stüdyoları kadar görünür olmamakla birlikte, stüdyonun sürekliliğini sağlayan orta ve alt sınıfların temsili açısından özel bir konuma sahiptir. Şahinyan’ın kadın, Ermeni ve dindar kimliği üzerinden sıkı sıkıya ilişkilendiği çevresi, diğer tüm İstanbul stüdyolarından farklı olarak Foto Galatasaray’ın daimi müşteri portfoyünün sosyolojik zeminini belirler. Dört adet abartısız vesikalık dışında kendisine ait neredeyse hiç fotoğrafı bulunamayan Şahinyan, yaşamı boyunca fotoğraf makinesinin ardında kalarak her biri dikkat isteyen yüz binlerce fotoğraf çekip rötuşlamış, banyo ettiği tüm filmleri dikkatle numaralandırarak tarihlendirmişti. Yarım asırlık bir zaman dilimi içerisinde verdiği bu hizmet ile kent merkezindeki etnik, sosyal, kültürel, dinsel ve ekonomik dönüşümün tarafsız bir izleğini sürmüştü.
Öznelerinin itinayla hazırlandıkları önemli merasimleri birer anı nesnesine dönüştüren fotoğraflardan sıradan vesikalıklara uzanan değişik içerikteki mizansenler, kültürel temsiliyet ihtiyacının yakın dönemin gündelik yaşam döngüsü içerisinde ne denli büyük anlamlar ifade ettiğinin kanıtıdır. 1942 Varlık Vergisi’nden 1974 Kıbrıs Savaşı’na farklı siyasal dönemleri içeren arşiv, kronolojiyle ters orantılı olarak İstanbul’da Rum, Yahudi ve Ermeni toplumları seyrelirken Anadolu’dan yeni göç edenlerin çoğalmasına; giyim kuşam, aksesuvar ve saç modeli değişikliklerinden kent hayatındaki sınıfsal ve demografik yapıların dönüşümüne, şehre adaptasyon sürecinin kuşaklar arasında yol açtığı farklılaşmadan toplumsal cinsiyet normlarının fotoğrafa yansıyan prototiplerine ve elbette bir kadın fotoğrafçı olarak Şahinyan’ın estetik alışkanlıklarına kadar farklı ilgilere açıktır.
Tayfun Serttaş’ın bilimsellik, merak ve rastlantısallığı bir araya getiren tutkulu araştırmacılığı, Yetvart Tomasyan’ın Foto Galatasaray’a dair anıları ve araştırma sürecine katılan asistanların projeye ilişkin hikâyelerini anlatan videolarla birlikte sunulan sergide, Serttaş tarafından hazırlanan enstelasyon binlerce imgeyi bir anlatı ve bir görme biçimine çevirecek.
Proje kapsamında ayrıca, Aras Yayıncılık tarafından, Serttaş’ın editörlüğünde hazırlanan kapsamlı bir kitap yayımlanacak. Öte yandan arşiv, 2012’de online olarak kamusal katılıma açılacak ve Foto Galatasaray stüdyosunda fotoğraf çektirmiş on binlerce kişinin kimliklendirilmesi sürecine geçilecek.
Açık Arşiv Hakkında
Bir Açık Arşiv projesi olarak Maryam Şahinyan’ın fotoğrafları üzerinden yeni bir yakın tarih okumasına olanak tanıyan Foto Galatasaray, tarihsel kesintilerle derinden etkilenen toplumsal hafızaya ilişkin kural koyucu saptamalar üzerine eleştirel bir yaklaşım geliştirmeyi amaçlamaktadır.
SALT Araştırma’nın seçilmiş projeleri, SALT Galata’da bu konuya adanmış olan Açık Arşiv mekânında sergilenerek yorumlanmaya açılmaktadır. sergisi ile başlayan Açık Arşiv projesi, arşiv, demokrasi ve şeffaflık arasındaki muhtemel ilişkiyi irdeler ve arşiv olgusunun son yıllarda internet teknolojileriyle birlikte dağıtık ağlar üzerinde, katılımla zenginleşen ve çoklu kullanım sayesinde sürekli geliştirilen bir olguya dönüştüğü fikrini vurgular.
SALT, sürdürdüğü projeleri tartışmanın seyrine bırakarak arşivin hiçbir zaman tamamlanmayacak bir olgu olduğunu kabul eder ve ancak kullanıcıyla kesişim noktasında değer kazanabileceğini varsayar.
Open Archive 1
Foto Galatasaray
Researcher/Artist: Tayfun Serttaş
November 01, 2011 – January 08, 2012
SALT Galata
The Foto Galatasaray project is based on the re-visualization of the complete professional archive of Maryam Şahinyan (Sivas, 1911 – İstanbul, 1996), who worked as a photographer at her modest studio in Galatasaray, Beyoğlu uninterruptedly from 1935 until 1985. The archive is a unique inventory of the demographic transformations occurring on the socio-cultural map of İstanbul after the declaration of the Republic and the historical period it witnessed; it is also a chronological record of a female İstanbulite studio photographer’s professional career. Armed with the wooden bellows camera she took over from a family that immigrated from the Balkans in the aftermath of the First World War and the black-and-white sheet film she continued to use until 1985, Şahinyan, in a sense, arrested time – both against the technological advancements photography was experiencing and contemporary trends. In the end, she created an unparalleled visual coherence without compromising her technical and aesthetic principles.
Consisting entirely of black-and-white and glass negatives, the physical archive of Foto Galatasaray is a rare surviving example of the classical photography studios of İstanbul’s recent past. Changing hands after Şahinyan left the studio in 1985, the archive was transferred to a storehouse belonging to Yetvart Tomasyan, owner of Aras Publishing. Twenty-five years later, approximately 200,000 negatives in the archive were, over the course of two years, sorted, cleaned, digitized, digitally restored, categorized and protected by a team under the direction of artist/researcher Tayfun Serttaş.
Foto Galatasaray was never as visible as some of the elite photography studios, famous since the 19th century, like Phebus, Andriomenos or Sabah. Nonetheless, it played an important role in representing the middle and lower classes that ensured the continuity of the studio. Şahinyan was a devout Armenian woman, and her identity created a closely-knit circle that determined the sociological basis of Foto Galatasaray’s clientele, setting it apart from İstanbul’s other studios. Except for four understated passport photos, no photographs exist of Şahinyan herself, who throughout her life remained behind the camera, scrupulously taking hundreds of thousands of photographs, retouching them, and painstakingly numbering and dating each film she developed. Spanning half a century, her work impartially traces the ethnic, social, cultural, religious and economic transformations taking place at the center of the city.
From ordinary passport photos to photographs that turn important ceremonies, for which the subjects prepared with great care, into memorabilia, Foto Galatasaray’s mise-en-scènes offer proof that the need for cultural representation within the rush of daily life has in recent decades been of great importance. The archive covers various political periods, from the 1942 imposition of Turkey’s Capital tax to the war against Cyprus in 1974. It also reflects a wide range of interests including the decrease in İstanbul’s Greek, Jewish and Armenian populations as immigration from Anatolia increased; changes in dress, accessories and hair styles; the transformation of class and demographic structures in urban life; differences between generations created by adaptation to the city; prototypes of gender; and, naturally, the aesthetic preferences of Şahinyan as a female photographer.
Presenting Tayfun Serttaş’s passionate research, which with a scientific approach brings together curiosity, coincidence, Yetvart Tomasyan’s memories of Foto Galatasaray and the stories of research assistants, the exhibition also features an installation by Serttaş that will turn thousands of images into a narrative and way of seeing.
In the context of the project, Aras Publishing will publish a comprehensive book edited by Serttaş. The archive itself will be open to online public participation in 2012, when the tens of thousands of people photographed at Foto Galatasaray may be identified.
About Open Archive
As an Open Archive project, Foto Galatasaray makes new readings of recent history possible through the examination of Maryam Şahinyan’s photographs. It aims to develop a critical approach to preconceived ideas around social memory deeply marred by historical discontinuities.
The selected projects of SALT Research are exhibited and presented for interpretation in Açık Arşiv [Open Archive], located at SALT Galata and dedicated specifically to this subject. Starting with Foto Galatasaray, the Open Archive project explores possible relationships between archives, democracy and transparency. SALT supports the notion that archives can be revolutionized on distributed networks and with the participation of a multitude of users. The archive is never "complete" and is of value only when offered for public use.
19 Eylül 2011 Pazartesi
İstanbul-Atina-Selanik hattında sanat / Alin Taşçıyan
Yunanistan’ın ünlü galerisi Kalfayan’dan İstanbul’a, aynı anda birçok işi sergilenen Tayfun Serttaş’ın atölyesine konuk olduk. Öyle projeleri var ki bir an önce görmek isteyeceksiniz.
Tayfun Serttaş’ı tutun tutabilirseniz bu aralar! Yunanistan’ın ünlü galerisi Kalfayan’ın Atina şubesindeki Remap3 sergisi kapsamında Öteki, Öteki ve Sonrası, Selanik Bienali’nde ise Studio Osep’in sergilenme haberi, tam da İstanbullu Rumlara mülkleri üzerindeki haklar geri verildiği sırada geldi! ArtBeat ‘te ve ArtSümer’in Karaköy’deki yeni mekanının açılış sergisi Sıfır Noktası’nda da işleri sergileniyor. Kasım’da SALT Galata ve Contemporary İstanbul’u iple çekmemizi sağlayacak projeler hazırlıyor.
Söyleşi yapmak için atölyesine gittiğimde devasa projesinin kılı kırk yaran çalışma sürecine tanık oldum. İstanbul’un ilk kadın stüdyo fotoğrafçısı Maryam Şahinyan’ın arşivini temizleyerek dijitalize ediyor! SALT Galata’nın Açık Arşivi’nin açılış projesi; Foto Galatasaray... Antropoloji öğrenimi gören, lisans çalışmaları sırasında azınlıklar üzerine çalışan Serttaş özellikle Cumhuriyet sonrası stüdyo fotoğraflarıyla ilgileniyor. Stüdyo Osep kitabını çıkardığı Aras Yayıncılık, Maryam Şahinyan’ın yaklaşık iki yüz bin fotoğraftan oluşan arşivini ona teslim etmiş. “Şimdi anlıyorum ki 6-7 Eylül’de çok zarar gören mekanlardan biri de stüdyolar. Türkiye’den giderken arşivini yanında götüren Rumlar var. Kalanların ne yapılabileceği bilinememiş. Kiloyla satılmış sahaflara. Maryam’ın fotoğraflarının yüzde 99’ı kadın! Onun için bir avantaj olmuş kadın olmak. ‘Çok direnmiş olmalı 60 yıl çalışabilmek için’ diye baksak da kadın olduğu için kadınlar ona gitmiş.” SALT Galata’daki Açık Arşiv 1- Foto Galatasaray’ın bir de web sitesi olacak. “Fotoğrafla ilgili bildiğin bütün bilgileri işleyebileceksin. Hiç tükenmeyen bir bilgi bankası...”
Şahinyan’ın fotoğrafları Serttaş’a Contemporary İstanbul kapsamında bir proje gerçekleştirmek için de esin vermiş. 30’lardan 80’lere dek kız çocuklarını kafalarına bir kurdele taktırıp eteklerini iki uçtan tutturarak verdirmiş Şahinyan. Serttaş, iki bin fotoğraftan oluşan Etek Tutan Kızlar’ı ışıklı kutulardan bir kule halinde sergilemek niyetinde!
Kalfayan Galerisi’ndeki ilk Türk
Serttaş’ın Kalfayan Galerisi’nde sergilenecek olan Öteki, Öteki ve Sonrası videosu 2005 tarihli. Çevre hızla mutenalaştığı için bugün artık bir belgesel niteliği de taşıyor: “Ben 36 Beyannamesiyle lisans yıllarımda çalışmaya başladım. Belli yapılar vakıfların elinde. Bir tanesi Kumkapı’daki kilisenin arkasındaki papaz evleri. Bir de Aya Kiryaki Kilisesi’nin arkasında kalan ilkokulu da açabileceklerini söylediler. Derken Tarlabaşı, Tünel ve Galata’daki yapılar... Ben ilk başta çok heykelsi biçimde saptıyorum bu yapıları, hepsi birer anıt sonuçta. Videonun bir bölümünde yemek yapıyorum. Yemekte toplanmanın önemini biliyorum... Çok güzel bir ritüel o. Hem ona gönderme yapmak hem de ironik bir şey... Hayvan organları pişiriyorum. Sonra ortada seremoniyi tamamlayacak kimse olmadığı için de yemekleri evlerin belli noktalarına bırakıyorum. Kediler, sinekler, fareler dahil oluyor yemeğe. Yakın tarihte değerlerin ne kadar bencilce tüketildiğini vurguluyorum.”
Fotoğraf demokratik bir araç
Serttaş’ın kariyerinde iki şey çok ayırt edici; azınlıklar ve fotoğraf. Azınlıklar üzerine çalışınca Ermeniler sayıca çoğunluk olarak öne çıkıyor ama hayatındaki rastlantıların da payı var elbette. Kendini de birçok açıdan azınlıkta buluyor. Bir de stüdyo fotoğraflarına meraklı...
“Fotoğrafa ilgim çok demokratik bir araç olduğundan herkese ulaşabiliyor. Herkes hayatında bir portre (resim) yaptıramayabilir ama herkes bir portre fotoğrafı çektirebilir çünkü ucuz. Kültürel temsiliyet dediğimiz meseleyi çok iyi yansıtıyor, herkes neyi varsa sergiliyor çünkü. Çok da korkunç bir baskı var bu fotoğrafların üstünde, nostalji deyip bir kenara atılıyor. Nostalji değil, aynı zamanda çok politik, çok trajik, çok demografik... Her gördüğümüz eski fotoğrafa oryantalist, nostaljik, egzotik diye bakıyoruz. Stüdyo fotoğrafı kitsch diye damgalanmış bir alan. Fotoğraf sanatı içinde bir mertebesi bile yok. Ben bayılıyorum! Çok stratejik bir kurum fotoğraf stüdyosu, herkes giriyor çıkıyor. Bugün denesen yapamazsın, işleyen bir yapı. Bugün bu konu üzerine yoğunlaşan en büyük merkez, Beyrut’ta bulunan Arab Image Foundation. Onların bireysel İstanbul şubesi gibiyim!”
Batılı değilim ki oryantalist olayım
Doğu Akdeniz ülkelerine odaklı çalışan Serttaş “Ben Arapçayla da çok ilgiliyim. Egzotik bir dil falan değil, geçmişimin parçası. Çok yakın bir tarihe kadar gündelik yaşamda o alfabeyi kullanıyorduk. Batı tarafından kodlanmış önyargılar bunlar. Ben Batılı değilim ki oryantalist olayım! Ben bunun ta kendisiyim” diyerek İstanbul’daki çağdaş sanatçıların çoğunluğundan farklı bir duruş sergiliyor.
Haliyle nerede nasıl büyüdüğünü merak ediyoruz. Ama yanıt umduğumuzdan çok başka!
“Bodrum’da büyüdüm. Bence bir çocuğun seksenlerde büyütülebileceği en tuhaf yer. Hiçbir sorun yok, say ki cennet bahçesi! Bizimkiler İstanbul’dan göç etmişler. Etrafımızda Hollandalı aileler, Amerikalı bir sanatçı, birkaç hippie aile, sürekli yoga yapıp duran Alman Monica, dünyanın en zarif yan flüt duayeni Lon Briet, rahmetli Victor Ananias’ın tarçın kokulu ilk Buğday’ı, biraz ileride Zeki Müren... Bir de Bodrum’un yerli halkı! Onlar da bize yabancılar diyordu. Mübadelede boşaltılmış evlerde oturuyorduk ilk zamanlar. Küçücük, iki katlı bir evdi. 18 yaşından itibaren İstanbul’da yaşamaya başladım. O zaman Türkiye nedir anladım.”
Tayfun Serttaş’ın Ajandası
* 12 Eylül Atina Kalfayan Galerisi Remap3
Öteki, Öteki ve Sonrası, İstanbul’daki azınlık vakıflarına ait binalarda çekilmiş video performans.
* 13 Eylül Art Sümer-Sıfır Noktası
Figurative essays on post-colonialism/Post Kolonyalizm Üzerine Figüratif Denemeler
* 14 Eylül ArtBeat
Wenn Schweine Flügel Hätten/Domuzların kanatları olsaydı
* 18 Eylül Selanik Bienali
Studio Osep, Açık Arşiv/Osep Minasoğlu retrospektif ve biyografik arşivi
* 22 Eylül e-flux project - Pawnshop Thessaloniki
Maturmort: Meta-Data
* 1 Kasım SALT Galata
Açık Arşiv 1-Foto Galatasaray/ Maryam Şahinyan fotoğraf arşivi
* 24 Kasım Contemporary Istanbul Kelebek Koleksiyonu
Maryam Şahinyan’ın 30’lardan 80’lere kadar çektiği iki bin tane etek tutan kız portresinden ışıklı kutular halinde sergilenecek bir seçki.
Kaynak: Star Gazetesi / Alin Taşçıyan 18 Eylül 2011 Pazar
Tayfun Serttaş’ı tutun tutabilirseniz bu aralar! Yunanistan’ın ünlü galerisi Kalfayan’ın Atina şubesindeki Remap3 sergisi kapsamında Öteki, Öteki ve Sonrası, Selanik Bienali’nde ise Studio Osep’in sergilenme haberi, tam da İstanbullu Rumlara mülkleri üzerindeki haklar geri verildiği sırada geldi! ArtBeat ‘te ve ArtSümer’in Karaköy’deki yeni mekanının açılış sergisi Sıfır Noktası’nda da işleri sergileniyor. Kasım’da SALT Galata ve Contemporary İstanbul’u iple çekmemizi sağlayacak projeler hazırlıyor.
Söyleşi yapmak için atölyesine gittiğimde devasa projesinin kılı kırk yaran çalışma sürecine tanık oldum. İstanbul’un ilk kadın stüdyo fotoğrafçısı Maryam Şahinyan’ın arşivini temizleyerek dijitalize ediyor! SALT Galata’nın Açık Arşivi’nin açılış projesi; Foto Galatasaray... Antropoloji öğrenimi gören, lisans çalışmaları sırasında azınlıklar üzerine çalışan Serttaş özellikle Cumhuriyet sonrası stüdyo fotoğraflarıyla ilgileniyor. Stüdyo Osep kitabını çıkardığı Aras Yayıncılık, Maryam Şahinyan’ın yaklaşık iki yüz bin fotoğraftan oluşan arşivini ona teslim etmiş. “Şimdi anlıyorum ki 6-7 Eylül’de çok zarar gören mekanlardan biri de stüdyolar. Türkiye’den giderken arşivini yanında götüren Rumlar var. Kalanların ne yapılabileceği bilinememiş. Kiloyla satılmış sahaflara. Maryam’ın fotoğraflarının yüzde 99’ı kadın! Onun için bir avantaj olmuş kadın olmak. ‘Çok direnmiş olmalı 60 yıl çalışabilmek için’ diye baksak da kadın olduğu için kadınlar ona gitmiş.” SALT Galata’daki Açık Arşiv 1- Foto Galatasaray’ın bir de web sitesi olacak. “Fotoğrafla ilgili bildiğin bütün bilgileri işleyebileceksin. Hiç tükenmeyen bir bilgi bankası...”
Şahinyan’ın fotoğrafları Serttaş’a Contemporary İstanbul kapsamında bir proje gerçekleştirmek için de esin vermiş. 30’lardan 80’lere dek kız çocuklarını kafalarına bir kurdele taktırıp eteklerini iki uçtan tutturarak verdirmiş Şahinyan. Serttaş, iki bin fotoğraftan oluşan Etek Tutan Kızlar’ı ışıklı kutulardan bir kule halinde sergilemek niyetinde!
Kalfayan Galerisi’ndeki ilk Türk
Serttaş’ın Kalfayan Galerisi’nde sergilenecek olan Öteki, Öteki ve Sonrası videosu 2005 tarihli. Çevre hızla mutenalaştığı için bugün artık bir belgesel niteliği de taşıyor: “Ben 36 Beyannamesiyle lisans yıllarımda çalışmaya başladım. Belli yapılar vakıfların elinde. Bir tanesi Kumkapı’daki kilisenin arkasındaki papaz evleri. Bir de Aya Kiryaki Kilisesi’nin arkasında kalan ilkokulu da açabileceklerini söylediler. Derken Tarlabaşı, Tünel ve Galata’daki yapılar... Ben ilk başta çok heykelsi biçimde saptıyorum bu yapıları, hepsi birer anıt sonuçta. Videonun bir bölümünde yemek yapıyorum. Yemekte toplanmanın önemini biliyorum... Çok güzel bir ritüel o. Hem ona gönderme yapmak hem de ironik bir şey... Hayvan organları pişiriyorum. Sonra ortada seremoniyi tamamlayacak kimse olmadığı için de yemekleri evlerin belli noktalarına bırakıyorum. Kediler, sinekler, fareler dahil oluyor yemeğe. Yakın tarihte değerlerin ne kadar bencilce tüketildiğini vurguluyorum.”
Fotoğraf demokratik bir araç
Serttaş’ın kariyerinde iki şey çok ayırt edici; azınlıklar ve fotoğraf. Azınlıklar üzerine çalışınca Ermeniler sayıca çoğunluk olarak öne çıkıyor ama hayatındaki rastlantıların da payı var elbette. Kendini de birçok açıdan azınlıkta buluyor. Bir de stüdyo fotoğraflarına meraklı...
“Fotoğrafa ilgim çok demokratik bir araç olduğundan herkese ulaşabiliyor. Herkes hayatında bir portre (resim) yaptıramayabilir ama herkes bir portre fotoğrafı çektirebilir çünkü ucuz. Kültürel temsiliyet dediğimiz meseleyi çok iyi yansıtıyor, herkes neyi varsa sergiliyor çünkü. Çok da korkunç bir baskı var bu fotoğrafların üstünde, nostalji deyip bir kenara atılıyor. Nostalji değil, aynı zamanda çok politik, çok trajik, çok demografik... Her gördüğümüz eski fotoğrafa oryantalist, nostaljik, egzotik diye bakıyoruz. Stüdyo fotoğrafı kitsch diye damgalanmış bir alan. Fotoğraf sanatı içinde bir mertebesi bile yok. Ben bayılıyorum! Çok stratejik bir kurum fotoğraf stüdyosu, herkes giriyor çıkıyor. Bugün denesen yapamazsın, işleyen bir yapı. Bugün bu konu üzerine yoğunlaşan en büyük merkez, Beyrut’ta bulunan Arab Image Foundation. Onların bireysel İstanbul şubesi gibiyim!”
Batılı değilim ki oryantalist olayım
Doğu Akdeniz ülkelerine odaklı çalışan Serttaş “Ben Arapçayla da çok ilgiliyim. Egzotik bir dil falan değil, geçmişimin parçası. Çok yakın bir tarihe kadar gündelik yaşamda o alfabeyi kullanıyorduk. Batı tarafından kodlanmış önyargılar bunlar. Ben Batılı değilim ki oryantalist olayım! Ben bunun ta kendisiyim” diyerek İstanbul’daki çağdaş sanatçıların çoğunluğundan farklı bir duruş sergiliyor.
Haliyle nerede nasıl büyüdüğünü merak ediyoruz. Ama yanıt umduğumuzdan çok başka!
“Bodrum’da büyüdüm. Bence bir çocuğun seksenlerde büyütülebileceği en tuhaf yer. Hiçbir sorun yok, say ki cennet bahçesi! Bizimkiler İstanbul’dan göç etmişler. Etrafımızda Hollandalı aileler, Amerikalı bir sanatçı, birkaç hippie aile, sürekli yoga yapıp duran Alman Monica, dünyanın en zarif yan flüt duayeni Lon Briet, rahmetli Victor Ananias’ın tarçın kokulu ilk Buğday’ı, biraz ileride Zeki Müren... Bir de Bodrum’un yerli halkı! Onlar da bize yabancılar diyordu. Mübadelede boşaltılmış evlerde oturuyorduk ilk zamanlar. Küçücük, iki katlı bir evdi. 18 yaşından itibaren İstanbul’da yaşamaya başladım. O zaman Türkiye nedir anladım.”
Tayfun Serttaş’ın Ajandası
* 12 Eylül Atina Kalfayan Galerisi Remap3
Öteki, Öteki ve Sonrası, İstanbul’daki azınlık vakıflarına ait binalarda çekilmiş video performans.
* 13 Eylül Art Sümer-Sıfır Noktası
Figurative essays on post-colonialism/Post Kolonyalizm Üzerine Figüratif Denemeler
* 14 Eylül ArtBeat
Wenn Schweine Flügel Hätten/Domuzların kanatları olsaydı
* 18 Eylül Selanik Bienali
Studio Osep, Açık Arşiv/Osep Minasoğlu retrospektif ve biyografik arşivi
* 22 Eylül e-flux project - Pawnshop Thessaloniki
Maturmort: Meta-Data
* 1 Kasım SALT Galata
Açık Arşiv 1-Foto Galatasaray/ Maryam Şahinyan fotoğraf arşivi
* 24 Kasım Contemporary Istanbul Kelebek Koleksiyonu
Maryam Şahinyan’ın 30’lardan 80’lere kadar çektiği iki bin tane etek tutan kız portresinden ışıklı kutular halinde sergilenecek bir seçki.
Kaynak: Star Gazetesi / Alin Taşçıyan 18 Eylül 2011 Pazar
12 Eylül 2011 Pazartesi
finally!
coming soon!
The Foto Galatasaray project is a revisualization of the photographer Maryam Şahinyan’s studio archive that was located in Beyoğlu, İstanbul. Taken over a 50 year period, from 1935 to 1985, her photographs now represent a unique and muted register of the extensive shifts in ethnic demographics and socio-economic transformation that took place in İstanbul. Significantly, the Şahinyan archive expresses the progressive documentation of the half-century long career of one of Istanbul’s few female studio photographers.
As one of the rare and genuine photography studio archives in İstanbul Foto Galatasaray consists entirely of black-and-white glass and film negatives. A decade after Şahinyan’s death the archive was taken into the possession of Yetvart Tomasyan the owner of Aras Publishing House that publishes books on Armenian literature and culture. In late 2009 Tayfun Serttaş took over not only the role of cleaning, digitization, digital restoration and categorization of nearly 200,000 images, but also the position of making meaning out of this massive collection of data. The process has been carried out by Serttaş together with a team at SALT, with additional support provided by the Bohen Foundation.
As the inaugural project at SALT Galata's Open Archive, Foto Galatasaray rolls out different readings of 20th century İstanbul. The exhibition aims to stimulate a critical assessment of social memory that is under the sway of historical ruptures and prescriptive approaches.
Aras Publishing House will issue a comprehensive publication edited and in part written by Serttaş. The archive will be open online to the public in 2012 for acquaintances of Şahinyan and her studio to participate in the identification of the sitters.
About Open Archive
Selected projects of SALT Research are presented in exhibitionary formats at SALT Galata's Open Archive. The Open Archive project explores possible relationships between archives, democracy and transparency. SALT supports the notion that archives can be revolutionized on distributed networks and with the participation of a multitude of users. The archive is never "complete" and is of value only when offered to public use.
11 Eylül 2011 Pazar
Tayfun Serttaş: The Other The Other and Beyond: στην Kalfayan Galleries
Στην ατομική έκθεση του Tayfun Serttaş «The Other The Other and Beyond», οι Kalfayan Galleries θα παρουσιάσουν το ομότιτλο …
βίντεο-περφόρμανς του καλλιτέχνη, το οποίο αποτελείται από φιλμικές καταγραφές 30 κτιρίων, που ανήκαν άλλοτε σε μειονότητες της Κωνσταντινούπολης και σήμερα έχουν εγκαταληφθεί. Εκκρεμούν ακόμη δικαστικές μάχες που αφορούν την ιδιοκτησία αυτών των κτιρίων που ανήκαν σε μέλη της ελληνικής, αρμενικής και εβραϊκής κοινότητας της Κωνσταντινούπολης. Διασκορπισμένα σε διάφορα ιστορικά κέντρα της Πόλης, με χαρακτηριστικές γλυπτικές προσόψεις, κατέχουν μία ιδιαίτερη θέση στη συλλογική αστική μνήμη, παρά το γεγονός ότι δεν είναι πια σε χρήση.
Παράλληλα με τις εικόνες αυτών των κτιρίων ο θεατής παρακολουθεί αποσπάσματα από μία περφόμανς του καλλιτέχνη με αλληγορικές αναφορές στην παραδοσιακή μαγειρική και σε τελετουργικά μαγειρέματος της Τουρκίας. Όπως παρατηρεί ο καλλιτέχνης:
«Η αλληγορία, ως οπτική και λογοτεχνική μέθοδος, βασίζεται στην αναπαράσταση καταστάσεων, προσώπων και αντικειμένων με διάφορες μορφές μέσα από την μυθιστορηματική αφήγηση. Η βασική διαφορά της αλληγορικής αφήγησης από άλλου τύπου αφηγήσεις είναι ότι η πρώτη είναι αυτοαναφορική και μάλιστα με τον πιο έμμεσο τρόπο δημιουργώντας νοηματικές αλληλουχίες έξω από την ιστορία την οποία διαπραγματεύεται. Και στις περιπτώσεις όπου είναι αδύνατη η άμεση διήγηση , έρχεται η αλληγορία όχι απλά σαν μία εικαστική επιλογή αλλά ως αναγκαίος μηχανισμός».
«Το έργο “The Other The Other and Beyond” (2005) αποτελεί ένα είδος αποκρυπτογράφησης, η οποία βασίζεται σε λεπτομέρειες της δικής μου ιστορίας και την οποία αφιερώνω σε όλες τις προσωπικές ιστορίες. Ανήκει στην προβολή του προσωπικού μου αγώνα ενάντια στην αντιθετική αλληγορία μιας ιστορικής πραγματικότητας, την οποία, για πολλά χρόνια, μου επιτρεπόταν να αφηγηθώ μόνο αλληγορικά.»
Ο εικαστικός, συγγραφέας και ερευνητής Tayfun Serttaş (γεν. 1982, Τουρκία) ζει και εργάζεται στην Κωνσταντινούπολη και το Μποντρούμ. Το πολύπλευρο εικαστικό του έργο βασίζεται στην έννοια της εγκατάστασης ως εικαστική φόρμα μέσα από τη χρήση ποικίλλων εκφραστικών μέσων (ready-mades, αντικείμενα, γλυπτική, βίντεο, φωτογραφία, artist’s books, ζωγραφική). Ο καλλιτέχνης διαπραγματεύεται την εκάστοτε θεματολογία βασιζόμενος σε εκτενή έρευνα γραπτών και άλλων πηγών. Σπούδασε Κοινωνική Ανθρωπολογία στο Πανεπιστήμιο της Κωνσταντινούπολης (Η πτυχιακή του το 2004 είχε θέμα την ‘Αστική Ανθρωπολογία’). Το 2007 ολοκλήρωσε τις μεταπτυχιακές σπουδές του στο Yildiz Technical Univercity (Θέμα: ‘Η Φωτογραφία και οι Μειονότητες στην Κωνσταντινούπολη σε σχέση με τον Μοντερνισμό και την Πολιτιστική Αναπαράσταση’).
Έχει παρουσιάσει το έργο του σε ατομικές και ομαδικές εκθέσεις και από το 2000 έως σήμερα έχει λάβει μέρος σε πλήθος ακαδημαϊκών προγραμμάτων, εντός και εκτός των συνόρων της Τουρκίας. Μεταξύ των θεμάτων με τα οποία ασχολείται είναι και τα ακόλουθα: αστική ανθρωπολογία, κοινωνικό φύλο, πολιτιστική κληρονομιά, κριτική της αστικής κοινωνίας, κοινωνιολογία της καθημερινής ζωής, πορνεία, μειονότητες, αστικός μετασχηματισμός, μετανάστευση, κοινωνικο-πολιτικές στρατηγικές και μικρο-πολιτική.
Συμμετοχή σε προγράμματα residency: AIF Residency Program, Arab Image Foundation (2011, Βηρυτός , Λίβανος); Accented Residency Program, The Delfina Foundation (2010, Λονδίνο, Αγγλία); Istanbul Artist Residency Program, Platform Garanti Contemporary Art Center (2009, Κωνσταντινούπολη, Τουρκία). To 2011 έργα του καλλιτέχνη θα παρουσιαστούν στην 3η Μπιενάλε Σύγχρονης Τέχνης της Θεσσαλονίκης και στην ατομική έκθεση του καλλιτέχνη που διοργανώνουν οι Kalfayan Galleries στα πλαίσια του ReMap3.
Info
Τοποθεσία: Kalfayan Galleries, Λεωνίδου 11 (2), Μεταξουργείο, Αθήνα
Ημερομηνία: Εγκαίνια: Δευτέρα 12/9, ώρα: 17:00.
Διάρκεια: 12/9-30/10/2011
Πληροφορίες: www.kalfayangalleries.com, www.remapkm.org
Τιμές εισιτηρίων: Είσοδος Ελεύθερη
βίντεο-περφόρμανς του καλλιτέχνη, το οποίο αποτελείται από φιλμικές καταγραφές 30 κτιρίων, που ανήκαν άλλοτε σε μειονότητες της Κωνσταντινούπολης και σήμερα έχουν εγκαταληφθεί. Εκκρεμούν ακόμη δικαστικές μάχες που αφορούν την ιδιοκτησία αυτών των κτιρίων που ανήκαν σε μέλη της ελληνικής, αρμενικής και εβραϊκής κοινότητας της Κωνσταντινούπολης. Διασκορπισμένα σε διάφορα ιστορικά κέντρα της Πόλης, με χαρακτηριστικές γλυπτικές προσόψεις, κατέχουν μία ιδιαίτερη θέση στη συλλογική αστική μνήμη, παρά το γεγονός ότι δεν είναι πια σε χρήση.
Παράλληλα με τις εικόνες αυτών των κτιρίων ο θεατής παρακολουθεί αποσπάσματα από μία περφόμανς του καλλιτέχνη με αλληγορικές αναφορές στην παραδοσιακή μαγειρική και σε τελετουργικά μαγειρέματος της Τουρκίας. Όπως παρατηρεί ο καλλιτέχνης:
«Η αλληγορία, ως οπτική και λογοτεχνική μέθοδος, βασίζεται στην αναπαράσταση καταστάσεων, προσώπων και αντικειμένων με διάφορες μορφές μέσα από την μυθιστορηματική αφήγηση. Η βασική διαφορά της αλληγορικής αφήγησης από άλλου τύπου αφηγήσεις είναι ότι η πρώτη είναι αυτοαναφορική και μάλιστα με τον πιο έμμεσο τρόπο δημιουργώντας νοηματικές αλληλουχίες έξω από την ιστορία την οποία διαπραγματεύεται. Και στις περιπτώσεις όπου είναι αδύνατη η άμεση διήγηση , έρχεται η αλληγορία όχι απλά σαν μία εικαστική επιλογή αλλά ως αναγκαίος μηχανισμός».
«Το έργο “The Other The Other and Beyond” (2005) αποτελεί ένα είδος αποκρυπτογράφησης, η οποία βασίζεται σε λεπτομέρειες της δικής μου ιστορίας και την οποία αφιερώνω σε όλες τις προσωπικές ιστορίες. Ανήκει στην προβολή του προσωπικού μου αγώνα ενάντια στην αντιθετική αλληγορία μιας ιστορικής πραγματικότητας, την οποία, για πολλά χρόνια, μου επιτρεπόταν να αφηγηθώ μόνο αλληγορικά.»
Ο εικαστικός, συγγραφέας και ερευνητής Tayfun Serttaş (γεν. 1982, Τουρκία) ζει και εργάζεται στην Κωνσταντινούπολη και το Μποντρούμ. Το πολύπλευρο εικαστικό του έργο βασίζεται στην έννοια της εγκατάστασης ως εικαστική φόρμα μέσα από τη χρήση ποικίλλων εκφραστικών μέσων (ready-mades, αντικείμενα, γλυπτική, βίντεο, φωτογραφία, artist’s books, ζωγραφική). Ο καλλιτέχνης διαπραγματεύεται την εκάστοτε θεματολογία βασιζόμενος σε εκτενή έρευνα γραπτών και άλλων πηγών. Σπούδασε Κοινωνική Ανθρωπολογία στο Πανεπιστήμιο της Κωνσταντινούπολης (Η πτυχιακή του το 2004 είχε θέμα την ‘Αστική Ανθρωπολογία’). Το 2007 ολοκλήρωσε τις μεταπτυχιακές σπουδές του στο Yildiz Technical Univercity (Θέμα: ‘Η Φωτογραφία και οι Μειονότητες στην Κωνσταντινούπολη σε σχέση με τον Μοντερνισμό και την Πολιτιστική Αναπαράσταση’).
Έχει παρουσιάσει το έργο του σε ατομικές και ομαδικές εκθέσεις και από το 2000 έως σήμερα έχει λάβει μέρος σε πλήθος ακαδημαϊκών προγραμμάτων, εντός και εκτός των συνόρων της Τουρκίας. Μεταξύ των θεμάτων με τα οποία ασχολείται είναι και τα ακόλουθα: αστική ανθρωπολογία, κοινωνικό φύλο, πολιτιστική κληρονομιά, κριτική της αστικής κοινωνίας, κοινωνιολογία της καθημερινής ζωής, πορνεία, μειονότητες, αστικός μετασχηματισμός, μετανάστευση, κοινωνικο-πολιτικές στρατηγικές και μικρο-πολιτική.
Συμμετοχή σε προγράμματα residency: AIF Residency Program, Arab Image Foundation (2011, Βηρυτός , Λίβανος); Accented Residency Program, The Delfina Foundation (2010, Λονδίνο, Αγγλία); Istanbul Artist Residency Program, Platform Garanti Contemporary Art Center (2009, Κωνσταντινούπολη, Τουρκία). To 2011 έργα του καλλιτέχνη θα παρουσιαστούν στην 3η Μπιενάλε Σύγχρονης Τέχνης της Θεσσαλονίκης και στην ατομική έκθεση του καλλιτέχνη που διοργανώνουν οι Kalfayan Galleries στα πλαίσια του ReMap3.
Info
Τοποθεσία: Kalfayan Galleries, Λεωνίδου 11 (2), Μεταξουργείο, Αθήνα
Ημερομηνία: Εγκαίνια: Δευτέρα 12/9, ώρα: 17:00.
Διάρκεια: 12/9-30/10/2011
Πληροφορίες: www.kalfayangalleries.com, www.remapkm.org
Τιμές εισιτηρίων: Είσοδος Ελεύθερη
10 Eylül 2011 Cumartesi
9 Eylül 2011 Cuma
POINT ZERO - SIFIR NOKTASI
Scroll down for English
SIFIR NOKTASI / 13 eylül - 19 Kasım 2011
artSümer Karaköy'deki yeni galeri mekânında Sıfır Noktasını sunar.
Sanatçılar: Antonio Cosentino, Ceren Oykut, Damla Tokcan Faro, Erdal Duman, Gözde İlkin, Gökçe Er, İnci Furni, Merve Çanakçı, Onur Gülfidan, Tayfun Serttaş
artSümer, Karaköy'deki açılış sergisini sanatçılarının belirlediği Sıfır Noktası ile gerçekleştiriyor. Sıfır Noktası, bienal ile eş zamanlı olarak iki yılda bir sıfırlanan gündeme bir gönderme: Keşfetmek ve koşullanmak arasında, unutmak ve hatırlamak hattında. Neredeyse ana karakterlerini yitirmiş, nötrleşmiş merkezler, kendinden kopmuş hikayeler, kesintiye uğraşmış tarih ve insanları üzerine.
Serginin sanatçıları kimi zaman iki uç arasında, karşıtlık ile, kimi zaman bağlamsız bir kendilikte mevcut sıfır kavramını aşındırıyorlar. Çizimlerinde kent kozmolojisini tepetaklak olmuş medeniyet fikriyle yorumlayan Ceren Oykut, İstanbul'un en eski buluntu alanlarından Yarımburgaz Mağarası'nın arkeolojik kazısını yapıyor bu kez. Kör bir noktada unutulmuş, üst üste binen katmanlarıyla zamansız, yersiz, boşlukta, yok bir alan. Antonio Cosentino ise hayal bir alana götürüyor izleyiciyi... Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur romanında betimlediği falezlere. Cosentino, bir anlatıyı tekrar üretirken, karakterinin adını değiştirerek aynı ama farklı bir yerde, aynı ama uzak bir hissi arıyor; üretilmiş kimlikler ve süregelen algılarıyla halleşerek... Gözde İlkin bu soruyu nüfus cüzdanıyla soruyor, kimliğin hükmü geçer görüntüsünü bozarak. Anne ve baba adı arasında, pembe ve mavi arasında, evli ve bekar arasında kimlik üzerine verilen sosyal, cinsel ve inanç hükümleri, ne derece tercih ettirilmiş, ne derece tercih edilmiştir? Dönüşümün kaydının tutulamadığı ara alanı gösteriyor. Kimliğin sıfırlandığı nokta, hükümsüz bir nokta.
Köklerle ve kökenlerle, tarih ve anlatımı üzerine çalışan Tayfun Serttaş, Beyrut'tan İstanbul'a yüzyılın ilk çeyreğinden kalan iki bebek arabası taşıyor. Kolonyalizm yıllarında Fransız ailelerin Beyrut sokaklarında bebeklerini gezdirdikleri arabalar, bu kez karşılıklı olarak ip güreşi yapan iki siyah adamı ağırlamakta. Farklı hafıza merkezleri arasındaki deneyim akışının hangi göstergeler üzerine bina edildiğini araştıran sanatçı, şu günlerde Arab Baharı’na tanıklık eden post-kolonyal dönemin döngüsel atmosferine ince bir selam veriyor. Bu karşılıklı iki imge gibi, ikilik üzerinden sıfırı arayan Damla Tokcan Faro'nun kadınları soyut bir zaman örgüsünde konuşlanıyor. Bulduğu hazır Art deco siluetlerini kullanan sanatçı bir araya getirdiği yaşlı ve genç kadınının 'kim'liklerini ve 'nerede'liklerini düşündürtüyor. Bu arayış izleyiciyi aynı fikrin tezahürü bir başka ikiliğe götürebilir: Merve Çanakçı, siyahlı beyazlı tanıdık bir Hello Kitty nevresiminde idealize edilmiş kedi portresinde tekil bir kediyi, bir tekiri resmediyor. İkisi de gerçek olmamakla birlikte, resmedilmiş bir tekir, seri üretimde basılmış bir kedi idealinden daha tek, daha kendine has, daha az aynı olabilir mi? Öte yandan m60 adlı silah, belki nevresim kadar seri üretilen ve dağıtılan bir nesne, bir başlangıç ve bitiş olabilir mi aynı anda? Erdal Duman'ın m60'ı, homojenleşen coğrafyalarda tarihin bittiği nokta olarak sıfıra bir cevap niteliğinde.
Figürlerini birbirleri ve etrafıyla çelişkide, adeta yoklukta resmeden Onur Gülfidan belki de tüm işlerinde bağlamdan bağımsızlaşmış figürler yaratarak bir sıfır noktası aramakta. Bu kez üst üste ilişkilendirdiği iki tuval arasında, seçenin beklentilerinde ve seçilenin vaatlerinde, her noktada sıfırlanan ve yeniden başlayan bir politik gündemle. Gökçe Er'in iki karakteri ise vaatlerini bulmuş bir dünyadan kaçmışlar gibi. "Her şey sıfır noktasına geldiğinde bir de ondan kaçma durumu ortaya çıkar" diyor sanatçı, "Kaçılan güzel, izole, az önce terkedilmiş bir yer..."
İnci Furni'nin noktayı kaçırmış personası ise -birçok eserinden aşina olduğumuz astronotu- başını kolları arasına kapıyor; tüm ikiliklerin ve anlam katmanlarının döngüsü aksine, sıfırdaki dünyasından kalkıp, gemilerini batırmaya gelmiş, tam tersi istikamette.
İki arada bir deredelikten, var olmak ile yok olmak arasındaki sonsuz döngüden, dön dolaşlardan, git gellerden yorulanlara bir nefes... Sıfır Noktası 13 Eylül'de artSümer'in Karaköy'deki yeni galeri mekanında izleyici ile buluşuyor.
.....................................................................................
POINT ZERO / 13 September - 19 November 2011
Artist: Antonio Cosentino, Ceren Oykut, Damla Tokcan Faro, Erdal Duman, Gözde İlkin, Gökçe Er, İnci Furni, Merve Çanakçı, Onur Gülfidan, Tayfun Serttaş
artSumer's opening exhibition in Karaköy is Point Zero, an exhibition conceived by the artists. Point Zero, simultaneous with the biennial, is a reference to the agenda that changes every two years: between exploration and conditioning, on the line between forgetting and remembering. It is about stories that lost their protagonists with neutralized centers and interrupted history with its people.
The artists included in the exhibition engage with the two extremes; sometimes with antagonism, sometimes a detached singularity, corroding the concept of zero. Ceren Oykut performs an archaeological dig of Yarımburgaz Cave, one of the oldest sites in Istanbul. A non-existent area in a blind spot, buried under layers of buildings, timeless, placeless, in the void. Antonio Cosentino takes the viewer to an imaginary space... The cliffs described by Ahmet Hamdi Tanpinar in his novel Huzur [Serenity]. Cosentino re-produces this narrative, changing the characters' names in the same but different space, searching for a feeling of closeness that is also distant, coping with produced identities and set perceptions... Gözde İlkin asks this question with her state ID, by ruining its legitimacy. Between the mother's name and the father's name, blue and pink, single and married, how much of the identification has been pre-determined by social, sexual and religious norms? She exposes the in-between area in which there is no recording. A moment where the identification has been zeroed, a moot point.
Tayfun Serttaş, who works with roots and origins, history and historical narratives, brings two strollers to Istanbul from Beirut, dating back to the first quarter of teh century. The strollers that the French used on Beirut's streets during the years of colonialism, now host two black men doing a tug of war. The artist, who researches the indicators on which experiential flows between different memory centers are constructed, subtly greets the post-colonial cyclical atmosphere now witnessing the Arab Spring. In parallel to the two images that confront each other, Damla Tokcan Faro seeks zero in dualities, situating women in an abstract web of time. The artist, who utilizes Art deco silhouettes that she found, makes the viewers think about the identities and whereabouts of old and young women. This search can take the viewer to another expression of the same idea, another duality: Merve Çanakçı's familiar black and white Hello Kitty quilt has an image of an idealized cat, a tabby cat. Although both are not real, could a singularly represented cat be more precious, more unique than a mass-produced cat? On the other hand, could an m60, a gun, mass-produced and distributed as widely as a quilt, be a beginning and an end at the same time? Erdal Duman's m60 is an answer to the end of histories in homogenized areas.
Onur Gülfidan, who paints figures who are in contradiction with each other and their surroundings, who exist in voids, seeks a point of zero by creating figures that are emancipated from context. This time, the artist has a political agenda that is zeroed and re-started, in the two canvases he positions on top of each other, the expectations of the chooser, the expectations of the chosen. Gökçe Er's two characters seem to have escaped a world in which they found what was promised to them. The artist says, "When everything comes to the point of zero, there is a situation of escaping that. The escaped is beautiful, isolated, a place just abandoned..."
İnci Furni's persona who missed the point—the astronaut we recognize from many of her other works—puts his head between his arms; he is going in the opposite direction, away from all dualities, all layers of meaning, leaving his world at zero, seeking to sink his ships.
A breath of air for those who are tired from the in-betweenness, existence and destruction, endless cycles, go-arounds, tides of back and forths. Point Zero meets viewers in artSumer's new gallery space in Karakoy on September 13th.
SIFIR NOKTASI / 13 eylül - 19 Kasım 2011
artSümer Karaköy'deki yeni galeri mekânında Sıfır Noktasını sunar.
Sanatçılar: Antonio Cosentino, Ceren Oykut, Damla Tokcan Faro, Erdal Duman, Gözde İlkin, Gökçe Er, İnci Furni, Merve Çanakçı, Onur Gülfidan, Tayfun Serttaş
artSümer, Karaköy'deki açılış sergisini sanatçılarının belirlediği Sıfır Noktası ile gerçekleştiriyor. Sıfır Noktası, bienal ile eş zamanlı olarak iki yılda bir sıfırlanan gündeme bir gönderme: Keşfetmek ve koşullanmak arasında, unutmak ve hatırlamak hattında. Neredeyse ana karakterlerini yitirmiş, nötrleşmiş merkezler, kendinden kopmuş hikayeler, kesintiye uğraşmış tarih ve insanları üzerine.
Serginin sanatçıları kimi zaman iki uç arasında, karşıtlık ile, kimi zaman bağlamsız bir kendilikte mevcut sıfır kavramını aşındırıyorlar. Çizimlerinde kent kozmolojisini tepetaklak olmuş medeniyet fikriyle yorumlayan Ceren Oykut, İstanbul'un en eski buluntu alanlarından Yarımburgaz Mağarası'nın arkeolojik kazısını yapıyor bu kez. Kör bir noktada unutulmuş, üst üste binen katmanlarıyla zamansız, yersiz, boşlukta, yok bir alan. Antonio Cosentino ise hayal bir alana götürüyor izleyiciyi... Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur romanında betimlediği falezlere. Cosentino, bir anlatıyı tekrar üretirken, karakterinin adını değiştirerek aynı ama farklı bir yerde, aynı ama uzak bir hissi arıyor; üretilmiş kimlikler ve süregelen algılarıyla halleşerek... Gözde İlkin bu soruyu nüfus cüzdanıyla soruyor, kimliğin hükmü geçer görüntüsünü bozarak. Anne ve baba adı arasında, pembe ve mavi arasında, evli ve bekar arasında kimlik üzerine verilen sosyal, cinsel ve inanç hükümleri, ne derece tercih ettirilmiş, ne derece tercih edilmiştir? Dönüşümün kaydının tutulamadığı ara alanı gösteriyor. Kimliğin sıfırlandığı nokta, hükümsüz bir nokta.
Köklerle ve kökenlerle, tarih ve anlatımı üzerine çalışan Tayfun Serttaş, Beyrut'tan İstanbul'a yüzyılın ilk çeyreğinden kalan iki bebek arabası taşıyor. Kolonyalizm yıllarında Fransız ailelerin Beyrut sokaklarında bebeklerini gezdirdikleri arabalar, bu kez karşılıklı olarak ip güreşi yapan iki siyah adamı ağırlamakta. Farklı hafıza merkezleri arasındaki deneyim akışının hangi göstergeler üzerine bina edildiğini araştıran sanatçı, şu günlerde Arab Baharı’na tanıklık eden post-kolonyal dönemin döngüsel atmosferine ince bir selam veriyor. Bu karşılıklı iki imge gibi, ikilik üzerinden sıfırı arayan Damla Tokcan Faro'nun kadınları soyut bir zaman örgüsünde konuşlanıyor. Bulduğu hazır Art deco siluetlerini kullanan sanatçı bir araya getirdiği yaşlı ve genç kadınının 'kim'liklerini ve 'nerede'liklerini düşündürtüyor. Bu arayış izleyiciyi aynı fikrin tezahürü bir başka ikiliğe götürebilir: Merve Çanakçı, siyahlı beyazlı tanıdık bir Hello Kitty nevresiminde idealize edilmiş kedi portresinde tekil bir kediyi, bir tekiri resmediyor. İkisi de gerçek olmamakla birlikte, resmedilmiş bir tekir, seri üretimde basılmış bir kedi idealinden daha tek, daha kendine has, daha az aynı olabilir mi? Öte yandan m60 adlı silah, belki nevresim kadar seri üretilen ve dağıtılan bir nesne, bir başlangıç ve bitiş olabilir mi aynı anda? Erdal Duman'ın m60'ı, homojenleşen coğrafyalarda tarihin bittiği nokta olarak sıfıra bir cevap niteliğinde.
Figürlerini birbirleri ve etrafıyla çelişkide, adeta yoklukta resmeden Onur Gülfidan belki de tüm işlerinde bağlamdan bağımsızlaşmış figürler yaratarak bir sıfır noktası aramakta. Bu kez üst üste ilişkilendirdiği iki tuval arasında, seçenin beklentilerinde ve seçilenin vaatlerinde, her noktada sıfırlanan ve yeniden başlayan bir politik gündemle. Gökçe Er'in iki karakteri ise vaatlerini bulmuş bir dünyadan kaçmışlar gibi. "Her şey sıfır noktasına geldiğinde bir de ondan kaçma durumu ortaya çıkar" diyor sanatçı, "Kaçılan güzel, izole, az önce terkedilmiş bir yer..."
İnci Furni'nin noktayı kaçırmış personası ise -birçok eserinden aşina olduğumuz astronotu- başını kolları arasına kapıyor; tüm ikiliklerin ve anlam katmanlarının döngüsü aksine, sıfırdaki dünyasından kalkıp, gemilerini batırmaya gelmiş, tam tersi istikamette.
İki arada bir deredelikten, var olmak ile yok olmak arasındaki sonsuz döngüden, dön dolaşlardan, git gellerden yorulanlara bir nefes... Sıfır Noktası 13 Eylül'de artSümer'in Karaköy'deki yeni galeri mekanında izleyici ile buluşuyor.
.....................................................................................
POINT ZERO / 13 September - 19 November 2011
Artist: Antonio Cosentino, Ceren Oykut, Damla Tokcan Faro, Erdal Duman, Gözde İlkin, Gökçe Er, İnci Furni, Merve Çanakçı, Onur Gülfidan, Tayfun Serttaş
artSumer's opening exhibition in Karaköy is Point Zero, an exhibition conceived by the artists. Point Zero, simultaneous with the biennial, is a reference to the agenda that changes every two years: between exploration and conditioning, on the line between forgetting and remembering. It is about stories that lost their protagonists with neutralized centers and interrupted history with its people.
The artists included in the exhibition engage with the two extremes; sometimes with antagonism, sometimes a detached singularity, corroding the concept of zero. Ceren Oykut performs an archaeological dig of Yarımburgaz Cave, one of the oldest sites in Istanbul. A non-existent area in a blind spot, buried under layers of buildings, timeless, placeless, in the void. Antonio Cosentino takes the viewer to an imaginary space... The cliffs described by Ahmet Hamdi Tanpinar in his novel Huzur [Serenity]. Cosentino re-produces this narrative, changing the characters' names in the same but different space, searching for a feeling of closeness that is also distant, coping with produced identities and set perceptions... Gözde İlkin asks this question with her state ID, by ruining its legitimacy. Between the mother's name and the father's name, blue and pink, single and married, how much of the identification has been pre-determined by social, sexual and religious norms? She exposes the in-between area in which there is no recording. A moment where the identification has been zeroed, a moot point.
Tayfun Serttaş, who works with roots and origins, history and historical narratives, brings two strollers to Istanbul from Beirut, dating back to the first quarter of teh century. The strollers that the French used on Beirut's streets during the years of colonialism, now host two black men doing a tug of war. The artist, who researches the indicators on which experiential flows between different memory centers are constructed, subtly greets the post-colonial cyclical atmosphere now witnessing the Arab Spring. In parallel to the two images that confront each other, Damla Tokcan Faro seeks zero in dualities, situating women in an abstract web of time. The artist, who utilizes Art deco silhouettes that she found, makes the viewers think about the identities and whereabouts of old and young women. This search can take the viewer to another expression of the same idea, another duality: Merve Çanakçı's familiar black and white Hello Kitty quilt has an image of an idealized cat, a tabby cat. Although both are not real, could a singularly represented cat be more precious, more unique than a mass-produced cat? On the other hand, could an m60, a gun, mass-produced and distributed as widely as a quilt, be a beginning and an end at the same time? Erdal Duman's m60 is an answer to the end of histories in homogenized areas.
Onur Gülfidan, who paints figures who are in contradiction with each other and their surroundings, who exist in voids, seeks a point of zero by creating figures that are emancipated from context. This time, the artist has a political agenda that is zeroed and re-started, in the two canvases he positions on top of each other, the expectations of the chooser, the expectations of the chosen. Gökçe Er's two characters seem to have escaped a world in which they found what was promised to them. The artist says, "When everything comes to the point of zero, there is a situation of escaping that. The escaped is beautiful, isolated, a place just abandoned..."
İnci Furni's persona who missed the point—the astronaut we recognize from many of her other works—puts his head between his arms; he is going in the opposite direction, away from all dualities, all layers of meaning, leaving his world at zero, seeking to sink his ships.
A breath of air for those who are tired from the in-betweenness, existence and destruction, endless cycles, go-arounds, tides of back and forths. Point Zero meets viewers in artSumer's new gallery space in Karakoy on September 13th.
7 Eylül 2011 Çarşamba
Becoming İstanbul
Becoming Istanbul explores contemporary Istanbul through an interactive database of over 400 media. An up-to-date collection of artists’ videos, photography series, documentaries, news reports, cartoons and architectural projects, the database is organized according to 80 concepts that instrumentalize typical discourses relating to the city and suggest new points of view. Its media include the visual productions of artists and researchers who have problematized actors and phenomena typically disregarded in urban discourse, as well as the declarations of decision makers involved in Istanbul’s current transformations.
The exhibition’s structure is far from linear. Each viewer may chart his or her own course through the database, making each experience of Becoming Istanbul original. The internal dynamics of the database’s content as a whole, not visible in individual navigations, will also be interpreted by Burak Arıkan in a work deciphering the relationships between concepts and time.
The conceptual framework of Becoming Istanbul was set by Pelin Derviş, Bülent Tanju and Uğur Tanyeli in 2008. Designed by Evren Yantaç and scripted by Hüseyin Kuşçu, the Becoming Istanbul database can be accessed at http://database.becomingistanbul.org/, where viewers may determine their course even before the exhibition’s opening.
The graphic and spatial design of these projects, to be presented on SALT Beyoğlu’s second and third floors, is carried out in collaboration with design firms Project Projects and Superpool. The design solutions allowing the Becoming Istanbul database to be viewed individually or collectively are also intended to enrich the experience of viewers. Keep in mind that some of the media will only be available during the exhibition at SALT Beyoğlu.
6 Eylül 2011 Salı
Emel ile Batı Beyrut'da küçük bir mola
Son 5-6 aydır inboxumdan büyük obsesyonum yok. Sabah göz kapaklarım henüz açılmamışken başlayan ve gece aynı göz kapaklarım önüme düşene kadar hınca hınç devam eden sayısız müsabaka. Fonda, parmaklarım ve klavye tuşları arasındaki hızdan üreyen hep o aynı tıknaz melodi. Bazen kendimi piano çalıyormuş gibi kandırıp eğlenmeyi denesem de, klavyem piano değil. Çıkarttığı seste aslında hiç güzel değil. İnsan hayatının her döneminde tanıklık edilemeyecek türden bir yoğunluk sınavından geçiyorum. Gün boyunca yüzlerce adres arasında gidip gelen sayısız iş takibi içerisinde kaybolurken dün aniden düştü mail boxuma, küçük bir ileti. Emel Beyrut'a gitmiş, derken aklına ben gelmişim. Benim Beyrut notlarım. Gerçekte çok az taslağı son haline getirip buradan paylaşabildiğim yüzlerce Beyrut notundan birisi, vesile olan bize. Tanışmıyoruz gerçekte Emel ile.. Anladığım kadarıyla dönmüş ve de bir şekilde adresimi bulup, kısa bir mail atmış. Başlığı BEYRUT;
BEYRUTA GİTTİĞİMDEN BERİ ÇARPILMIŞ GİBİYİM. GİTMEDEN ÖNCE NE O COK ÖVÜLEN GECE HAYATINI, NE ZENGİNLİĞİNİ, NE TURİZMİNİ MERAK ETTİM.(HEPSİNE DAHA KOLAY BİÇİMDE TR DE ULAŞABİLECEĞİMDEN EMİNİM)
12 YIL ÖNCE SEYRETTİĞİM BATI BEYRUT FİLMİ ÇOCUK AKLIMLA BENİ DERİNDEN ETKİLEMİŞTİ.
NE DİYEYİM.
ÜRPERTİ ÇOK TARİF EDİLEBİLEN BİR HİS DEĞİL, YALNIZ ''ÜRPERTİ'' YETER BİR TARİF DEĞİL.. O OTELİN KARŞISINDA DURURKEN TAM OLARAK NE DÜŞÜNDÜĞÜMÜ BİLMİYORUM BULANIK, AMA NE HİSSETTİĞİMİ BİLİYORUM. GÜRÜLTÜ, ÇOCUKLAR.. GECE..
YAZIN TAM OLARAK HİSLERİME TERCÜMAN OLDU.
http://tayfunserttas.blogspot.com/2010/05/yklan-beyrut-yaplan-beyrut.html
Önce ne olduğunu anlamayıp çok hızlı okudum. Adresi tanımıyorum. Yakın dönemde Beyrut'a giden arkadaşlarımdan ve onların arkadaşlarından hiçbirisinin adı değil Emel. Bir mola verdim. Kendime güzel bir kavhe hazırlayıp tekrar okumalıydım, bu kısacık notu. Öyle yaptım, hem de yanında bir sigara yaktım. O oteli, Batı Beyrut'u, Sabra ve Şatilla'yı, çok kereler bedenime battığını hissettiğim dikenli telleri ve Doğu Akdeniz'in zeytin gözlü oğlanlarını düşündüm. Düşünürken, ağlamışım yine farkına varmadan. Zamanlar daracık olsa da, unutmalar çok hızlı oluyor. Birkaç ay öncesine dair unuttuğum ne varsa, zihnimi bir anda orada buluverdim. Günün en beklemediğim saatinde, sayısız monoton yazışmanın orta yerinde, önce küçük bir şaşkınlık geçirtip ertesinde derin bir mola verdirdi bana, Emel. O bilmiyor ama ben, Batı Beyrut'u yıllarca kere izledim. Aynı şehirleri aynı duygularla anlayan ve hisseden insanlar arasındaki ruh dili ne güzel. Duygudaşlık ne güzel.
Bir blog ne işe yaramalı diye çok düşündüm bu blogu açmadan önce. Birçokları sanatçı blogu diye izlemeyi tercih etse de, aylarca burada sanat dışında herşeyi konuştuğum çok oluyor.. Çünkü benim sanatçı portfolyom değil bu blog. Kaldı ki gündelik hayatta bile "sanatçı olmakla" pek ilgilenmeyen ben, blogumu bir dizi davetiye, imaj, sergi bülteni ve artistik enformasyona hapsedecek halde değildim. Çok daha rastlantısal bir yöntemdi kurmak istediğim. Çok daha içgüdüsel. O nedenle gerektiğinde buradan küstüm, buradan kavga ettim, buradan şikayet ettim, buradan sevdim ve de buradan hatırlattım. Şimdi bir "sanatçı blogundan" beklenmeyecek geri dönüşler alıyorsam, ne mutlu bana. Blogları soğuk cv duvarları olmaktan çıkartıp, bazen onlara hissederek yazmak ve de sadece yazmak ne güzel.
Teşekkürler bu derin mola için Emel.
BEYRUTA GİTTİĞİMDEN BERİ ÇARPILMIŞ GİBİYİM. GİTMEDEN ÖNCE NE O COK ÖVÜLEN GECE HAYATINI, NE ZENGİNLİĞİNİ, NE TURİZMİNİ MERAK ETTİM.(HEPSİNE DAHA KOLAY BİÇİMDE TR DE ULAŞABİLECEĞİMDEN EMİNİM)
12 YIL ÖNCE SEYRETTİĞİM BATI BEYRUT FİLMİ ÇOCUK AKLIMLA BENİ DERİNDEN ETKİLEMİŞTİ.
NE DİYEYİM.
ÜRPERTİ ÇOK TARİF EDİLEBİLEN BİR HİS DEĞİL, YALNIZ ''ÜRPERTİ'' YETER BİR TARİF DEĞİL.. O OTELİN KARŞISINDA DURURKEN TAM OLARAK NE DÜŞÜNDÜĞÜMÜ BİLMİYORUM BULANIK, AMA NE HİSSETTİĞİMİ BİLİYORUM. GÜRÜLTÜ, ÇOCUKLAR.. GECE..
YAZIN TAM OLARAK HİSLERİME TERCÜMAN OLDU.
http://tayfunserttas.blogspot.com/2010/05/yklan-beyrut-yaplan-beyrut.html
Önce ne olduğunu anlamayıp çok hızlı okudum. Adresi tanımıyorum. Yakın dönemde Beyrut'a giden arkadaşlarımdan ve onların arkadaşlarından hiçbirisinin adı değil Emel. Bir mola verdim. Kendime güzel bir kavhe hazırlayıp tekrar okumalıydım, bu kısacık notu. Öyle yaptım, hem de yanında bir sigara yaktım. O oteli, Batı Beyrut'u, Sabra ve Şatilla'yı, çok kereler bedenime battığını hissettiğim dikenli telleri ve Doğu Akdeniz'in zeytin gözlü oğlanlarını düşündüm. Düşünürken, ağlamışım yine farkına varmadan. Zamanlar daracık olsa da, unutmalar çok hızlı oluyor. Birkaç ay öncesine dair unuttuğum ne varsa, zihnimi bir anda orada buluverdim. Günün en beklemediğim saatinde, sayısız monoton yazışmanın orta yerinde, önce küçük bir şaşkınlık geçirtip ertesinde derin bir mola verdirdi bana, Emel. O bilmiyor ama ben, Batı Beyrut'u yıllarca kere izledim. Aynı şehirleri aynı duygularla anlayan ve hisseden insanlar arasındaki ruh dili ne güzel. Duygudaşlık ne güzel.
Bir blog ne işe yaramalı diye çok düşündüm bu blogu açmadan önce. Birçokları sanatçı blogu diye izlemeyi tercih etse de, aylarca burada sanat dışında herşeyi konuştuğum çok oluyor.. Çünkü benim sanatçı portfolyom değil bu blog. Kaldı ki gündelik hayatta bile "sanatçı olmakla" pek ilgilenmeyen ben, blogumu bir dizi davetiye, imaj, sergi bülteni ve artistik enformasyona hapsedecek halde değildim. Çok daha rastlantısal bir yöntemdi kurmak istediğim. Çok daha içgüdüsel. O nedenle gerektiğinde buradan küstüm, buradan kavga ettim, buradan şikayet ettim, buradan sevdim ve de buradan hatırlattım. Şimdi bir "sanatçı blogundan" beklenmeyecek geri dönüşler alıyorsam, ne mutlu bana. Blogları soğuk cv duvarları olmaktan çıkartıp, bazen onlara hissederek yazmak ve de sadece yazmak ne güzel.
Teşekkürler bu derin mola için Emel.
4 Eylül 2011 Pazar
Kalfayan Galleries presents Tayfun Serttaş
Kalfayan Galleries
Tayfun Serttaş - The Other The Other and Beyond
At ReMap3, Kalfayan Galleries will present a solo show of the performance video of Tayfun Serttaş titled ‘The Other The Other and Beyond’ (2005).
Tayfun Serttas’s performance video “The Other The Other and Beyond” (2005) is composed of recordings in thirty buildings that have been abandoned by Istanbul’s minorities. These forsaken buildings in the city’s historical centers, with their sculptural silhouettes, hold a special place in the urban memory although they are no longer in use. Legal battles persist over the property that was once owned by the Greek, Armenian and Jewish communities of Istanbul. Simultaneous to the video, cooking and sharing in homage to an old ceremony, the artist explains:
“Allegory, as a visual and literary method, is based on the representation of situations, people and objects in different forms through fiction. The main difference between this fiction and other fictions is that it refers to itself in the most indirect way by creating coherence outside the story which it tackles. And in situations where it is impossible for the narration to be direct, allegory steps in as a necessary mechanism rather than an artistic choice.”
“The Other The Other and Beyond is a decryption that I dedicate, based on selected details of my personal life history, to all personal life histories. It belongs to the projection of my personal struggle against an opposite allegory of a historical reality that for many years I was permitted to fictionalize only allegorically. ”
Artist, writer and researcher Tayfun Serttaş (Born in Turkey, 1982) lives in Istanbul and Bodrum. His installation-focused work is often formed of the multilayered engagement of various media including ready-mades, found objects, sculptures, videos, photographs, artist’s books and drawings around a documentary theme. The artist graduated from the Istanbul University Social Anthropology Department in 2004 with a thesis on “Urban Anthropology”. He completed his masters at the Yıldız Technical University Art and Design Faculty Interdisciplinary Art program in 2007 with a thesis titled “Photography And Minorities In Istanbul In The Context Of Modernism And Cultural Representation”. Since 2000 he has taken part in numerous academic projects, both in Turkey and internationally. Themes he works on include urban anthropology, social gender, the cultural heritage of the other, the critique of civil society, the sociology of everyday life, minorities, urban transformation, sex workers, immigration and change, socio-political strategies and minor politics. Residencies: AIF Residency Program, Arab Image Foundation (2011, Beirut , Lebanon); Accented Residency Program, The Delfina Foundation (2010, London, United Kingdom); Istanbul Artist Residency Program, Platform Garanti Contemporary Art Center (2009, Istanbul, Turkey)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)