2 Şubat 2013 Cumartesi

Santralistanbul bize hangi soruları sordurmakta?

Türkiye'nin saygın sanat koleksiyonlarından olan Santralistanbul koleksiyonunun, müzayede aracılığı ile şahısların özel mülklerine dön(üş)mesini koşullayan sürecin, sanat ortamı üzerinde hazırlıksız yakalanan artçı etkisi yarattığı malum. Seneler önce benzer bir "dağılma" Erol Aksoy koleksiyonu üzerinden gerçekleşmiş olsa da, müze bazında bir koleksiyonun müzayede aracılığı ile dağılmasına Türkiye sanat ortamı (bildiğim kadarıyla) ilk kez tanık oluyor.

Böylelikle ardı ardına sorular - sorunlar - yığılıyor. Ve belki de farkında olmadan, bu talihsiz örnek üzerinden geleceğe çok daha özenle bakabilecek bir zemin hazırlanıyor. Sürece dair açıkça soru sormayı hayli önemsediğim için, gün içerisinde not aldığım (şimdilik) ilk 3 sorumu paylaşıyorum, sormaya devam edelim diliyorum...

1. Müzelerin, bazen sırf mali kaynak yaratabilmek adına dahi ellerindeki koleksiyonları (kısmen ya da parça parça) sattıkları bilinen bir gerçek. Hiçbir müzenin misyon ve vizyonunda yer almamakla birlikte, böylesi bir durumda, temel hukuki koşullar nelerdir? Bu süreç, hem kamuoyu hem de sanat çevrelerini tedirgin etmeden nasıl yürütülebilir? Örneğin, satış kararı alınırken (ki hangi eserin hangi kritere göre müze koleksiyonundan çıkarıldığı dahi açıklanmamakla birlikte) en azından eserleri satılacak olan sanatçılara başvurularak, kendilerinden bu konuda onay alınmış mıdır?    

2. Bugüne kadar hangi sanatçı, müzeye verilen bir eser üzerinde satış ya da bağış sözleşmesi imzalarken, sözleşme maddeleri arasında "müzenin iflası ya da fes edilmesi durumundaki şartlar" gibi bir bölüm aradı? Böyle bir bölüme kaçımız gereksinim duydu, ya da kaçımız şu güne kadar bu gibi maddeler içermeyen sözleşmelerin altına imzalarını attı? Emin olamıyorum. İyi hatırlamak gerekiyor, ve sanırım şu noktada her bir sanatçının bugüne değin altına imza attığı sözleşmelerin maddelerini bir kez daha gözden geçirmesi gerekiyor. Çünkü genelde bu gibi sözleşmeleri, kurumlar sonsuza dek ayakta kalacakmış gibi bir motivasyonla imzalıyoruz, bir tür iyi niyetle, miras gibi bırakıyoruz. Peki hayırsız evlatlara karşı, satış ve bağış sözleşmelerine ne gibi koruyucu maddeler eklenmesi gerekiyor?

3. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin "eğitime mali kaynak yaratmak gibi" kendince son derece haklı ve geçerli mazeretleri olabilir. Peki bunun yolu, Maçka Mezat'tan mı geçer? Konu kaynak yaratmak ise neden bir müzayede evine komisyon veriliyor? Manevi anlamı böylesine derin bir külliyatın "zorunlu satışı" durumunda dahi, kuşkusuz bu sürece komisyon almadan destek verebilecek, süreci şeffaflıkla yönetebilecek, koleksiyonun akibetini belli prensipler doğrultusunda belirleyebilecek profesyoneller mevcuttur. Fakat, tüm bir koleksiyonu Maçka Mezat gibi bu alandaki deneyimi sınırlı bir müzayede evinin insafına terketmek, belli ki son derece dar düşünülmüş ve fazla mesaiden kaçınılmış bir kolaycılığın sonucu. Tartışmanın kamu vicdanına taşınmasında, onlarca emsalsiz eserin müzayede gibi spekülasyondan beslenen bir mecraya terkedilmesinin yarattığı kırgınlık yadsınamaz. Bu çelişki giderilemez mi?

Hiç yorum yok: