Bugünlerde Asmalımescit elden gidiyor, özgür sokak kültürümüz sabote ediliyor, masalar bizimdir diye kampanyalar başlatan ileri görüşlü arkadaşların Asmalımescit'i yaratan, sokağın en eski sakini ve sanat mekanı Apartman Projesi'nin iki senedir o sokakta sergi açılışı yapamadığından haberi dahi yoktur tabii... Hoş, onların 10 sene önceki Asmalımescit'in (masasız ve bedava) sokak kültüründen de haberleri olduğunu pek sanmıyorum. Olsa bugün böyle konuşmazlardı zaten... Her metrekaresini paparazzilerin abluykaya aldığı, tek bir sandalyenin neredeyse cinayet nedeni olduğu savaş meydanını özgürlük sokağı, parsellenmiş rantı, sokak kültürü sanmışlar. Varsın olsun, onların da hatası yok, özgürlüğü öyle öğrenmişler... Öğretenler utansın.
Neyse, dedim ya, Apartman Projesi, son iki senedir adam akıllı açılış yapamıyor. Neden biliyor musunuz? Çünkü sizlere orada özgürlük dağıtan "masa takımı" ayda 1 kez 3 saat için o kaldırımı işgal eden sanat izleyicisine tahamül edemiyor. Sizler biralarınızı yudumlarken, sanatçılar tehditler altında teker teker mekanlarını terketmeye zorlanıyor, hem de o masalar uğruna, aynı sokaklardan...
Projenin yaratıcısı Selda Asal'ı okuyun lütfen, Nisan 2009, henüz büyük işgalin ilk yılları,
"Maganda / şiddet / geçmişe dair 2" isimli notlarında 1992'de yerleştiği "köhne" Asmalımescit'in size göre "özgür ve modern" bugününü anlatıyor. Sizlerin bardağı 30 TL'den bira içme "özgürlüğünüz" adına ödenen bedelleri anlatıyor. Vicanınız el veriyorsa, dönüp dönüp okuyun bence, sonra konuşalım "özgürlüğü ve modernliği", o özgürlüğün size parsellediği "sokak kültürünü". O sokakların hiçbir eski sakininin hikayesi bundan farklı ol(a)madı;
Maganda / şiddet / geçmişe dair 2Simdi soyle; Eylul 2009 da the corner adli bar/biraci? Eskiden kasap olan yeri kasabin oglu Haldun Oger’den kiraladi. Biz apartmanda oturanlar kapi onumuz konusunda israrli davrandik ve Haldun’a kiracisindan soz almasini rica ettik. Ama corner bizden izinsiz ApartmanProjesinin pencerelerini de kaplayan acilir kapanir brandalar yaptirtti, masalarini 10 arli siralar halinde koymaya devam etti.Ben her o bolgeye geldiginde olay hep su sirayla devam etti:
Ben Apartman Projesinin onune konan 20 masayi kaldirmalarini rica ettim, onlar gulumsedi, ben '5 dakika icersinde kaldirin, yoksa ben kendim kaldiracagim ‘dedim. Onlar gulumsediler. Ben tek tek masalari kaldirmaya , onlarin tarafina koymaya başladım , tam sonuncu masada sahiplerden biri geldi, bağırış, çığırış, gözdağı verici, tehditkar konuşmalar vs…
Bunlar arttıkça ben birgün ‘madem siz masanızı koyuyorsunuz, ben kendi masami koyarım dediğımde‘ sen o masanı koy, bak neler olacak’ şeklinde cevabına bende pencereden kendi büyük masamı onların masalarının üstüne indirdim. Corner’in sahibi bana ertesi güne kadar bu masadan tek bir parça kalmayacağını söyleyip gitti ve ardından bodyguard’ı burnumun dibine kadar gelip bana dikdik bakmaya başladı,(aramızda gerçektende 5 cm falan vardı) bende adama ‘bana dikdik bakmak istiyorsanız 2 metre öteye gidin lütfen, sizin bu mafyatik bakışlarınız bana işlemez ‘ şeklindeki konuşmalar giderek onların ben her masalarını onların tarafına koyduğum zaman havada kültablaların yada küfürlerin başlamasına neden oldu . Kültablalarının uçtuğu gün komşular polis çağırmış, bende ekip otosuna hayatımda ilkkez böylece binmiş oldum.
Polis Amiri çok şeker davrandı ve onları hizalayacağını söyledi , hatta o gece bu adamların 20 birahanesine narkotik baskını yaptırtmış ama bu durumların dahada gerilmesine neden oldu. Artık o günden sonra bu adamlar sokakta insanlar görüp polise haber vermesinler diye beni apartman boşluğuna iteleyip gözdağı vermeye çalıştılar fakat her seferindede ben onları 3-4merdivenden aşağıya iterek bana karşı yapabilecekleri olası siddeti kendi gücümle önlemiş oldum. Ama bu nereye kadar diye düşünüyorum.
Sonra olaylar şöyle gelişti, bizim her sergi açılışımız olduğunda onların iki garsonu tam benim durduğum yerin karşısına geçip gözlerini dikerek bakıyorlar. Bu saatlerce sürebiliyor. Sessizce ve durmadan , arada bir birbirleriyle fısıldaşarak.
Kasım ayında Armin Wagner isimli avusturyalı bir sanatçının sergi açılışında ,corner’in sahiplerinden biri mekanın içersine girerek oradaki izleyicileri kovdu, ‘yeter bu sergi bitsin’ diye bağırdı.
Ben adama kızarken, eli havada beni dövmeye gelirken, bir adım geri attım ve ona’ Bir vurda seni sonsuza kadar hapise attirayim ‘dedikten sonra adamın boylece tokatını yemedim. Böyle detaylardan çok var. O sokağı döndüğüm an sinirlerim bozuluyor.
Belediyeye enaz 10 kere kapı önümün bana ait olduğunu , gasp edildiğine dair dilekçeler verdim, o yetmedi zabitaya kaç kez başvurdum ve kapımın önüne ağaç koymak istediğimi ve bunun işgaliye parası ne ise onu vereceğimi beyan eden dilekçeler verdim.Bu dilekçeler hiçbir geri dönüşü olmadı.ve sonunda savcılığa başvurdum, bu insanların beni tehdit ve gözdağı vermek surettiyle bana duygusal şiddet uyguladığını vs,,.. Kısacası bu ülkede hiçbirşeyin yolunda gitmediğini , 10 yıl kadar once gayet iyi işleyen belediyenin artık 10 masa parası daha çok işgaliye parası kazanmanın hesabında olduğunu, bizim gibi kazançsız (non profit) oluşumlara asla destek olmadığıni artık net görüyor ve sanırım o sokaktan vaz geçiyorum.
Yalnız enson perşembe günu 1 Nisan 2010 da belediye/ zabıtaya başka bir dilekçe daha verdim.
Yurtdışı fonlarından yararlanabilmesi için , Apartman Projesi , 2 yıl once dernek olmuştu, ben Dernek kartını henüz oynamamıştım , şimdi bu kartı önlerine koydum.
Kapı onümüzün dernek lokalı olarak engellenmemesi için. Fotoğrafın üzerinde kroki çizerek, sınırlarımızı belirleyerek yeni bir dilekçe. Bunun işlemesini ummayı istiyorum. Yoksa bu şehir , bu sokak bizi terk ettirecek..
1992 de bu sokaklara gelmiş biri olarak, şu ayılarla uğraşacağımı asla bilemezdim. Oyle şeker bir esnaf vardı ki orada.
Sana bir anekdot anlatayım, 1991 de Şeh Bender sokakta yürüyordum. Kendime sanatçiların içinde yaşayacağı bir sokak hayalindeydim. Yanyana atölyeler, müzisyenlerin provalarını duyabileceğim, yanda bir küçük kitapçı, az ileride bir dans studyosu.. geceleri herkesin gelip takılabileceği uzun bir masa.. işte böyle bir hayal.
Tüm Beyoğlu sokakları gibi bu sokak ta, 1955 sonrası boşalmış yerine gündüz tekstil atölyeleri, cilacılar geceleride karanlık işleri döndüren geceyarısı esnafları..neyse ben 1991 de Şeh Bender sokakta yürürken , uzaktan Rachmaninof 1.piyanosunun çaldığını duydum, yaklaştıkça bir baktım bir mobilya cilacısına vardım.Sessizce içeri girdim ve ‘aaa Rachmaninov dinliyorsunuz’ dedim adama. O Sırada henüz adını bilmediğim rahmetli Fethullah amca bana’ evet, aslında ben 2. Piyano konçertosunu daha çok severim, onu çalayım eğer isterseniz ‘dedi. Sonra ben orada belki bir saaten fazla kaldım ve Fethullah amca ile müzikten, duvarında asmış olduğu arkadaşlarından toplamış olduğu yağlıboya yapılmış resimlerden konüştuk. Ö zaman karar verdim, bu sokakta atölyem olmalı diye.
Sokağın kendi ritminde atölyeme gidip gelmeye başladım. Gündüz gözüyle çalışmak ve karanlık olmadan ‘gece esnafları’ işe koyulmadan çikmak gibi.
Ama birşey daha anlatmalıyım, bu sokağın pisliğine rağmen nasıl kendi başına bir etiği olduğunu.
İşte atölyeme hergün gidip geliyorum, birgün bazı sayfaların fotokopilerini çekmek üzere 9 yaşlarından beri tuttuğum güncelerin en önemli olanlarını bir çantaya doldurmuş arabayla atölyeme gelmişim.. Arabayla o gune kadar hiç gelmemiştim ,atölyeye yakın bir yere park etmişim, akşamüstü arabaya binmek için ilerlediğimde bir baktım arabanın camı kırılmış ve o içi günce dolu çanta çalınmış. Super üzüldüm ve tek tek oradaki çöp kutularının içlerini kariştirırken bir baktım ‘ bizim çocuklar’ geliyor. Bizim çocuklar dediğim, binalardan birinin bir katını işgal edip, geceleri kapkaç yapan, evleri soyan çocuklar..’Abla ne arıyorsun’dediler, bende durumu anlattım, defterlerin benim için önemini vs…Onlar o arabanın benim olduğuna şasırdılar , bende konuşmalarından onların yapmış olduğunu anladım,onlara ‘ siz bilirsiniz, belki sizin arkadaşlarınız … mümkünse şu defterleri karşı binanın girişine bırakabilirler mi?’ Onlarda ‘tamam abla, hiç merak etme ‘ deyip gittiler.
Bende arada bir karşı binaya geçip gelmişmi gelmemişmi diye bakıyorum, ama gelen giden birşey yok. Aradan zaman geçiyor falan. Sonra oranın kapıcısına gittim, durumu anlattım, ‘ aaa ‘dedi’ o defterleri ben aldım , birer birer okuyordum’ ‘aman ‘dedim ‘onları bana ver, ben sana ne kitabı seviyorsan alayım’ adam ‘ben aslında felsefe severim’dedi.
Kapıcıya gidip Heidegger, Hegel ne bulduysam alıp götürdüm.Şimdi o zamandan şu zamana geri dönersek ne nekadar değişmış, o farklı farklı renkler, kimlikler nasıl monotona dönmüş , insanlar saldırgan, açgözlüleşmiş bunu görüyor ve alışamıyorum.