Londra'yı Oxford Circus ve Victoria'dan ibaret sananlar, kabeye tapınır gibi ilk iş Vivienne Westwood mağazalarını zirayete koşanlar, Madonna'nın yaşadığı görgüsüz Arap mahallesinde 30 Pound'a kahve içmeyi bir halt sananlar, sanat zevkini White Cube ve Saatchi Gallery'nin kitsch pavyonlarında taçlandırdığını düşünenler, Soho'ya giderek çok matah birşey yaptığını iddia edenler, hatıra fotoğrafını Tower Bridge üzerinde çektirenler Amy Winehouse'u bir çırpıda anlayamaz.
Underground'dan inip overground'a binmesini bilenler, 2. Zone'dan sonrasını keşfe koyulanlar, George Tavern'de gözünü kırpmadan kavgaya dalanlar, Dalston Superstore'un çaprazında kumarbaz sevgilisinden tokat yiyenler, kapılar kapandıktan sonra geceyi Abney Mezarlığında gerçirmeye devam edenler, ucuz pazar alışverişi için haftasonu sabahları uyumadan Brick Lane pazarının yolunu tutanlar, sanat zevkini Doğu'nun squat edilmiş sergi mekanlarında taçlandıralanlar, yağmur altında kısa şortla şemsiyesiz gezmeyi öğrenenler, Joiners Arms'da tuvalet sırası beklerken tecavüze uğrayanlar Amy Winehouse'u bir çırpıda anlarlar.
Aradaki algı ve refleks farkı, Londra'nın farklı ruh katmanlarını çözümleyememekten ibaret.
24 Temmuz 2011 Pazar
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder