Beyrut'un özel üyelikle girilen ultra "hijyenik" ve "seçkin" swimming clup'larından doğrusu hiç hoşlanmadım. Bugün ilk kez Şii bölgesindeki halk plajına gittim. Güney'de büyük bir plaj olduğunu ilk kez geçen sene keşfetmiş fakat buraya bir türlü doğru mevsim ve saatte gelememiştim. Kalabalığı tarif edemem. İnsanların çoğu giysileri ile, öğle sıcağının ortasında, plajda, yemek artıkları, denizin içerisinde yüzen otomobil lastikleri, başka lastikler, sanki elastikler.. Ya koku, hiç girmiyorum. Plajın üç farklı köşesinden ulu orta, zift gibi denize akan kanalizasyon şelaleleri. Hayatım boyunca mayolu insanların ortasında namaz kılan erkekleri ve ellerindeki nargile şişeleriyle yarılarına kadar suya girip zevki sefa yapan onlarca çarşaflı kadını ilk kez burada gördüm. En kötü ihtimalle yanıbaşlarında deniz dururken, birbirlerine havlu tutup plaj kumlarına işeyen insanları, yine ilk kez burada.. Basra Körfezi'nin İran kıyılarında dahi şahit olmadığım bir manzara. Kafamdaki tüm plaj, sahil, deniz kenarı, denizin kullanımı, temiz deniz vs. vb. imgeler alt üst olagelmiş iken, onlar çıka geldi.
Sanırım bu, hayatım boyunca gördüğüm en tuhaf enstantaneydi. Dört tane askeri jeep koca tekerlekleri ile plaja daldılar. İçerisinden inen askerler kısa sürede, ellerinde salladıkları ve artık neredeyse bir organ gibi kullandıkları makineli tüfek hareketleriyle etrafta donlarıyla denize giren bütün oğlan çocuklarını toparladılar. Jeeplerden kürekler ve çuvallar indi. Çocuklar, ellerine kürekleri alıp çuvalların içerisine kum doldurmaya başladılar. Plaj kumlarıyla, kum çuvalları üretiyorlardı.. Görevlerini yerine getirme konusundaki atikliklerinden, çocukların bunu ilk kez yapmadıkları belliydi. Saatlerce bu böyle devam etti. Neredeyse çırılçıplak ergen çocuklar, ellerinde kendilerinden büyük askeri kürekler, başlarında postallı çelik yelekli askerler, her saniye başka bir köşeden bedenime teğet geçen yine o makineli tüfekler. Beni sokakta yürüyemez hale getirip, markete bile taksiyle gitmeme neden olan o koca tükfekler! ... ama plajdayız artık, lütfen! Yine benim dışımda kimse, etrafımızda olup biten bu şeylerle hiç ilgilenmedi. Ben ilgilendim de ne yaptım? Bir denize baktım, bir dönüp arkama baktım, bir daha denize baktım, bir daha dönüp o manzaraya, bir daha denize, çocuklara, Akdenize..
Koca bir askeri kamyon gelip tüm çuvalları yükleyip giderken sanırım boynum - biraz da gerilmekten - tutulmuştu. Ve nedense, şu ana kadar gördüğüm o akıllara zarar sahnelerin hiçbirisi bu kadar incitemedi beni. Çok çaresiz hissettim. Hem Lübnan, ne kadar çaresiz. Çıkış yok.
Not: Bilmeyenler için, Lübnan Hükümeti savaş yılları boyunca "en ekonomik" yöntem olarak tüm savaş yıkıntılarını denize atmış. Bu sahillerin altında dört Beyrut kenti hacminde bir hafriyat yattığı söyleniyor. Bina kalıntılarından, otomobillere ve ev mobilyalarına uzanan... Akdeniz'i risk altına soktuğu gerekçesi ile İtalyan Hükümeti ile devam eden bir mahkemeleri bile var. Beyrut'da denizden çıkan hiçbir şey yenilmiyor. Deniz ürünleri çoğunlukla Mısır ve Türkiye'den ithal ediliyor. Bahsini ettiğim Swimming Clup'lar denizin kenarına kurulmuş olimpik havuzlar. Cüzdanınız yeterince kabarıksa buralarda deniz manzarası eşliğinde tertemiz havuzlarda yüzüyorsunuz. Fakat benim gibi turkuaz sularda büyümüş birisi için bu yöntem son derece abes. Çok sıcak havalarda denizden yükselen kokular bazen tüm kenti etkisi altına alıyor. Bu kalıntılar su altında her geçen gün biraz daha genleşiyor ve çeşitli gazlar üretiyor. Lübnan Akdeniz'i, gelecek yıllar içerisinde birçok patlama riskine gebe. Beyrut'dan Akdenize doğru bakmanın, Akdenizden Beyrut'a doğru bakmaktan pek bir farkı olmadığının altını, ayrıca çizmek istedim.
30 Mayıs 2011 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder