29 Nisan 2011 Cuma

Ai Weiwei ve Sunflower Seeds üzerine küçük bir hatırlama.


Ai Weiwei, Tate Modern'in geçtiğimiz sezon gördüğü en sükseli açılış olan son solo show'u Sunflower Seeds'in özel gösteriminde gerçekten mutluydu. Genç karısı ve ondan olan bebeği ile açılış boyunca neredeyse bir futbol sahası büyüklüğündeki sergi mekanında mekik dokudu. Bebek arabasını milyonlarca ayçekirdeğinin üzerinde dolaştırdı, hız yaptı, şakalaştı, gülümsedi, kahkaha attı, sonra her bir hayranı ile üşenmeyip saatlerce teker teker poz verdi. Neredeyse herkesle konuştu... Normalde bir "Çinli" ve bir "sanatçı"dan beklenmeyecek kadar "kabadayı", deyim yerindeyse Samurai ruhlu sert mizaçlı birisi Ai Weiwei. Sizde uyandırdığı ilk izlenim, onun çok güçlü birisi olduğu, ardından sanatçı olduğunu düşünmeye başlayabiliyorsunuz. Ben daha önceki günlerde ve sonrasında - tesadüfi karşılaşmalarımızın hiçbirisinde - gülümsediğini ve etrafındakilerle iletişim kurduğunu görmedim. Bizim de yanyana bir fotoğrafımız olacak o geceden, fakat gerçek imaj klasörüm İstanbul'daki stabil bilgisayarımda kaldığı için şimdi hepsine ulaşamıyorum.. Bu yüklediklerim facebook albümlerinden.

Bu özel gösterimin ertesi günü, yani serginin gerçek anlamda kamuya açıldığı gün, Tate Modern yönetimi bir gün önce üzerinde rahatça gezilen, yatılan kalkılan, yenilen içilen, dilendiği kadarı ceplere doldurulan yerleştirmenin girişini "toz" ürettiğini gerekçe göstererek barikatlarla kapattı. Yetmezmiş gibi başına güvenlik görevlileri dikti. Bu, Tate Modern'in o sezon sergilerinin hiçbirisinde karşılaşmadığımız bir sertlikti. O özel gösterimde, işin özü gereği yanına avuç avuç çekirdek alabilen bir grup "şanslı" davetlinin arasında bulunduğum için halime şükretmekle yetindim. O hafta tüm Londra bu serginin yarattığı spekülasyonu konuşmaya başladı. Etrafta sayısız dedikodu dolaştı. Metro gazetesi de dahil birçok gazeteye manşet oldu. Olaydan iki hafta kadar sonra herşey açığa çıktı. Bu büyük yapıtı hiç riske sokmayıp bizzat Tate Modern satın almıştı ve sergi sonrası yerleştirmeyi 30'ar çekirdeklik küçük kavanozlarda souvenir yapıp, kavanozunu 600 Pound'dan kendi mağazasında satışa çıkartacaktı. Toz bahane edilerek gerçekte, her biri el yapımı olan porselen çekirdeklerin "çalınma riskine" karşı güvenlik önlemi alınmıştı.. Yani ben yanıma aldığım 100'e yakın çekirdekle farkında olmadan değeri 1.800 Pound'a ulaşan küçük çaplı bir işe sahip olmuştum. Halbu ki işin başında bu böyle konuşulmuyordu. O üretim, başka bir armağan, paylaşım ve dolaşım değerine sahipti.

Ai Weiewi'nin yaşadıkları bir kez daha çok üzücü ve onur kırıcı. Çin Hükümeti ile arasındaki kronikleşen problem apayrı bir tartışmanın boyutu belki.. Onu tüm kampanyalarda sonuna kadar destekliyor ve yanında olmaya çalışıyorum. Hiçbir gerekçe, onun maruz kaldığı türden bir şiddet'e mazaret olamaz. Çin Hükümetini bir aya yakındır elimden gelen tüm mecralarda kınıyorum.

Diğer yandan, o hafta boyunca benim aklımda hep şu sorular dolaştı;

* O çekirdeklerin üretim maliyeti olarak Çinli işçilere trajikomik bir ödeme yapılırken, Tate Modern'in öylesine kritik bir yerleştirmeyi tüm açgözlülüğü ile kurumsal ekonomik çıkarlarına alet etmesine Ai Weiwei nasıl tolerans gösterebildi?

* Ai Weiwei bu satış sonrası Çin Hükümetine ve senelerce çalıştırdığı Çinli işçilere karşılık Çin Maliye Bakanlığına "işveren" olarak bir vergi borcu hissediyor mu?

* "Doğulu sanat" üretimi, Batılı sanat kurumları içerisinde tam da böylesi bir ticari riskin altında ezim ezim ezilirken, şimdi bu olanlar neyin ironisiydi?

* Eğer milyonlarca parçadan oluşan bir yerleştirme, 30'arlı kutularda metalaşıp "ürün" olarak satışa sunulacak ise, bu durum Çin Devletinden sanat kotası altında gemiler dolusu "mal" kaçırmak olmuyor mu?

* Tate Modern ilk başta yalnızca sergileyicisi olduğu bir eseri, özel gösterimden bir gün sonra nasıl apar topar satın alabiliyor ve kendi mülküne geçirip kamuya kapatabiliyor? Müze etiği açısından bu bir paradoks değil mi?

Bir dip not olarak; o günlerde Ai Weiwei'nin kendi yapıtına karşı sergilediği bu tavır biraz şaşırtıcıydı.. Böylesi bir "ticari uzlaşmaya" bana kalırsa hiç ihtiyacı yoktu. O hafta boyunca Londra medyasının bir bölümü ve eleştirmenler tarafından popülist olmakla ve kendi üretimini metalaştırmakla çok fazla suçlandı. Bu eleştirilere hiçbir yanıt vermedi.










Hiç yorum yok: