Uludere Katliamının ilk saatleriydi. Çok karanlık, çok tuhaf, çıkışsız, çok tarifsiz, insanlık tarihi adına en utanç verici anlar... İçimden, dışımdan, gün boyunca sayıkladığım tek kelime oldu EYVAH. Koca bir EYVAH. Silüetim de dahil gördüğüm herşeyden utanırken, beyin hücrelerimin teker teker mutsuzluktan öldüğünü hissederken, birilerinin çıkıp şaka yaptık demesini bekleyecek derecede şuurumu zorlarken, bu vahşetin orta yerine düşünce "Mahçupyan, MAHÇUP mu?" polemiği, ikiye katlandı yaram. Bir süredir masumların ölmesinin dahi hiçbir şeyi değiştiremediği bu nefret ikliminde, Mahçupyan'a şimdi mahçup olup olmadığı soruluyordu. Günün sorusu buydu. Belli ki bundan haz alınıyordu.
Muhtemelen Mahçupyan'ın çıkıp, "çok mahcubum" demesi arzulanmıyordu. Neden mahçup olacaktı kaldı ki Mahçupyan? Gevrek cehaletin intikam sarmallarında Mahçupyan'a commentler dizilmesi, bir nefretin ifşasından ibaretti. 34 genç ölünce, namluyu Mahçupyan'ın alnına doğrultmak tüm geleneksel düşünce sistemlerinde olduğu gibi daha bir kolay, daha bir rahat, daha bir lezzetli oluyordu. Bir taraf artık bunu %100 hakettiğine inanıyordu. Çünkü bugüne değin yalnızca ölerek ya da öldürerek alabilmişti hakkı varsaydığını, başka bir metod aramaya gerek görmemişti, kendisine sunulan tüm diğer seçenekleri de elinin tersiyle itmişti. Sistem(ler) bu kült metodolojiden besleniyordu.
Kanlı pragmatizm.
Bu ülkenin vicdan sahibi (ciddi) bir kesimi bu telafi edilemez acı karşısında önündeki üç beş günü daha nasıl geçiremeyeceğinin, nasıl üzerine bir cümle daha kuramayacağının, nasıl mutsuzluktan öleceğinin hesabını yapadursun, birilerinin yanıtı çoktan hazırdı. Onlar ağızlarından salyalar akarcasına bu anı bekliyorlardı çünkü sıra Mahçupyan'a geliyordu ve bu uğurda üzerine bombalar yağan o gencecik bedenlerin anılmasından daha elzemdi, Mahçupyan nefretinin inşaa ve ifşası.
Kürt davası tarih boyunca en büyük acıları, ne yazık ki masum Kürt halkına yaşattı. Bu acının üzerinden gişeye oynayanlar ise ne yazik ki yine Kürtlük adına siyaset yaptıklarını iddia edenler oldular. Onlar bu tip travmalardan kendilerine yeni kervanlar kurmayı bir şekilde öğrendiler. Belki onların da bir suçu yok, bu zevzeklik, bu zafer sarhoşluğu, bu vicdan tacirliği onlara bizzat sistem tarafından empoze edildi, bilemeyiz. Bunu kendilerine sorarsak, fena halde azarlanırız.
"Siz niye böylesiniz hakikaten?" diyemeyiz.
Fakat malum halleriyle bu sistemin, sistem içerisinde "sistemden fena" bir parçası oldukları su götürmez bir gerçek. Her seferinde en az sistem kadar vurdumduymaz, bir o kadar acımasız, bazı hallerde sistemden daha sitematik bir SİSTEMİN polislerine dönüştüler. Masumane Kürt etnik milliyetçiliği, yerini kontra milliyetçiliğe bıraktığı yıllarda karşımızda benzerlerine nasyonaslizm tarihlerinde dahi rastlanamayacak türden nefret köprüleri çıkıyor, bu köprülerin ayakları ırkçılığa dayanıyordu.
İşte bunu söylemişti Etyen Mahçupyan. Bir sistemin içinde, ona muhalif gibi görünenlerin nasıl da o sistemin en egemen güruhunun varlık nedenine dönüşebileceğinin altını çizmişti. Hani o büyük fotoğrafın, kadrajını bir tık genişletmişti. Yalnızca bir tık, çok değil. Bu tek bir tık, yetiyordu uzun süredir sır perdesinde gibi bekleyen tartışmaları açmaya. Üstelik bunu yalnızca Etyen Mahçupyan söylemiyordu. Terör örgütü tarafından bugün öldürülmekle tehdit edilen sayısız Kürt ve Türk düşünürde aynı fikirdeydi. Hepsi tehdit ediliyordu, kanımca en büyük ortak özellikleri de buydu; ergenekon ve pkk tarafından sevilmiyorlardı.
Uludere Katliamının hemen akabinde Zaytung'dan hallice bir yayın organı olan Fırat Haber Ajasının manşetine taşınmıştı Etyen Mahçupyan. Katliamdan öte bir sorun vardı bu haber ajansı için, Etyen Mahçup muydu, mahçup değil miydi? Mahçup olacak mıydı, olmayacak mıydı? Mahçup olmayacaksa şayet bu işi "Kürtler" nasıl çözecekti?
İşte 2006'nın ortasında aynen böyle bir provokasyon vardı Hrant Dink'in aleyhinde. Başına taş yağsa Hrant'dan bilecek bir kesim uluyor da uluyordu. Ne ilginçtir ki, o yıllarda Türk nasyonalistlerin önderlik ettiği bu iş, 2012'de Kürt nasyonalistlerine devredilmişti. Bu iki nasyonalist grubun (ben onlara yapışık ikizler diyorum) aynı zamanda birbirlerinin varoluş nedeni olduklarının altını çizerek; Uludere'ye bombalar yağarken manşete Etyen Mahçupyan'ın taşınması aslında hiçte tesadüfi değildi.
Bu yüzden derinleşti yaram.
Hrant davası üzerinden ergenekonseverliğe soyunan bir kesimi ciddi biçimde üzüyor Etyen Mahçupyan. Koluna her kelepçe vurulanın "Hrant Dink!" diye böğürünce kahraman ilan edildiği bir ortamda, "kaçınız okurdunuz o güne kadar Nedim Şener'i, Ahmet Şık'ı? Böyle bir dava olmasa isimlerini duyacak mıydınız?" diye soruyor. Bunu sorma hakkı var. Bedri Baykam'ın dahi Rakel Dink'e akıl öğreten mektuplar gönderdiği şu günlerde, Etyen'in varlığı Hrant Dink üzerinden süregiden bir ölüseviciliğe set koyuyor. Ona ayrı bir kızgınlıkları var bu nedenle.
Bugüne gelirsek, Ece Temelkuran gibi İNCE SİYASET HAYATI yeni yeni başlayanların lobisi için en güzel hedef aslında sözü Etyen Mahçupyan'a bağlamak. Şaşırmamak lazım. Çeşitli (yapışık ikiz) örgütlere mensup geniş bir kesimi yanına çekmek için iyi bir fırsat bu. Ece Temelkuran bir süredir gazeteci değil, hatta sivil bile değil, o salt siyaset yapıyor. Buyursun yapsın. Bu işi en az Sırrı Süreyya Önder denilen akıl yoksunu kadar "çevirebileceğine" adım kadar eminim ama daha fazlası değil...
Fakat unutmasın aynı Ece Temelkuran, düne kadar Ulusal Kanal gibi yayınlarda aynen kendisinin beyan ettiği biçimde "failin üstünü örtmekle" suçlanıyordu zaten bu insanlar, suçlanıyorduk, suçlandık, suçlanacağız.. Bu uğurda kalkıp "Hrant'ın Arkadaşları" gibi tek paydaları bir davayı diri tutmak olan insanları dahi diline doluyorsa Ece Temelkuran, asla unutmasın, bizde kendisini unutmayacağız.
Unutmadan soracağız;
Peki Hrant Dink senin alter egon mu sevgili Ece Temelkuran? Hrant Dink'i Türk nasyonalistlere, Etyen Mahçupyan'ı Kürt nasyonalistlere peşkeş çekmek midir senin mertliğin? Sen ne fashion kadınsın ayrıca, Hrant'ı sevme sezonu gelince başı çeker, Etyen'den nefret etme sezonunda hazırolda beklersin. Hrant ve onun arkadaşları olmasa sen şu anda ne yapıyor olacaktın, hakikaten ne halde, kimlerle olacaktın?
7 Şubat 2012 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder