31 Aralık 2011 Cumartesi

Sanatçı arka bahçe eki midir? / Ali Akay

SANATÇI ARKA BAHÇE EKİ MİDİR?

ALİ AKAY

İçişleri Bakanı Sayın Şahin’in bir şahin grubu için sarf ettiği kelimeler ve önermeler Terörizmi değil de sanki bir Terör konuşmasını ifade etmekte. Sanatın ve sanatçıların özgürce ve inandıkları demokrasi anlayışı içinde eser verdikleri ve kendi doğrularını ifade yollarına başvurdukları tarihi bir olgudur. Tarih boyunca sanat yapanlar, bilimle uğraşanlar kendi doğrularını veya buluşlarını her zaman var olan kanıya veya inanca karşı üretmişlerdir. Bazen karşı gruplar tarafından da eleştirildiği söz konusu olmuştur; ancak bir toplumun her zaman sözcüleri olmuş olan düşünürleri aynı zamanda o ülkelerin tarihi gururları haline gelmiştir sonunda. Bugün Fransa’daki yasa tasarısına karşı çıkılırken de Voltaire’den söz etmekteyiz. İnsan Haklarının ve ifade özgürlüğünün önemine değinmekteyiz. Bilindiği üzere De Gaulle Fransız filozof ve edebiyatçı Jean-Paul Sartre’dan söz ederken ve Sartre’ın De Gaulle dönemi politikalarına karşı çıktığı bir sırada De Gaulle ‘’Sartre konuşabilir, O Fransa’dır’’ cevabıyla iktidarın akıl dolu bir şekilde cevaplar da üretebildiğinin güzel örneklerinden birisini tarihe kazandırmıştır.

Sanatçıların eserlerinin terörün ‘arka bahçesi’olduğu savı ise gerçek olamayacağı gibi bir totolojik itham olarak durmaktadır; sanat yapanın, şiir yazanın hukukla aykırı davrandığı gibi bir bakışın hukuk devletiyle bağdaşamayacağı da aşikar değil midir ? Hukuk devleti diye bir kavramın sayesinde sanatçılar ve düşünürler özgürce düşündüklerini doğru veya yanlış ne olursa olsun ifade etmek hakkına sahip olmaktadırlar. Doğru olmadığı zamanlar da neden doğru olmadığına dair bir tartışmanın kamuya açılması da demokratik ortamların düşünce egzersizlerinden biri olarak durmaktadır. Sanatçılarda kural olmadığını söylemek sanatçı ismine yapılan bir yanlış olarak durmaktadır: Sanatçı belirli bir tarihe, sanat tarihine ve siyaset tarihine yaslanarak ve de sanatın kurallarına göre sanatını icra etmektedir. Hukukta da kural vardır, sanatta da ( 20. yüzyılın ünlü Fransız Sosyolog Pierre Bourdieu’nün bir kitabının adı ‘’Sanatın Kuralları’’dır). İyiyi kötüden ayırt etmek sanatın kurallarından bir tanesidir. Hoş, güzel ve yüce kavramlarına dokunarak düşünen estetik dalının evrensel isimlerinden Kant’ın bakışının ne kadar uzağında olursak olalım, yine de estetik değerlerin kurallarının ne kadar farkında olduğumuzu düşünmek durumundayız. Sayın Bakan Şahin’i bu anlamda Kant’ın evrensel estetik kurallarına bakmaya davet etmek isterim. Bilmemek değil öğrenmemek diye öğretmişlerdi bizlere büyüklerimiz biz okullu öğrenci olduğumuz sıralarda. Hayat öğrenmekle geçen bir süreçte anlam kazanmakta ve öğrenmenin vereceği hoşnutluğun keyfi hayatı daha güzel kılmakta değil midir ?

Sanatçıların belki kandırılmışı olabilir, ama sanatçı ismini taşıyanlar kandırılmakla değil, inandıklarıyla eser verenlere verilen isimdir. Kandırılanlar da elbette olmuştur, ama onlara tarih sanatçı isminden çok ideolog diye bir ad koymuştur. İdeoloji ise sıklıkla dile getirildiği gibi bir yanılsamadır, perdenin arkasında duran çarpıtılmış bir gerçektir; ve sanatlar özellikle modern diye adlandırılan sanatlar ideolojiden uzak bir şekilde nesnelerin gerçeğine, yanılsama üzerine kurulu perspektifin ötesine, temsiliyetin dışına çıkmaya uğraşmıştır. Sanat o bakımdan kandırılan bir şey olmaktan çok daha fazla gerçekliğe yaslanan ve itinayla temsiliyetin tuzaklarından kurtulan bir düzenleme olarak ele alınmıştır. Sanatçı psikolojik eser veren birisi değildir ve hiç bir zaman da olmamıştır; onu yapanlar ideologlar ve propagandacılardır ki, bunlara bugün sanatçı ismi verilmemektedir, artık. Sanatçı doğru olduğuna bütün kalbiye inanmış kimsedir ve ideolojiler tarafından ele geçirildiklerini anladıklarında da, bazen intihara kadar giden bir vicdan meselesiyle berberce yaşamayı tercih eden insanlar olmuşlardır. Teröristin tam tersidir. Kimi zaman tepeden terör ve aldan terör kavramları siyaset dünyasının kavramları arasında sayılabilse bile sanatçının bu iki tür terörle ve de hele hele psikolojik terörle asla ilişkisi tarih boyunca olmamış kimsedir. Etikası olan bir isimdir sanatçı, siyaseti değil, siyasetin yanılsatıcı boyutuna ters bakan birisine sanatçı denilmektedir . Propagandayı genelde yönetenler yapmaktadır, sanatçıların zaten böyle bir gücü de yoktur, sanat zayıflık ve güçsüzlük üzerine kuruludur; sanatın ifadesidir güçlü olan. Bakanın ‘arka bahçe ‘ diye adlandırdığı kurumlar ise tam tersine ifadenin özgürlüğünün ve kurallarının kendisi tarafından belirlenmiş olduğu alanlardır; disiplinlerine göre kendi iç yöntemleri, kuralları olan alanlardır; üniversiteler, kürsüler, derneklerin de kendi tüzükleri vardır ve bunlar yasallık, bilimsel ve demokratik kurallar üzerine yerleşmişlerdir. Bu alanların ülkeleri veya şehirleri de yoktur, her yer sanatçının çalışma alanı olabilmektedir, araştırma alanı olabilmektedir, konuşma ve ders yapma alanı olabilmektedir. Üniversiteler genelde şehirlerdedir, ama kolokyumlar bazen kırsal alanlarda da düzenlenebilmektedir; ‘’Abant Toplantıları’’ veya Fransa’daki ‘Royaumont Toplantıları’’ gibi yerlerde de oluşabilmektedir. Terörün sızdığı alanlarda sanata yer yoktur, bilime de yer yoktur. Bunlar tam tersine akıl ve aklın araçlarının çalıştığı alanlardır. Yok etmek değil, üretmek üzerine yapıcı yerlerdir. Yapıcılık, Konstrüktivizm, düşüncenin 20. yüzyıldaki adlarından birisidir. Sanat bir zehir ve panzhir, tabii, olabilir, ama Eczacılığın mesleği zaten bu değil midir ? Pharmakon adını vermekteydi ünlü bir filozof, Jacques Derrida.

Sanatçı ‘arka bahçe’deki değil, bahçenin kendisinde oturandır. Kendisini mekanda var edendir. Öznelliği ise oturduğu yerdeki yersizyurdsuzlaştırdığı dildedir; ifadesindedir, biçimindedir.

30 Aralık 2011 Cuma

Yalnız bir kadının gizli imzası / HÜRRİYET - Ertuğrul Özkök


Ertuğrul Özkök

KURTULUŞ’ta oturuyordu.

Yalnız yaşıyordu. Hiç evlenmemişti.

Çalıştığı yer Galatasaray’daydı.

Her sabah evinden çıkar, yürüyerek işine gider, akşama kadar çalışır, yine yürüyerek dönerdi.

Bugün size bu yalnız kadını anlatacağım.

Daha doğrusu bu yalnız kadının karanlık odasını...

MARYAM’LA BABAMIN HAYATI NEREDE KESİŞTİ?

Adı Maryam Şahinyan...

1911 yılında Sivas’ta doğmuş.

Bir Ermeni’yseniz ve Anadolu’da yaşıyorsanız; dünyaya gelmek için en şanssız yıllar.

Babası farklı bir Ermeni. 1915’teki o büyük insanlık trajedisi başladığında, çoğu Ermeni başka ülkelere kaçarken, o İstanbul’a geliyor.

Kader, babasını İstanbul’da, benim babama benzer biriyle karşılaştırıyor.

Balkan Savaşı’nın büyük insanlık trajedisinden kaçan bir göçmen Türk’ten, kaçarken getirdiği körüklü ahşap fotoğraf makinesini satın alıyor.

Sonra Galatasaray’da bir fotoğraf stüdyosu açıyor.

O ölünce, yerini kızı Maryam alıyor.

EVLİ KADINLARIN TEŞHİR DUYGUSU

O fotoğraf stüdyosu, 1985 yılına kadar, İstanbul’daki azınlıkların, gayrimüslimin aile albümü oluyor.

O stüdyodan, o karanlık odadan kimler geçiyor kimler...

Dönemin insanları. Aileler, damatlar, gelinler, çocuklar, ikizler, sporcular, kadınlar, gay’ler, zenneler...

Herkes rahatça poz veriyor. Güzel kadınlar içlerindeki teşhir duygusunu orada tatmin ediyorlar.

Çünkü hepsi, bu yalnız ve tutkulu kadına güveniyor. Her şeyin o karanlık odada kalacağından eminler.

O nedenle orada gerçek insanları, gerçek halleriyle seyrediyorsunuz.

Maryam Şahinyan 1996 yılında ölüyor.

BİR MİLYON İNSAN 200 BİN NEGATİF CAM VE 4 VESİKALIK

Sonra tutkulu bir Türk fotoğrafçısı çıkıyor. Adı Tayfun Serttaş.

Aras Yayıncılık’ın sahibi Yetvart Tomasyon’ın sakladığı bu filmleri tek tek temizliyor. Yıllar süren, çok zor ve sabır isteyen bir işi gerçekleştiriyor.

Ve Maryam Şahinyan’ın dünyasını gözümüzün önüne getiriyor.

Bu fotoğraflar şimdi Karaköy’deki SALT Galata’da sergileniyor.

Hem Şahinyan’ın hem de Serttaş’ın yaptığı işe bakınca bir kere daha anlıyorum.

Sevmek;

Tutkudur, arzulamaktır, kıskançça sahiplenmektir, itinadır...

Ve gerektiğinde fedakârlığı göze alabilmektir...

Bütün bunlardan geriye kalan hüzünlü bir hakikat daha var.

Maryam Şahinyan 50 yıla yakın fotoğraf çekti. Stüdyosundan 1 milyona yakın insan geçti.

200 binden çok cam negatif bıraktı.

Ama kendinden geriye kala kala 4 vesikalık fotoğraf kaldı.

Nedir bu saklanmak? O karanlık odada yapayalnız kalmayı mı seçmektir...

SİYAH BEYAZ YALAN BİR DÜNYA İSTİYORUM!

ÖNCEKİ gece avaz avaz haykırıyordum:

“Biri bana yalan söylesin. Yalan bir dünya istiyorum...”

Birkaç saat önce Karaköy’de bir binada 3 saat geçirmiş ve eve dönmüştüm.

* * *

Anlattığım bina, Doğuş Holding’e ait Osmanlı Bankası’nın merkezine kurulan SALT Kültür Merkezi’ydi.

Bina 19’uncu yüzyılda yapılmış ve Fransız mimar Alexander Vallaury tarafından tasarlanmış. Doğuş Grubu burayı restore ederek bir kültür merkezi haline getirdi.

Benzerlerine ancak New York, Paris, Londra gibi metropollerde rastlanabilecek güzellikte bir kültür merkezi olmuş.

Bu olağanüstü kültür yatırımı için başta Ferit Şahenk olmak üzere bütün Doğuş Grubu’na teşekkür ediyorum.

* * *

İşte bu binada önceki gün Maryam Şahinyan’ın fotoğraflarından oluşan harikulade sergiyi gezdim.

Gece eve gelince, bir başka Ermeni fotoğrafçı, Ani Çelik Aravyan’ın “Agos” gazetesinde, onun hakkında yazdığı olağanüstü yazıyı okudum.

Elli yıl boyunca çekilen fotoğraflardaki sosyolojik zenginliği ve hazzı neyin verdiğini daha iyi anladım.

- Modeller kendi evlerinde gibi rahat. Bütün eşyalar sade, fotoğraf çektiren insanların kendi evleri sanki oraya taşınmış gibi.

- Stüdyonun bu dekoru 60 yıl boyunca hiç değiştirilmemiş. Nesiller, hep aynı dekorun önünde poz vererek, her şeyin yıkılıp gittiği bir hayatta, tutunabilecek bir yer bırakmış.

- Aravyan, hiç değişmeyen bu dekor için, “Maryam Şahinyan’ın gizli imzası” diyor.

- Renkli fotoğraf teknolojisi geliştiği halde, Şahinyan hep siyah beyaz çekmiş. Neden?

- Aravyan, “Çünkü renk gerçek hale getirir. Siyah beyaz ise gerçeklikten uzaklaştırır” diyor.

- Yani “siyah beyaz daha etkili yalan söyler”...

* * *

Bu fotoğraflar karşısında yaptığım olağanüstü meditasyondan sonra, bir uykusuz geceye daha hazırlanırken, kulaklarımda hâlâ Aravyan’ın sözleri vardı:

“Siyah beyaz daha etkili yalan söyler...”

Bugünlerde tam ihtiyacım olan şey işte buydu.

Çünkü yalana ihtiyacım var.

Beni bugünün katı gerçeklerinden, içimde biriken öfkelerden, şu anki, yakın gelecekteki gerçeklerden, çirkinliklerden koruyacak güzel yalanlara...

Çünkü, hakikati değiştiremiyorsam, iltica edebileceğim tek ülke, siyah beyaz bir yalan dünyadır...

Kaynak: Ertuğrul Özkök / HÜRRİYET - 30 Aralık 2011

29 Aralık 2011 Perşembe

Kürtlere, Karlara ve Katırlara...



Sarhoş Atlar Zamanı; Irak, Türkiye, İran sınırında yaşamlarını kaçakçılıkla idame ettiren Kürt göçerlerin çıplak hikayesidir. İranlı yönetmen Bahman Ghobadi'nin 2000 senesinde gerçek aktörleri kullanarak çektiği film, Kürtlerin katır sırtında süregiden hayatlarının en dramatik kanıtıdır... Bugün "o dağlarda ne işleri vardı?" diyenler, uzun uzun izlesin dilerim, aynı dağları. Kürtler öyle yaşarlar.

Yönetmen Bahman Ghobadi, filminde rol verdiği çocukların, karın yağmasıyla birlikte kapanan yollarda tekrar katır taşımacılığına başlayacaklarını söyler...

27 Aralık 2011 Salı

Tüm Kaybettiklerimizin Tanığı Foto Galatasaray / TARAF - Serdarhan Aksoy


Galatasaray’daki stüdyosunda 50 yıl fotoğrafçılık yapan Maryam Şahinyan’ın 200 bin imajlık arşivini SALT Galata’da görebilirsiniz.

İstanbul Galatasaray’da 1935’ten 1985’e kadar mütevazı stüdyosunda on binlerce fotoğraf çekti Maryam Şahinyan. Bu süre içinde Türkiye; Varlık Vergisi’ni, 6-7 Eylül Olayları’nı, 27 Mayıs Darbesi’ni, 12 Mart Muhtırası’nı, 1980 Darbesi’ni yaşadı. O, fotoğraf çekmeyi sürdürdü. 1964’te Türkiye ve Yunanistan arasındaki iskân anlaşmasının Türkiye tarafından tek taraflı bozulmasına da İsrail’in kurulmasına da şahitlik etti, hem de I. Dünya Savaşı yıllarından kalma körüklü makinesiyle.

Sanatçı Tayfun Serttaş’ın SALT Galata’nın açılış sergilerinden olan Foto Galatasaray ve Aras Yayıncılık’ın eş zamanlı olarak aynı adla yayımladığı kitap, Maryam Şahinyan’ın 50 yıllık meslekî kariyerinde özenle düzenlediği arşivi üzerinden İstanbul’un geçirdiği değişimi gözler önüne seriyor. Açık Arşiv projesi olan ve arşivdeki tüm fotoğrafların dijital ortama aktarıldığı sergiyi 22 ocak gününe kadar gezebileceğinizi hatırlatıp, bu noktada sözü sanatçı Tayfun Serttaş’a ve arşivi hayli ilginç bir hikâyeyle alan Yetvart Tomasyan’a bırakalım...

Serdarhan Aksoy

Maryam Şahinyan arşivinde 200 bin imaj var. Herhangi bir tasnife ya da seçkiye başvurdunuz mu? Mesela kitapta 400 kadar fotoğraf var?

Fotoğraflar arasında, kitap için seçtiğim fotoğraflar dışında, hiçbir seçkiye gitmedik. Foto Galatasaray projesinin en belirgin özelliği bu; Maryam Şahinyan arşivindeki her şeyi, olduğu gibi, olduğu şekliyle göstermek ve arşiv üzerinden yapılacak tüm seçkileri bizzat izleyicilerin inisiyatifine bırakmak. Biz başından itibaren şuna inandık: Eğer bu arşive 10 farklı sanatçı yaklaşırsa 10 farklı seçkiye, 10 farklı tarihçi yaklaşırsa 10 farklı seçkiye gidebilirdi. Ya da bir Ermeni incelese farklı, bir modacı tasnif etse farklı bir seçki oluşturabilirdi. Bizim amacımız, arşivi tüm izleyicilerin ilgisine açmaktı, bunun da en sağlıklı yolu arşivin kapsadığı imajların tamamını kullanmaktan geçiyor.

Eğitim, sergi, kitap tüm bu proje ne kadar zaman aldı?

Üç yıl kadar sürdü tamamlamak Foto Galatasaray'ı. 2009 yılının ocak ayında arşivi taşıdım. Bütün arşiv negatiflerden oluştuğu için dört aylık bir deneme dönemimiz vardı akabinde kesintisiz olarak proje başladı.

Deneme döneminde neler yaptınız?

Foto Galatasaray'ın arşivi bize dokuz koli ve 1139 film kutusuna bölünmüş olarak geldi. Öncelikle ben rastlantısal olarak bütün kutulardan bazı filmleri seçip onları pozitife çevirerek arşiv hakkında genel bir kanıya ulaştım. Çünkü eldeki verilerle Yetvart'ın söyledikleri de bir noktaya kadar arşivle örtüşmüyor olabilirdi. Çünkü Yetvart Tomasyan bilemezdi o kutuların içinde ne olduğunu, ne kadarının karıştığını, kronolojik olup olmadığını, ne kadarının Maryam'a ait olup olmadığını... Tüm incelemeler yapıldıktan sonra 2009'un ortalarında bunu bir projeye dönüştürmeye kesin olarak karar verdik.

Teknik kısmını nasıl çözdün işin? Kaç kişi çalıştı?

Bu deneme sürecinin akabinde bir tanışma toplantısı yaptım; projeyle ilgili. Toplantıdan sonra da kalktım Beyrut'a gittim; Arab Image Foundation'a. Arab Image Foundation, elinde devasa koleksiyonlar bulunduran çok önemli bir merkez. Ben özellikle cam negatifler konusunda bütün teknik ve lojistik bilgileri oradan aldım. Çünkü birçok metot ve teknik vardır. Ancak elimizde 1940'lardan, 1950'lerden negatifler vardı ve bunlara canımızın istediği gibi dokunamazdık. Açıkçası onların bilgi paylaşımından çok faydalandım. Her zaman Arab Image Foundation'la iletişim halinde oldum. Süreç böyle devam etti, projenin toplamında 30'a yakın asistanla çalıştım.

Aras Yayınları'ndan çıkan Foto Galatasaray kitabına gelirsek biraz...

Kitap, arşivin en sembolik biçimde temsil edildiği, aslında fotoğrafları da ilk kez baskı halinde gördüğüm(üz) alan. Kitap dışında elimizdeki herşey dijital. Kitapta dört temel bölüm var. Bu dört bölüm, iki yazınsal ve iki albümden meydana geliyor. Metinsel bölümlerin ilkinde, Maryam Şahinyan'ın hayatını kısaca, literatüre girecek kadar tartıştıktan sonra; “kadın kimliği”, “dinsel aidiyet” ve “Ermeni kültürü” bağlamında olmak üzere üç normatif bağlamda, Maryam'ın stüdyosunu tanımlamaya çalışıyoruz. Bu normatif kategorinin ardından ikinci bölüm olan “sebest okumalar”da bu arşivden daha ne gibi okumalar çıkarabileceğimizi ortaya koyuyoruz. Zaten kitap da bu arşivden daha ne gibi projeleri ortaya çıkarabileceğimizi göstermek için kurgulanmış bir şey.

Albüm bölümünde neler var?

Albüm bölümünde, “özdeşler” ve “aynadan bakanlar” adlı iki kategori var. “Özdeşler”de aralarında hiçbir genetik benzerlik olmaksızın aynı şeyleri giyen, aynı şekilde poz veren, aynı takıları takan ve bir araya gelen insanlar. “Aynadan bakanlar”da da aslında bir özdeşlik görüyoruz. Bunda da grafik olarak bir ikilik var, tabii aynı insanın aynadan yansıması olarak. “Özdeşler” tamamen benim seçiciliğimle oluştu, “aynadan bakanlar” ise doğrudan Maryam Şahinyan'ın estetik kriterlerinin belirlemesi açısından projenin ilk gününden itibaren ayrı bir dosya içerisinde toplanmaya başladı. İstanbul'daki hiçbir stüdyoda “aynadan bakanlar” gibi bir seri yok ve bu grup bence, Maryam'ın estetik anlayışının zirve noktası.

Maryam'ın kadın olması, senin de dediğin gibi kadın, genelde “bakan özne” değil, “bakılan nesne” konumunda fotoğraf tarihinde. Kadın olmak nasıl bir konum sağlıyor ona?

Maryam'ın kadın olması hasebiyle müşteri portföyünü hazırlamak için ekstra bir şey yapmasına gerek yoktu. Mesela evinden “Ben Osman'a fotoğraf çektirmeye çıkıyorum” diye çıkamayacak bir kadın, “Ben Maryam'a gidiyorum” diye çıkabiliyordu. Bu yüzden de Maryam'ın stüdyosu bir sosyalleşme mekânıydı. Aynı zamanda bütün sosyal çevresini FotoGalatasaray üzerinden kuruyor. Bu yüzden, bir ayrıcalığı var tabii Maryam'ın. Öte yandan, ben Maryam'ın feminist anlayışına yeni bir yön vermek ya da kadınların mesleki hayatta ne kadar daha aktif olabileceklerini göstermek gibi bir iddiası olduğuna da inanmıyorum. Dönemin muhafazakar koşullarıyla tam bir uyumluluk yakalıyor aslında.

Maryam'la ilgili bilgilere nasıl ulaştınız?

Fotoğrafçının yaşamıyla ilgili elimizdeki bilgiler oldukça kısıtlı. Birçok insan tarafından tanınıyor Maryam Şahinyan, çalışma süresince toplanan tüm verileri belirli bir süzgeçten geçirdik ve 10 sayfalık bir biyografi dışında daha derine inmedik hayatı konusunda. Maryam’ın öz kardeşi Vruyr Şahinyan İstanbul’da yaşıyor. Maryam'ın elimizde kalan sadece dört vesikalık fotoğrafı da hayattaki tek kardeşinin arşivinden. Fakat daha fazlası üzerine konuşmak istemiyor Vruyr Şahinyan. Onun içinde bulunduğu ruh halini anlamak gerekiyor. Herşeye belirli bir mesafe içerisinde yaklaşıyor, bu mesafeyi iyi anlamalıyız.

Peki Türkiye tarihindeki kırılmaları noktalarını gözlemleyebiliyor muyuz?

Maryam Şahinyan'ın stüdyosundan demografik süreçleri izlemek çok kolay. 1964 senesinde Yunanistan ile Türkiye arasındaki ikamet anlaşmasının Türkiye tarafından tek taraflı kaldırılmasının ardından, buradan 200 bin Rum'un gitmesini çok net izliyoruz. Ama 6-7 Eylül'ü izlemek mümkün değil mesela. Çünkü Maryam'ın stüdyosu Çiçek Pasajı'nda korunaklı bir yerde ve sadece camı kırılıyor. Onun dışında darbeleri görmek mümkün değil. Varlik Vergisi gibi bir süreci de, stüdyo fotoğrafından izleyemeyiz. Maryam Şahinyan belge fotoğrafçısı değil, o idealize edilmiş gerçekliği yansıtıyor. Bu açıdan travmaya tanıklığı daha uzun vade de, o gerçekliğin dönüşmesine tanık olunca ortaya çıkıyor.

Travma derken, biraz daha açmanı isteyeceğim? 1935 – 85 yılları arası İstanbul sayısız olayla yüzyüze kaldı, bu yarım asırlık tanıklık bize neyi gösteriyor?

Birgün arkadaşım Aret Gıcır ile yürürken, “iyi bak, işte sonrası böyle oluyor” demişti bana. İstiklal Caddesindeydik, derinlemesine baktım; kalabalık, umursamazlık, toz duman... Sonrasındaydık. Cumhuriyet sonrası İstanbul, tüm Türkiye’de azınlıklar için adeta bağımsız bir ülke işlevi gördü. Herkes bu şehre toplantı, Anadolu’nun farklı noktalarında kalan, kalmayı başarabilen son aileler, son yetimler, son yaşlılar. Küçük bir kısmı kaldı, daha büyük kısmı ise 80’li yıllara kadar İstanbul üzerinden Batı’ya göç etti. Foto Galatasaray’ın bu sürece olan tanıklığı beni en derinden etkileyen boyutudur bu projenin. Sonrasını izliyoruz o stüdyoda, o perdenin önüne dizilen yorgun ruhların bu şehirdeki son hareketlerini. Başka türlü de izleyemiyoruz onları. Bu açıdan elimizde kalan son büyük kanıttır Foto Galatasaray. O arşivde gördüğünüz yüzlerin çoğu bugün diaspora statüsünde yaşıyor, yaşamaya mecbur. Oradaki ayakkabısı delik çocuk, bebeği ile poz veren kadın, gelinlerin eteklerine sarılan küçük medimeler, komünyon duasını eden oğlanlar işte diaspora. Çok iyi bakmak lazım onların gözlerinin içine, gözlerindeki ışığa.


SARKİS USTA: "Ne Laf Anlamaz Adamsın Yahu!"

Serdarhan Aksoy: Maryam Şahinyan arşivini nasıl buldunuz?

Yetvart Tomasyan: Benim aile dostum, bu vesileyle rahmetle de analım, Sarkis Çerkezyan. Kimilerinin Sarkis Varbed, kimilerinin Sarkis Usta dediği marangoz Sarkis, benim yakınımdı. Her gün olmasa da gün aşırı benim dükkana uğruyordu. Bir uğradığında Maryam Şahinyan'dan bahsetti. Maryam'ın dükkanı devrettiği çocukların da dükkanı kapatıklarını, alanların da başka iş yapacaklarını söyledi.

S.A: Dükkanı devralanları tanıyor muydunuz?

Y.T: Taniyorum tabii, hala da görüşürüz. Dükkanı İsa Barkev Avşar ve Fikri Çalış'a devrediyor. Sonra üç sene kadar birlikte çalışıyorlar. Matmazel zamanla onlara işi öğretiyor. Sonra onlar da dükkanı devredince arşiv ortada kalıyor. Sakis Usta, bir 10-15 gün geldi gitti, geldi gitti. Sonunda o gün geldi, çok sert konuştu. "Ulan, ne laf anlamaz adamsın. Al şunları diyorum. Kapının önüne koydular. Yarın çöpçüler götürecek. Bugün son gün" dedi. Ben de bunun üzerine, Skoda bir kamyonetimiz vardı, içine 15-20 tane koli koydurdum. İki de arkadaş görevlendirdim. 90 senesiydi. Kadıköy'e gittiler. 15 koliye doldurdular, bantladılar, getirdiler. Eh işte, 18 sene depoda durdu.

S.A: Başka arşiv var mı böyle elinizde?

Y.T: Böyle arşiv yok. Ama ben 40 senedir gazete küpürü topluyorum. Genellikle sanat haberleriyle ilgili olarak - ağırlıklı olarak resim, heykel, müzik, dans - 40 yıllık gazete küpürleri var. Bir de programları topluyorum. Etkinlik programları; konserlerden önce dağıtılır ya.


Kaynak: Serdarhan Aksoy / TARAF - 27.Aralık.2011

23 Aralık 2011 Cuma

Bir Maryam Şahinyan Projesi / AGOS - Ani Çelik Arevyan


Fotoğraf sanatçısı Ani Çelik Arevyan, Salt Galata’daki Foto Galatasaray sergisinden izlenimlerini Agos için kaleme aldı.

ANİ ÇELİK AREVYAN


Salt Galata’nın ihtişamlı mimarisiyle karşılayan beyaz mermer merdivenleri ve aydınlık girişinin, üçüncü kattaki Maryam Şahinyan’ın fotoğraflarının “karanlıkoda”sıyla olan tezatlığının uyumu, ilk etapta beni etkileyen unsurlardan biriydi. Slideshow’u seyretmek üzere girilen siyah kadife perdedeyle bölünmüş oda, tam da Maryam’ın kullandığı 1. Dünya Savaşı’ndan kalma körüklü fotoğraf makinesinin siyah örtüsü gibiydi. Zaten fotoğraf kartları ve cam negatif kutuların camekânlardaki sergisi, insanı adeta bir karanlıkodaya, bir stüdyoya hazırlıyor gibiydi.

“Karanlıkoda”daki slideshow’un oval açısı ve ortadaki 3-4 sandalyeyi gördüğümde, Maryam’ın dünyasına aralanmış bir sahneyi seyretmek için kendimi zaman tüneline girmiş gibi hissettim ve fotoğrafları odada tek başıma seyretmek istedim. Bir müddet bekledikten sonra kısa bir yalnızlık anı yakaladım ve gösteri derinlemesine içine aldı beni... İmajların akışı harikaydı. Hem film şeridi gibi akan görüntülerin bütününü kaçırmak istemiyordum hem de fotoğraflara daha detaylı bakmak istiyordum. Önceleri tanıdık bir yüz aramaya başladım, fotoğrafların birçoğu dönemin gayrimüslim kesimini belgeleyen, evimde oldukça çok bulunan türdendi. Sanki hepsini daha önce görmüş gibiydim ve bazen albümlerine baktığıma sorardım anneme ve kayınvalideme, “Hepiniz aynı stilde mi giyinirdiniz ve hep aynı pozlar mı verirdiniz?” diye...

Fotoğrafçı insanları birbirine benzetiyor


Ben evdeki fotoğrafların aile fertlerine ait oldukları için birbirine benzediğini düşünürdüm, oysa bu sergide şunu hissettim ki, aslında biraz da fotoğrafçı insanları birbirine benzetiyor... Dönemine ait olan tek bir fotoğrafa veya 2-3 fotoğrafa baksaydım, “modelin” kişiliği hakkında bir fikir edinebilirdim, ama bütün portrelerin aynı, bütün ikizleri aynı, bütün rahibelerin aynı.... çekilmiş olduklarını görünce, o zaman kişilerin kimliklerine ya da hikâyelerine değil de, fotoğraflara Maryam’ın bir projesiymiş gibi odaklandım. Kıyafetlerin, duruşların, ışıkların, benzerliklerini izlediğim zaman, onlar kendi karakteristiğinden uzaklaşıp, hepsini aynı şablondan çıkmış gibi görmeme sebep oldu. Tıpkı büyük bir lavanta tarlasına ait olan tek bir lavantaya bakar gibi. Bütünün lavanta tarlası olduğunu algılarız ama bir lavantanın tek başına, kendi-sinin özelliklerini değil.

İlk bakışta fotoğrafların, bir dönemi yansıtması ve doğrudan bir topluluğu bugüne taşıyıp göstermesi, bir dönem insanının kılık kıyafetleriyle ve toplumsal konumlarıyla belgelenmesi gözüyle bakarken, aslında, fotoğraftaki kişiler hakkında çok da bilgi vermediğini, yani, gelen insanların kişiliklerinden, elekt-riğinden doğan yorumların fotoğrafa yansımasını, fotoğrafçıya hissettirdiğini değil de, fotoğrafçının kalıplarında çekilmesi, kişiye yönelik fotoğraf olmaktan çıkıp fotoğrafçının kurguladığı kişilikler oluyorlardı... Üstelik 60 yıllık bir zaman dilimini kapsamasına rağmen, “modellerin” duruş ve stil olarak neredeyse hiç değişmemesi, seriler halinde hep aynı pozlarda olmaları, hep aynı ışığın kullanılması, fotoğrafı çekilen kişilerden çok, adeta, fotoğraf tarzı ile, fotoğrafçının portresinin oluştuğu hissini verdi.

Fotoğraflar modelden çok fotoğrafçıyı gösteriyor


O pozun ruhuna uygun olsun olmasın “modellerin” hep aynı şekilde durdurulmak istenmesi, belki de fotoğrafçının kişileri kendi kalıbına koymak istemesinden kaynaklanıyor olabilir. Örneğin sadece portre olarak çekilmiş genç kadınlar serisinde, bir müddet sonra, dikkatli bakmazsanız, hep aynı kişiler olduğunu zannedebilirsiniz. Rahibeler, ikizler, askerler, gelinler... kendi portreleri, fotoğrafları olmaktan çok, fotoğrafçının kimliği, figürleri olmuşlar adeta. Bu nedenle fotoğraflar, daha çok fotoğrafçıyı, Maryam’ı görmeme sebep oldu...

Maryam da kendi projesini oluşturmuş bir anlamda, yani sıradan insanları projesine model yapmış. Bloklar halinde, seriler halinde gösterilmesi, kişilerin kendi mimikleriyle, jestleriyle, duruşlariyle değil de fotoğrafçının net ve belirgin olarak aynı kategoriye aynı pozları verdirerek çekmesi, Maryam’ın farklı başlıklar altında yürüttüğü bir proje çalışması gibi.

Fotoğraflarda dikkatimi çeken bir diğer şey, Şahinyan’ın “modelleri” kendi evlerindeymiş gibi hissettirmesi... Halı, perde, saksı, ahşap sandalye... O dönemin tarzıyla insanların evlerinde çokça kullandıkları objeler. Sade ortamlar, günlük yaşanan mekânlar tasarlaması, sonuçta planlanarak çekilse de tüm fotoğraflara bir samimiyet duygusu veriyor. Ve üstelik yine 60 yıllık süreçte bu dekoratif objeleri hiç değiştirme gereği duymadan… Özel olarak hazırlandıkları ve o güne randevulu poz verdikleri halde, aynı karelerin, ikiz çocuklar, genç kızlar, aynı şekilde şablon halinde çekilmesi, tekrarlanmasına rağmen, yine de fotoğraflar sanki kişilerin doğal halleriymiş hissini veriyor...

Gizli imza

Fotoğrafçının aynı noktadan, aynı açıdan, aynı dekoratif malzemeleri kullanması; aynı perde, sandalye ve bazen aynı kostüm gibi değişmeyen bu unsurlar, bir anlamda da Maryam’ın gizli imzası gibi.

Şahinyan’ın 60 yıl boyunca sadece siyah beyaz fotoğraf çekmesi, dönemi renkli fotoğrafı yakalasa bile, bunu bilinç olarak reddetmişe benziyor. Bu da fotoğraflardaki pozların tektipliliğiyle çok iyi bir paralellik oluşturuyor aslında. Pozlardaki bu benzerlik ve tektiplilik nasıl bir anlamda onları görsel olarak eşitliyorsa, siyah beyaz oluşları da aynı amaca hizmet ediyor bence... Fotoğraflarındaki siyah-beyaz ısrarı, teknolojiye kapalı olmasından çok, şablonumsu çekimlerin bir desteği gibi... Siyah-beyaz fotoğrafları renkli fotoğraftan ayıran en önemli özellik, renkliyken daha gerçek olan görüntünün, siyah-beyazda, karakteri gereği, gerçeğinden uzaklaşmasıdır. Teknik olarak da, biraz daha etkili yalan söyler, yani fotoğraftakinin kumral mı esmer mi olduğunu anlayamadığımız gibi, kırmızı mı siyah mı giydiğini de anlayamayız. Fotoğrafların tamamının siyah-beyaz oluşu sanki Maryam’ın hayat felsefesinden ipuçları veriyor gibi. Her öğlen sadece elma yemesi ve ömrünü bir anlamda yanlız tamamlayarak, aile olmanın getirdiği hareketliliğe ve karmaşaya izin vermemesi gibi...

Güçlü bir ifade


Mayram’ın portresini görmeden, gözümde canlandırdığım fiziği tam tahmin ettiğim gibiydi. Zayıf vücudu, sade yüz hatları ve bakışlarındaki güçlü, kararlı ifade... Döneminde bir kadın fotoğrafçı olarak profesyonelce çalışmasında da aynı güçlü ve kararlı duruş hissediliyor.

Maryam Şahinyan’ın hayatı boyunca kendisini adadığı mesleği, kişiliğiyle bir bütün olmuş profesyonel yaşantısı ve ardında bıraktığı bu hazineyi büyük bir titizlikle ortaya çıkaran Tayfun Serttaş’ı kutlamak isterim. Maryam’ın işlerinin taşıdığı anlam ve boyut, böylesine bir düzen ve arşivleme sistemi, fazlasıyla takdire değer bir durum. Adeta ailesi, çocuğu gibi yaşamış bunlarla hayatını ve Salt’in görkemli binasında, yine eski İstanbul’da hayatını özetlemiş... Araştırması ve fotoğraflarıyla oldukça başarılı hazırlanmış kitabın basımından dolayı Aras Yayıncılık’ı da ayrıca kutlamak gerek...

Sergiden ayrılırken sizi yakalayan Tayfun Serttaş’ın videosu, verdiği bilgiler ve akıcılığıyla adeta olduğunuz yerde alıkoyuyor sizi. Böylesine özel bir gerçek hikâyeyi bilmekten dolayı büyük bir mutlulukla ayrıldım Salt’tan...

Şahinyan’ın 60 yıl boyunca sadece siyah beyaz fotoğraf çekmesi, dönemi renkli fotoğrafı yakalasa bile, bunu bilinç olarak reddetmişe benziyor. Bu da fotoğraflardaki pozların tektipliliğiyle çok iyi bir paralellik oluşturuyor aslında. Pozlardaki bu benzerlik ve tektiplilik nasıl bir anlamda onları görsel olarak eşitliyorsa, siyah beyaz oluşları da aynı amaca hizmet ediyor bence...

Foto Galatasaray üzerine konuşulacak

23 Aralık Cuma günü saat 19.00’da Salt Galata Oditoryum’da, Tayfun Serttaş’ın hazırladığı ‘Foto Galatasaray’ sergisi ve Aras Yayıncılık tarafından yayımlanan ‘Foto Galatasaray - Studio Practice by Maryam Şahinyan’ adlı kitaba paralel olarak, Karin Karakaşlı, Tayfun Serttaş ve Vasıf Kortun’un katılacağı, ‘Yerlerine Konulması Unutulan Filmler’ başlıklı bir söyleşi yapılacak.

Serginin ‘gizli öznesi’ Maryam Şahinyan bağlamında, İstanbul’un gerektiği yere konulması unutulan tarihsel ve kültürel katmanlarının konu edileceği söyleşiye, Foto Galatasaray arşivinin bugüne ulaşmasını sağlayan Aras Yayıncılık’ın sahibi Yetvart Tomasyan, Şahinyan ailesinin bireyleri ve Maryam Şahinyan’ın arkadaşları da izleyici olarak katılacak.

Kaynak: AGOS - Sayı: 818 / Ani Çelik Arevyan - 16.Aralık.2011

22 Aralık 2011 Perşembe

İstanbulluları Hüzne Boğabilir / NOR MARMARA - Lara Fresko
























Kaynak: Lara Fresko / NOR MARMARA - Sayı: 458 16.Aralık.2011

20 Aralık 2011 Salı

Yerlerine Konulması Unutulan Filmler / Film I Forgot to Put Back in Place

Söyleşi / In conversation: Karin Karakaşlı, Tayfun Serttaş, Vasıf Kortun
23.12.2011, 19:00
SALT Galata Bankalar Caddesi No: 11
Oditoryum / Auditorium



FOTO GALATASARAY: “Yerlerine Konulması Unutulan Filmler”

Fotoğrafçı Maryam Şahinyan’ın yarım asırlık stüdyosu Foto Galatasaray’ın arşiviyle kurduğu ilişkiye dair kendi kaleminden çıkan tek bilgiydi, “Yerlerine Konulması Unutulan Filmler”... Stüdyo arşivinin yaratıcısı ve öznesi Şahinyan, FORTE marka bir film kutusunun üstünde kendi çalışma disiplininden ilk kez söz etmiş ve bu kutuyu “Yerlerine Konulması Unutulan Filmler” olarak isimlendirmişti. Farklı tarih ve ebatlardan yerlerine konulması unutulan filmlerin bir araya toplandığı bu ayrıksı kutu, arşivin rastlantısal bir kesitini sunmakla birlikte, fotoğrafçının mesleğini nasıl bir titizlik ve disiplin içerisinde yürüttüğünün en büyük kanıtıydı.

Tarihsel katmanların içerisinde tüm bir Foto Galatasaray arşivinin gerektiği yere konulmasının unutulduğuna şahit olan üç isim; Karin Karakaşlı, Tayfun Serttaş ve Vasıf Kortun, SALT’ın ilk Açık Arşiv sergisi olan Foto Galatasaray’ın gizli öznesi Maryam Şahinyan bağlamında bir araya geliyor. SALT Galata’da 22 Kasım 2011-22 Ocak 2012 tarihlerinde izlenime sunulan "Foto Galatasaray" sergisi üzerine yapılacak söyleşide, Aras Yayıncılık tarafından yayımlanan "Foto Galatasaray - Studio Practice by Maryam Şahinyan" kitabının üç yazarı, İstanbul’un gerektiği yere konulması unutulan tarihsel ve kültürel katmanları hakkında konuşacak.

Foto Galatasaray arşivinin bugüne ulaşmasını sağlayan Aras Yayıncılık’ın sahibi Yetvart Tomasyan, Şahinyan ailesinin bireyleri ve Maryam Şahinyan’ın arkadaşlarının da izleyici olarak katılacağı söyleşide, arşivin muntazam kronolojisinden hareketle fotoğrafçının bireysel tarihine paralel olarak İstanbul tarihinde iz sürmenin olası yöntemleri de tartışılacak.

Karin Karakaşlı


1996-2006 yıllarında, Türkçe-Ermenice yayımlanan haftalık Agos gazetesinde editör, yazı işleri müdürü ve köşe yazarı olarak görev yaptı. Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile birlikte hazırladığı "Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş" adlı araştırma kitabı 2009’da yayımlandı. Yeditepe Üniversitesi Çeviribilim Bölümü’nde öğretim görevlisi ve Getronagan Ermeni Lisesi’nde Ermenice edebiyat öğretmenidir. Hâlen Radikal 2’de köşe yazarlığı yapmaktadır.

Tayfun Serttaş

Sanatçı ve yazar Tayfun Serttaş, "Foto Galatasaray" projesinin araştırmacısı, "Foto Galatasaray - Studio Practice by Maryam Şahinyan" (2011) kitabının editörü ve yazarlarındandır.

Vasıf Kortun


SALT Araştırma ve Programlar Direktörü

---------

FOTO GALATASARAY: “Film I Forgot to Put Back in Place”

The only first-hand information concerning the relationship between photographer Maryam Şahinyan and the archive of her fifty-year-old studio, Foto Galatasaray, is a label on a box of FORTE film reading “Film I Forgot to Put Back in Place”. Belonging to Şahinyan, the creator and subject of the studio archive, the box is a collection of film from different dates and of varying sizes. It presents a random cross-section of the archive, while at the same time attesting to the incredible meticulousness and discipline with which the photographer carried out her work.

Karin Karakaşlı, Tayfun Serttaş and Vasıf Kortun, all witnesses to the fact that the Foto Galatasaray archive was forgotten — that is has yet to be returned to its proper place within the layers of history — come together on the occasion of SALT’s first Open Archive exhibition to discuss the studio’s hidden subject, Maryam Şahinyan. "Foto Galatasaray" is open at SALT Galata from November 22, 2011 to January 22, 2012. In the context of the conversation, the authors of "Foto Galatasaray – Studio Practice by Maryam Şahinyan" (Aras Publishing, 2011) will also address issues of displacement in İstanbul’s historical and cultural layers.

Yetvart Tomasyan, owner of Aras Publishing and the individual responsible for preserving the Foto Galatasaray archive to this day, along with members of the Şahinyan family and Maryam Şahinyan’s friends, will be among the conversation’s audience, where possible methods of tracing İstanbul’s history in tandem with the personal history of a photographer will be discussed in light of the archive’s impressive chronology.

Karin Karakaşlı


From 1996 to 2006, Karakaşlı worked as editor, editor-in-chief and columnist at Agos, a weekly newspaper published bilingually in Turkish and Armenian. She co-edited "Armenians in Turkey: Community, Individual, Citizen" (2009) with Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel and Ferhat Kentel. Karakaşlı is a faculty member in Yeditepe University’s Department of Translation Studies; she also teaches Armenian literature at Getronagan Armenian High School. Currently, she is a columnist for Radikal 2.

Tayfun Serttaş

Tayfun Serttaş is an artist and author. He is the researcher of the "Foto Galatasaray" project, and editor and co-author of "Foto Galatasaray – Studio Practice by Maryam Şahinyan" (2011).

Vasıf Kortun

Director of Research and Programs, SALT

Semt-e Veda

İstanbul'un onca semti sokağı dururken, neden senle yaşarım şimdi bunu bir çırpıda izah etmem çok zor. Say ki sen düşenin dostuydun ya hani bu acımasız şehirde, düşenleri de sevdiğimden olsa gerek, bir sabah ansızın görünce sökülmüş kapıların pencelerin, bir sancağı düşmüş gibi geldi istanbul'un, düşündüm, sen düşünce kim olacak dostun diye? Kaybettim gibi geldi, arka balkonumdan bir semtin tüm uzuvlarının teker teker sökülüşüne tanık olurken... İstanbul diye bir şehir varsa, sen vardın diye var, gibi geldi bugün. Bu gece senin için bir şarap seçtim en koyusundan, yağmura aldırış etmeden vedalaşasım geldi, leopar bornozumla, çıkıp ağlayasım arka balkonumdan. Son kez hazırlandım sana. Gözlerimin önünde düpedüz yok olurken şimdi sen, karşı kıyında geriye bir tek ben kalmışım gibi geldi. Çok yalnız hissettim bugün, çok yağmalanmış.

Halbuki ben daha Tarlabaşı'nı yazacaktım...

Asla unuttuğumdan değil, yaralı, yorgun, karmaşık, değişken ve derin oldukları için hiçbir zaman tam kavranamayan insanlar, için için benzemekten çok korktuğumuz karanlık geçmişli bir aile ferdi, karşılıklı çok fazla hırpalanmış eski sevgililer gibi, Tarlabaşı'nı ancak ona karşı biraz mesafe edindikten sonra değerlendirebilecektim. Karşı kıyısında bir derin mola verecektim, daha... Sanki ona hiçbirşeycikler olmazmış gibi. 6 Eylül 1955 sabahından beri semtin duvarlarından temizlenemeyen savaş izlerini, Dalan dönemiyle kalbine hançer vurulan bu eski sokakların ana karadan ayrılıp bir vahaya dönüşünü, o vahanın sultanlarını, saltanatını, saraylarını yazacaktım. Bir semtin üzerinden yükselen dumanların ve sokakları arasına gerilen çamaşırların nasıl olup da post-modern zamanların en tutkulu efsanesine dönüştüğünü, Viyana Otel'in arasındaki penceresinden tüm şehrin yeni yetmelerine ot servis eden namı değer Hala'yı, Şaşı Gül'ün birbirinden cengaver façalı yosmalarını, Biricik Anne'nin güzellik salonunda saçlarımın yarısını kaybettiğim geceyi, Kanat Anne'nin 6 yaşındaki oğlunu nasıl sobada yaktığını, Bahriyelin alt katında çalarken Alevi Türkücü avaz avaz boynuma sarılıp bir öpücük konduran zenci güzelini, Sakız Apartmanı'nın sabahı hiç gelmeyen ikindilerini, tenhalarında Kürtçe ağlayan oğullarını, içi kan ağlayanları, kapkaçcı Cemal'in travesti genelevine düşen sevgilisi Beyaz Hafize'yi, Ali Bey Apartmanı'nın duvarlarında senin uğruna kırdığım bira şişelerini, Osep'in 45 kediyle paylaştığı o odayı, biricik köpeğini oduncu sevgilisine bırakıp ölüm yolculuğuna çıkan Vera'yı, sonra o köpeğin nasıl bir sabah benim kapımdan girdiğini, Beyoğlu'nun pahalı sokaklarındaki ihtişamlı hayatlarını bırakıp buraya döndüğünü iddia eden diğer fahişeleri, Madi Canan'ın 50 yıldır değiştirmediği meçini hangi perukçudan satın aldığını, en iyi torbacımın bir sabah nasıl aniden paketlendiğini, bu olayın gerçek müsebbiplerini, her gözgöze gelişimizde bana göz kırpan Kadın Çıkmazı'nın köşesindeki polisi, birgün aynı polisi "günde 100 yarrak yiyorum oğlum ben, sen kimi sikmekle tehdit ediyorsun!" diye sokağın ortasında dövüveren Japon Aysel'i, dişsiz taksicinin bir apartmanın terasında gizlice topladığı bakırları, o bakırları gerçekte kimin çaldığını, Kör Ekrem'in gözünü şişleyen çete mensuplarını, Mark'ın Sakızağacı için yaptığı Almanca blogu, semt pazarını mesken belleyen beyaz örtülü kadınları, o kadınların bana zorla isot biberi aldırdıklarını, tüm semtin hafızasını köhne dükkanında toplayan eskici Osman'ı, Osman'ın metresini, diğer metresleri, pezevenkleri, orospu çocuklarını, kapkaçcıları, tinercileri, ibneleri, gavatları, zürafaları, vebalarını, frengilerini, virüslerini, torbacılarını, tombalacılarını yazacaktım daha senin. Kendisini en çok senin sokaklarında güvende hissedenleri, hane belledikleri o mahrem sokakları dışarıdan bakanların neden hiç anlayamadıklarını. Oturup bir bir anlatacaktım, sana sığınanları.

Sonra hepsi terkettiler.

Karşı kıyıdan izlerken hayalet silüetini, koca bir savaş meydanından geriye kalmış son asker gibi, ürkeğim şimdi. Senin hafriyatlarında bu şehrin son büyük cenazesi kalkacakmış gibi, sen bitince bitecek gibi geldi bugün, bir şehrin efsanesi. Çok derin alıp verdim nefesimi, yetmedi, hava yok gibi geldi, yağmur bedenimi deliyor gibi, sonra tekrar içeriye kapattım kendimi.

Kalakaldım.

19 Aralık 2011 Pazartesi

14 Aralık 2011 Çarşamba

levon ile osep


Aynı tarihlere tanık olmak güzeldir, ruh kardeşi yapar insanı, bilmeden. Hani derler ya sanatçılar birbirleriyle aynı şeyleri yaptıklarında pişti olurlar diye, bu üslupta çalışanlar için o komik bir yalan. Van Leo ile Osep Minasoğlu aynı kadrajda yalnızca daha bir güzeller. Aynı tarihin başka şehirlere savurduğu çocuklarıyla, bugünün düzleminde göz göze gelmek hiç olmadığı kadar emsalsiz, Kahire'de ve de İstanbul'da.

AFTER THE END by Akram Zaatari

AFTER THE END
By Akram Zaatari
SALT Beyoğlu - İstanbul


Studio photography is a phenomenon of the 20th century. It is a work tradition that has marked people's lives for more than 150 years, leaving a wealth of descriptions of people's faces, postures and attitudes. What can be done with this material? How valuable is it? In this presentation, Akram Zaatari will discuss aspects of studio photography in relation to geographic specificity, showing samples of his work on the studio Van Leo, Cairo, and Studio Shehrazade, Saida, Lebanon.

Zaatari’s practice is tied to the practice of collecting. He is a co-founder of the Arab Image Foundation (Beirut, 1997) and has been since researching photographic practices in the Middle East, examining how photography has shaped notions of aesthetics, postures and social codes. Interested in looking at the present through a wealth of past photographic records, since 1999, Zaatari has been focusing on the archive of Studio Shehrazade, studying, indexing and presenting the work of photographer Hashem el Madani (b. 1928) as a register of social relationships and photographic practices.
























İstanbulluları hüzne boğabilir / RADİKAL - Lara Fresko


Salt Galata'daki 'Foto Galatasaray' sergisi, 1935-1985 arasında kadın fotoğrafçı Maryam Şahinyan'ın stüdyosundan geçmiş azınlıkların hikâyelerini gözler önüne seriyor. Sergiyi hazırlayan Tayfun Serttaş, "Bu arşiv bir mucize" diyor.

Lara Fresko

Tayfun Serttaş yıllarca emek verip temizlediği, taradığı ve arşivini tasnif ettiği Foto Galatasaray arşivini Salt Galata’nın ilk sergilerinden birinde kamuya açıyor. Serttaş, sergiden sonra çevrimiçi olarak da kamuya açılacak olan fotoğraflar sayesinde İstanbul’un azınlık tarihine dair katılımcı bir veri bankası oluşturmayı tasarlıyor. Kendisiyle çalışma sürecinden, Foto Galatasaray’ın fotoğrafçısı Maryam Şahinyan’dan ve bu arşivin anlamından bahsettik.

Salt Galata’da açılan ilk sergilerden biri Maryam Şahinyan ve Foto Galatasaray. Biraz bu projeden bahseder misiniz?

İstanbul’un bir elin parmaklarını geçmeyen kadın stüdyo fotoğrafçıları arasından arşivi bugüne eksiksiz olarak ulaşabilen bir kadın stüdyo fotoğrafçısı Maryam Şahinyan. Foto Galatasaray, 1935’ten 1985 yılına kadar kentin göbeğinde, Beyoğlu Galatasaray’da gözlerden ırak halde süregiden bir tanıklığın bugüne kalan mucizesi... Bu açıdan hem bir ilk hem de son çünkü ondan bir tane daha yok.

Maryam Şahinyan, 1930’ların ortasından 1980’lere kadar Beyoğlu’nda stüdyo fotoğrafçılığı yapan bir kadın. Cumhuriyet’in ve İstanbul’un neredeyse her safhasına şahit olmuş. Bu şahitliği bir fotoğraf makinesiyle yapmış olmasının önemi nedir?


Maryam Şahinyan İstanbul tarihinin gördüğü en mutevazı kadınlarından birisi olmalı. Yarım asır boyunca bir gün dahi aksatmadan Şişli’deki evinden yürüyerek gidip geliyor stüdyoya, her öğlen yalnızca bir kırmızı elma yiyor, siyah iş önlüğünü ve kolçaklarını hiç çıkartmadan, 1. Dünya Savaşı’ndan kalma körüklü kamerasıyla, 1985’e dek siyah beyaz fotoğraf çekmeye devam ederek, sessizce, fark edilmeden sürdürüyor bu işi... Tarihin uzak coğrafyalarda unuttuğu bir bilge gibi Maryam Şahinyan. Onun gerçek olduğuna inanamıyorsunuz. Böyle bir titizlik arşivdeki, hiç evlenmemiş, hiç çocuğu olmamış fakat diğer yandan onun annelik içgüdülerini seziyorsun arşiv kutularının üzerinde. Ben çok fotoğraf arşivi gördüm ama böyle çeyiz dizer gibi her birisi tek tek numaralandırılmış, aralarına pelür kâğıtları serilmiş, yarım asır boyunca dokusunda tek bir değişiklik olmayan arşiv görmedim. Onun kadın kimliği stüdyonun kimliğini de belirleyen öncelikli etmen. Bir diğer etmen kuşkusuz Ermeni olması. Aynı zamanda inançlarına bağlı yapısından dolayı stüdyonun tutucu bir havası olduğunu da unutmamak lazım. Tüm bunlar aslında onun tanıklığının perspektifini belirliyor. Maryam bize bir pencere açıyor. Aslında en çok Cumhuriyet sonrası orta sınıf gayrimüslim kadınların İstanbul’unu izliyoruz bu arşivde. Bu kültürel dokunun hangi koşullar altında korunmaya çalışıldığı, hangi tarihlerde dönüştüğü, hangi tarihlerde neredeyse tümüyle ortadan kalktığını izliyoruz. Büyük travmaların geride bıraktığı küçücük bir kesimin son dönemde verdiği varoluş mücadelesini izliyoruz. Sene 1970’ler, Maryam’ın stüdyosuna girince kazaklarının altında sakladıkları haçlı kolyelerini göğüslerinin üzerine çıkartıyor, saçlarını döküyor, omuzlarını açıyor bu kadınlar. Foto Galatasaray içerisi, orayı içeri yapan Maryam’ın ta kendisi. İşte burada biz ‘içeriyi’ izliyoruz. Çok buruk, çok kırılgan, çok zarif, benim hâlâ kalbim sızlıyor izlerken.

Sizi aslen bir sanatçı ve araştırmacı olarak tanıyoruz, bu sergideki rolünüzü anlatır mısınız?


Foto Galatasaray’ın bir proje olarak bugüne taşınmasının en büyük destekçisi ve de sürecin en yakın tanığı Vasıf Kortun, sergiye paralel olarak Aras Yayıncılık tarafından basılan ‘Foto Galatasaray/ Studio Practice by Maryam Şahinyan’ kitabı için yazdığı ‘Arşiv Bekleyemez’ isimli önsözde benim rolümü şöyle açıklıyor: “Serttaş, projenin ana muhatabı olarak birkaç rol üstlendi: İki yıl boyunca asistanlarıyla birlikte negatifleri temizleyen, sabitleştiren, dijitalleştiren ve dijital olarak onaran bilimci restoratör; Maryam Şahinyan’ın hayatı ve yaşamış olduğu zamanla ilgilenen araştırmacı; imgelere bakarak sergi için yeni sahneler icat eden ve kurgulayan sanatçı; İstanbul’un kaybolan topluluklarının kahredici hikâyelerinin anlatılması için bu imgelerin gücünü harekete geçiren aktivist”. Buna bir şey eklememe gerek var mı bilmiyorum.

Fakat şu çok açık, ben bu işe her ne kadar sanatçı pozisyonumla girsem de, o filmler üzerinden sanat yapabilmem için dahi, önce o 200 bin kareyi tek tek görselleştirip pozitif olarak görmem gerekiyordu. Her kareye 1 dakikamı ayırsam, 200 bin dakika ediyor, sadece bu neredeyse 5 ay demek... 2009’dan beri üzerinde bir gün aksatmadan çalıştığım projenin ‘sanatsal’ tarafıyla yalnızca son birkaç aydır ilgilenebiliyorum desem yalan olmaz.

Maryam Şahinyan’la aranızda nasıl bir yaratıcı paylaşım var?

Maryam o imajları fiziksel olarak üretmekten sorumluydu, ben ise onlar üzerinden yeni görme biçimleri icat etmenin peşindeyim. Maryam Şahinyan çocuk bedenleri üzerinden kurgulanmış o çıplak mizansenleri üretirken, aklında toplumsal cinsiyet tartışmalarına yeni bir boyut getirmek yoktu. O yalnızca kendisinden isteneni yaptı ve de bunu yaparken aslında tarihsel katmanlar içerisinde gizli kalan bir grubun muntazam bir haritasını çıkarttı. Ben bu haritayı dolaşıma sokuyorum, o noktadan sonra bitiyor rolüm.

Bu ortaya çıkarıp sergilediğiniz ikinci fotoğraf stüdyosu arşivi. Sizin için bu arşivlerin ortaya çıkmasının, önemi nedir?

Fotoğraf sanatı içerisinde dahi, antika değeri bulunmadığı sürece stüdyo fotoğrafına atfedilen bir değerden söz edemiyoruz. Benim ilgilendiğim Cumhuriyet sonrası dönemin kimse için cazibesi yoktu. Fakat artık şartlar değişti ve geriye dönüp baktığımızda stüdyo fotoğrafının bize sayısız envanterin yazılı olarak sunduğundan çok daha açık veriler ortaya koyduğunu saptıyoruz. Türkiye gibi kültürel ve tarihsel kesintilerin derinden hissedildiği coğrafyalarda stüdyo fotoğrafı başka bir misyon daha üstleniyor. Kültürel tarihin görsel aktarımına aracılık ediyor ve de bunu en demokratik yollarla yapıyor. Aslında bize bir önceki dönemde neye benzediğimizi, neleri yitirip, yerine neleri koyduğumuzu haritalandırıyor. Bu açıdan, bir Parisli için 1950’lerden kalma bir stüdyo fotoğrafı pek bir anlam ifade etmeyebilir. Fakat bir İstanbulluyu ya da Beyrutluyu günlerce hüzne boğabilir. Bunun nedeni bireysel tarihimizle olan ilişkimiz. Ne yazık ki son yüzyıldır hatırlamamak üzerine kurulu bir düzeneğin içerisine hapsedilmiş halde yaşıyoruz.

Bu arşivi tamamen kamuya açmak ne anlama geliyor?

Bu süreç sergi bittikten sonra, başlıyor aslında. Serginin hemen akabinde kurmakta olduğumuz bir web sitesi aracılığıyla dijital arşiv tüm dünyaya açılacak ve herkes için ulaşılabilir olacak. Foto Galatasaray’ın asıl mucizesi bu noktada başlayacak. Arşivin kimliklendirme sürecinde bireyler bu fotoğraflara ilişkin diledikleri kadar veri girebilecekler, böylelikle katılımcı bir bilgi bankası oluşacak. Bu stüdyoda fotoğraflananların çok büyük bir kısmı (veyahut çocukları) bugün diyaspora statüsünde yaşıyor. Cemaat kurumları aracılığıyla öncelikle bu insanlara ulaşmaya çalışacağız ve arşivi işlemeyi ve tanımlamayı bizzat kendilerine bırakacağız. Bu amaçla ilk günden itibaren arşivi bir veritabanı olarak şekillendirdik. Bu arşiv özelinde fotoğrafın ‘fotografik’ sorunsallarıyla hiç ilgili değiliz, derdimiz ışık kontrast ayarları ya da Maryam’ın iyi bir fotoğrafçı olup olmadığı meselesi değil. O imajların içerisinde saklı olan bilginin peşindeyiz.


Kaynak: LARA FRESKO / Radikal - 13.Aralık.2011

12 Aralık 2011 Pazartesi

Zamanı bekleyen fotoğraflar / RADİKAL - Karin Karakaşlı


Maryam Şahinyan'ın 1935'ten 1985'e Foto Galatasaray'da çektiği fotoğraflar, İstanbul'un olduğu kadar Türkiye'nin de değişim hikâyesini anlatıyor.

Karin Karakaşlı


Deli lodoslu, hafif puslu bir İstanbul günü. Gökyüzünde aydınlatmaktan çok gölgelemeye yarayan grimsi beyaz bir ışık... Yine koca şehrin bir yerlerinden bir yerlerine sürükleniyorum. Aynı gün içinde misal, Kayışdağı, Sefaköy, Taksim, Cihangir ve Karaköy hattından geçiyorum. Varlığından haberdar olmadığım okullar, devasa siteler, otobanlar var. Artık tanımadığım, bilmediğim yerleri çok fazla İstanbul’un. İçim üşüyor cam boyu akan yollarda. Gözümü kapatıyorum.

Bir göz kırpımlık anda önümde siyah-beyaz, yabancı ama tanıdık bir dünya var. Bu dünyayı eski Osmanlı Bankası binasında açılan SALT Galata’nın üçüncü katındaki Foto Galatasaray açık arşivinde buldum. Sonra da bir daha hiç kaybetmemek için Aras Yayıncılık’tan çıkan, Tayfun Serttaş’ın Foto Galatasaray kitabını da yanıma aldım. Artık İstanbul’a Maryam Şahinyan’ın fotoğraflarından bakıyorum. Gözlerim kapalı.
“Geride hiçbir kanıtın kalmadığı durumlarda devreye girer fotoğraf. Sonra bu kitabın sayfalarında tanıklık edeceğiniz gibi olur. O dünya unutulurken, biz büyüyor oluruz. Sonra aniden bir yerlerde, onu buluruz. Ne diyeyim?” Bu sözlerle anlatıyor sanatçı, yazar, araştırmacı Tayfun Serttaş, beklenmedik bir anda elinde buluverdiği 200 bin fotoğraftan oluşan Maryam Şahinyan arşivini. Bir gözünüzün önüne getirmeye çalışın. 1935’ten 1985’e kesintisiz 60 yılda İstanbul’a küçük bir stüdyodan tanıklık etmek, ne demektir? Aslında tam da Tayfun’un dediği gibi geriye izi, kanıtı, varlığını anımsatacak hiçbir şeyi kalmamışken sanki gaipten bir fotoğraf aracılığıyla dile gelir geçmiş hayat. Ve geçmemiş olur.

Meclisi Mebusan’ın Sivas mensubu Agop Şahinyan Paşa’nın 1915 sonrası bütün varlığını ve koca hayatını geride bırakarak göçtüğü İstanbul’da mütevazı bir apartman dairesinde, tarihin dayattığı bir hayat mücadelesi ile başlıyor Maryam Şahinyan’ın hikâyesi. Babası Mihran Şahinyan’ın sadece bir gençlik hevesi olarak hobi niyetine ilgilendiği fotoğrafçılık da bu can havliyle göç edilen şehirde ekmek teknesine dönüşüyor. En büyük çocuk Maryam işte böyle başlıyor işe ve ömrünü adadığı koca arşiv, dükkânı devredişi sonrası imhaya ramak kala önce Yetvart Tomasyan tarafından kurtarılıyor, 20 yıl sonra da Tayfun Serttaş’la buluşuyor.

Sakın tesadüflerden bahsetmeyelim. Aslında Maryam’dan Tayfun’a uzanan yolda bir hayat döngüsü tamamlanıyor ve şehir kendini bir kez daha sil baştan anlatıyor. Hiç susmamacasına, siyah-beyaz.

Bir sandalyeye yansıyan şehir

50 yıl boyunca Maryam Şahinyan’ın I. Dünya Savaşı’ndan kalma körüklü kamerasından gelip geçenlerin sayısı kadar çeşitliliği de çarpıyor insanı. Dışarda İstanbul en dramatik değişimlere, dönüşümlere tanık olurken bu stüdyonun pufu, ahşap sandalyesi hiç ama hiç değişmiyor. Böyle olunca da, o puf ve sandalye hayatın enlem ve boylamını tanımlayan bir koordinata dönüşüyor. “Foto Galatasaray’ın demografik olarak neredeyse her on yılda bir dönüşen müşteri profiline karşın, eski günlerden birer hatıraymışçasına hiç değişmeksizin korunan stüdyo dekorasyonu, tek başına bireylerin bıraktığından çok daha belirgin izler bırakır izleyici üzerinde” diye anlatmış bu çelişkili durumu Tayfun Serttaş. Bebekler ya o sandalyeye oturmuş ya da üzerinde ayakta durmuşlar. Kadınların bir kısmı ilişmiş, erkeklerin bir kısmı kaykılmış. Kalabalık ailelerde yanyana dizilenler arasında görünmez olmuş sandalye. Ama hep öyle durmuş, zamana inat.

Yokluğun kaydı

Maryam belli ki kimseleri yargılamamış. O yüzden herkes, her nasılsa o haliyle bu kadının karşısına geçmiş. Şehrin en şık kadınları, gayrimüslim aileleri, Bolşevik Devrimi’nden kaçıp İstanbul’a sığınan Ruslar, tiyatro grupları, müzisyenler, subaylar, vaftizlik ve sünnetlik çocuklar, transeksüeller, düğün günündeki çiftler, iç çamaşırlarıyla kadınlar ve iki yandan tuttukları etekleriyle kendilerini kelebek yapan küçük kızlar... Herkes burada, tam karşımızda. Stüdyonun kayıt defterleri kayıp, ne bir isim var elde ne bir not. O belirsizliğin içinden önümüzdeki yıl boyu el yordamı ilerleyip eş dost, aile arayacağız birlikte. Açık arşiv olarak düzenlenen serginin en büyülü yanlarından biri de bizi tarihe katılmaya, onu bugünde paylaşılır kılmaya davet etmesi.

Bir göçler şehri olan İstanbul 70’li yıllardan başlarak yeni yüzünü Maryam Şahinyan’ın objektifine de sunuyor elbette. Bir yerden sonra haçlı kolyelerin yerini beşi bir yerdeler alıyor. Fötr şapkalar, kürk paltolar, ipekli satenli kıyafetler, tüller, etoller yerini bayramlıklara, allı güllü basmalara, kasket ve başörtüsüne bırakıyor. Maryam her şeyi sessizce kaydediyor bizler için.

Tayfun Serttaş’ın ‘Aynadan Bakanlar’ olarak adlandırdığı ve haklı olarak fotografik dilin izlerini yakaladığı koca bir seride ise en çok da kadınları aynadaki akisleriyle yüzleştiriyor Maryam Şahinyan. Kimi zaman aynadan doğruca bize bakıyor, kimi zaman iki kez bizden ve kendilerinden kaçıyor bu kadınlar. İfadeler gelip geçiyor. Bir yerden sonra hepsini tanırmış gibi hissediyoruz.

Oysa yoklar. En çok da yokluklarının kaydı zaten bu fotoğraflar. Tam da Tayfun’un dediği gibi: “Foto Galatasaray’ın anlattığı gibi hatırlayabilenler için, artık İstanbul diye bir şehir de yoktur. Adı İstanbul kalsa da, geride size İstanbul’da olduğunuzu hissettirebilecek bir dil duyulamamaktadır. Bu hikâyenin sonunda, yitiren İstanbul olur. Sivil diyaloğun kaybolduğu şehirde, doku kaynaşması henüz tamamlanamamıştır. Belki de bu gerçekliğe inat, zamanın gerektirdiği tüm ‘yeni,’ ihtiyaçlara rağmen 1985’e dek I. Dünya Savaşı’ndan kalma körüklü kamerası ve siyah-beyaz tabaka filmleriyle fotoğraf üreteren Şahinyan, bir bakıma zamanı askıya almaktadır. Onun tarihinde askıya alınan İstanbul’da, zaman başka bir anlam kazanır. Geriye dönmek isteriz.”

Önümüzde yılgın bir sonsuzluğa uzanan günlük hayat rutinin içinden bu askıya alınan zaman, farklı bir hayat olasılığı olarak göz kırpar bize. 200 bin fotoğrafa karşın kendinden topu topu dört vesikalık bırakmış bir kadın, yokluğu içinden konuşur. İstanbul diye yitirdiğimiz her şeyi yerli yerine koyar. O zaman anlarız ki boşa gitmez, unutulmaz hiçbir şey. Sadece ama sadece zamanını, bir de insanını bekler.

Foto Galatasaray sergisi, 22 Ocak 2012 tarihine kadar SALT Galata’da görülebilir. Tel: 0212 334 22 00

Kaynak: Karin Karakaşlı / Radikal - 12.Aralık.2011

11 Aralık 2011 Pazar

Tayfun Serttaş opens artistic, sociological treasure to public / TODAY'S ZAMAN - Rumeysa Kiger

Photo: Turgut Engin

A new exhibition by Tayfun Serttaş at the recently opened SALT Galata art center in İstanbul's Karaköy district offers a fascinating visual exploration of five decades of life in mid-20th century İstanbul from the perspective of a Beyoğlu photo studio.

Rumeysa Kiger

The exhibition, titled “Open Archive 1: Foto Galatasaray,” is a collection of photos from the archive of Armenian studio photographer Maryam Şahinyan. Şahinyan learned the art of photography from her father and worked at her own studio, Foto Galatasaray, for 50 years. She took black and white pictures for hundreds of people with a wooden bellows camera. When she retired from her studio at the age of 74, some 200,000 of her glass negatives were transferred to a storage space owned by Yetvart Tomasyan, the owner of Aras Publishing House. The archive of Foto Galatasaray remained untouched in boxes at Hıdilyav Palas for several years before researcher and artist Serttaş embarked on an ambitious project to organize the entire archive. The results of his efforts are now on display on the third floor of SALT Galata.

The centerpiece of the exhibition is a curtained area in which 10 of Şahinyan's images are displayed on screens and arranged by theme. These images change every five seconds. “This part of the exhibition is helpful for quickly understanding the general character of the show. If you see ten naked babies photographs on the cloth, that means there are 1,000 similar images in the whole archive. There are also images of little boys dressed in cowboy costumes, which was very popular after the 1970s because of the influence of Western movies,” Serttaş explains in an interview with Sunday's Zaman, adding that the material is “extremely important for the sociology of everyday life.”

While the photographs feature a diverse collection of portraits of people, the archive is a particularly rich resource for exploring the lives of women. The artist notes that female models felt comfortable in Şahinyan's studio because she was also a woman. “If you think about the conservative atmosphere of the time, Şahinyan's gender was very important. Many women came here and let down their hair, showed their neckline, their underwear or their naked bodies because the photographer was a woman. Around 90 percent of the photographs feature women,” he adds.

In 2009 Serttaş displayed another archival project titled “Studio Osep” which delved into the biography of Armenian studio photographer Osep Minasoğlu via remaining photographs from his archive. For Serttaş, these archives are very important because they comment on many things that are still being discussed in contemporary art. “The angle from which you approach photography is the important thing here. I am neither an archivist nor a photographer; I am freeing these archives from the narrow framework of photography and bringing them to a more independent artistic sphere,” he emphasizes.

For Serttaş it was important to make the exhibition available to the audience on their own terms. “The archives enable you to draw a cultural map of a city. A filmmaker, a gay person, or a fashion designer would all approach this material from entirely different angles,” he notes. The exhibition facilitates this diversity of perspectives by providing computers on which viewers can navigate the archive on their own, rather than merely observing the material through the artist's chosen framework.

Serttaş also plans to upload the archive to the Internet next year in order to allow people to identify the subjects in Şahinyan's photographs. “The sons and daughters of most of the people we see here are not in İstanbul anymore, they are mainly spread throughout the Turkish diaspora. If the people in the photographs are properly identified on the Internet, it will be more convenient to reach them,” he says, adding: “We do not know which photographs are more important than the others and we will only learn this in time. We do not know who these people are. Right now we are looking at some people and they are looking at us, but we have not yet been introduced.”

The opportunity to engage with such intimate documentation of so many human lives presented in Şahinyan's archive was bound to catch Serttaş's attention as he was a student of social anthropology at the İstanbul University. He also wrote his master's thesis “Photography and Minorities in İstanbul in the Context of Modernism and Cultural Representation” at the Yıldız Technical University art and design faculty. Beyond this academic background, Serttaş has also sought instruction on the technical aspects of glass negatives in a workshop at the Arab Image Foundation in Beirut, where he learned how to correctly handle archival materials. He subsequently cleaned the entire archive, plate by plate. This painstaking process is documented in a video by the artist that is included in the show, along with two other videos: One features Tomasyan explaining how he came to own Şahinyan's archive, and another features several of Serttaş's assistants as they helped him to sort, clean, digitize, digitally restore, categorize and preserve the archives during the last two years.

Aras Publishing has also released a bilingual book titled “Foto Galatasaray: Studio Practice by Maryam Şahinyan” alongside the exhibition, with an introduction by author Karin Karakaşlı and curator Vasıf Kortun, who is SALT's director of research and programming. The book features writings by Serttaş and 950 photographs from the archive.

Texts by Serttaş include Şahinyan's biography and the history of the studio, and analysis of the archive with several articles about Armenian culture, female and religious identity, cultural representation, gender, migration and fashion, among other topics.

“Open Archive 1: Foto Galatasaray” will run through Jan. 22. For more information on the artist, visit www.tayfunserttas.com and tayfunserttas.blogspot.com.


Ongoing exhibits at SALT

“Modern Essays 3 Modernity Unveiled/Interweaving Histories,” by Gülsün Karamustafa at SALT Galata

“Scramble for the Past: A Story of Archaeology in the Ottoman Empire, 1753-1914” at SALT Galata

“Modern Essays 2 Istory” by Hrair Sarkissian at SALT Beyoğlu

“Becoming İstanbul” at SALT Beyoğlu


SALT Research

Featuring nearly 40,000 books on art, architecture, design, urbanism and social and economic history, SALT Research is located in the 650-square-meter central atrium of SALT Galata. “Designed by Şanal Architecture Planning, this space was specifically developed to respond the demands of its users. We are planning to advance its content with the participation of the users,” explained Sezin Romi, from SALT Research and Programs, adding that it is not like a standard library in which a holy silence is expected.

“In the entrance, periodicals and new publications greet the users. Right after these, we see the heart of SALT Research: the files of more than 200 contemporary artists together with curator, institution and exhibition archives. We are conducting serious research in order to build an artistic memory in Turkey. We are planning to stretch all the way back to the 1970s and 1980s. Right now we are working on a book project from the writings of Nilgün Özayten, art historian and former manager of the Atatürk Cultural Center's gallery between 1985 and 2000,” Romi adds.

SALT Research includes many physical and digital documents, including the Ottoman Bank archive, the Hüseyin Bahri Alptekin archive, the Italian Embassy archives, the Saint Pierre archive, the Sedad Hakkı Eldem archive, and the World Council of Churches archive. It also features an area for viewing, production and sharing, where visitors are invited to edit multimedia art works and conduct group work on a reservation basis.

SALT research is open to everyone between Tuesday and Saturday and all its services are free of charge. For more information, visit www.saltonline.org.

Kaynak: Today's Zaman / Rumeysa Kiger - 11.Aralık.2011

10 Aralık 2011 Cumartesi

Kendi Tarihimizi Okur Gibi / CUMHURİYET - Ayşegül Özbek

Fotoğraf: Vedat Arık

Maryam Şahinyan'ın Foto Galatasaray Stüdyosu'nun 50 yıllık fotoğraf arşivi SALT Galata'da sergileniyor. Arşiv 2012'nin ortasından itibaren tam anlamıyla yaşamaya başlayacak ve katılıma açılacak. Fotoğraflar web üzerinde tüm dünyadan ulaşılabilir hale geldiğinde insanlar, kendilerine ait fotoğrafları bulup kareleri isimlendirebilecek, etiketleyebilecekler. Şahinyan'ın stüdyo arşivine tekrar hayat veren Serttaş'ın gözünde Foto Galatasaray gerçeküstü bir mekan. "Bu fotoğrafları kendi tarihimizi okur gibi okumalıyız" diyen Serttaş, tarihle yüzleşmenin bu 50 yıllık arşivle de olabileceğini söylüyor.

Ayşegül Özbek

Şişli Hanımefendi Sokak'taki evinden her sabah Galatasaray - Çiçek Pasajı'ndaki fotoğraf stüdyosuna yürüyerek giden Maryam Şahinyan'ı hatırlıyor musunuz? Belki de 1996'da yaşamını yitiren Şahinyan'ın, 1935-85 yılları arasında Foto Galatasaray isimli stüdyosunda çektiği binlerce kare içinde sizin de bir fotoğrafınız vardır...

50 yıl boyunca makinelerini değiştirmeden, renkli fotoğrafa geçmeden, bir aile kurmadan tutkuyla gittiği gittiği o stüdyoda çektiği yaklaşık 200 bin fotoğraf Aras Yayıncılık'ın sahibi Yetvart Tomasyan'ın deposunda 20 yıl beklemede kalıyor; ta ki üç yıl önce Tayfun Serttaş'ın eline geçene kadar. Serttaş ve ekibi, aralarında cam negatiflerin de olduğu binlerce filmin bakımını yapıyor, filmler dijital ortama aktarılıyor ve SALT Galata'da Açık Arşiv projesi kapsamında bir sergiye dönüşüyor.

Bu arşiv 1012'nin ortalarından itibaren tam anlamıyla yaşamaya başlayacak ve katılıma açılacak. Fotoğraflar web üzerinde tüm dünyadan ulaşılabilir hale geldiği zaman insanlar, kendine ait fotoğrafları bulup kareleri isimlendirerek etiketleyebilecekler.

Şahinyan'ın çektiği fotoğraflarda neler mi görüyoruz? 50 yıllık İstanbul tarihini, değişimi, toplumsal panoramayı... Bayram kıyafetli çocuklardan aile fotoğraflarına, din adamlarından 40'lı yılların trans bireylerine, 70 sonrası göçle gelen değişimin yüzlerine, yeni doğan bebeklerin şaşkın bakışlarına... Özetle, İstanbul'da yaşayan her milletten insana.

Foto Galatasaray stüdyosunu "gerçeküstü" olarak tanımlayan ve arşive yeniden hayat veren Serttaş, İstanbul'la bağları 40'lara kadar uzanan herkesin kendini bu fotoğraflarda aradığını söylüyor. Öyle ki sergiyi gezerken 60'larında Ermeni bir çifte rastlıyorsunuz. Size bakan binlerce yüz arasından yıllar önce Foto Galatasaray'da çektirdikleri fotoğraflarını arıyorlar. Bir yandan da Şahinyan'ın titizliğinden söz ediyorlar. "Bu fotoğrafları kendi tarihimizi okur gibi okumalıyız" diyor Serttaş. "Bir Ermeni bu arşivde kendi tarihini görür, bir Türk kaybettiği kültürel değerleri, kaybettiği öteki'nin kültürel tarihini görür".

Sivaslı Ermeni bir bürokrat torunu Maryam Şahinyan. Serttaş, Şahinyan'ın İstanbul'da aynı evde yıllarca müzmin bekar hayatı yaşadığı kardeşine ulaşıyor. "Sivas'ta fabrikaları olan güçlü bir ailenin çocukları. Sahip olduklarını 1915 döneminde kaybediyorlar. Sivas'taki konaklarını terk edip Harbiye'de bir apartman dairesine sığınıyorlar. Bir burjuva hobisi olan fotoğraf çekmek, Maryam Şahinyan'ın babası için geçim kaynağı oluyor. Parasızlıktan sadece erkek çocukları okutuyorlar. Maryam babasıyla çalışıyor".

Fotoğraf stüdyolarının melez mecralar olduğunu, bir taraftan sanata öykündüğünü ama sanatın da onu küçümsediğini söyleyen Serttaş, "Aynı caddeyi paylaşan beş stüdyonun arşivini izlerken birinin sadece turistleri, ötekinin yeraltını, diğerinin de elit kesimi çektiğini görebilirsiniz. Maryam'ın ise artistik bir kaygısı yoktu. O esnaftı" diyor.

Numaralandırılan kutuların arasında Şahinyan'ın kendi el yazısıyla "yerine konulması unutulan filmler" cümlesi gözüne çarpıyor Serttaş'ın. Maryam'ın bu arşivde yerine koymayı unuttuğu filmler gibi, biz de kendi tarihimizin unutulanlarını yerine koyabilecek miyiz? Geçmişle yüzleşebilecek miyiz? "6-7 Eylül Olayları sonrası gayri-müslim nüfustaki azalmayı, 80 Darbesi ve göç gibi pek çok toplumsal olayı bu fotoğraflardan izliyoruz. Anı nesnesi olarak üretilen bir tarihi biz karşılaşma imgeleri olarak yeniden ürettik. Bu çok sert ve samimi bir karşılaşma. Genç kuşak hafızası yerinden oynamış bir tarihin üzerinde yaşıyor. Dünyanın başka bir yerinde bir adama 50'lerden bir kare gösterin, orada sadece nostaljiyi görür. Oysa biz travmayı görüyoruz".

Ailesinden kareler de var.

Serginin Aras yayıncılık tarafından bir de kitabı çıktı. Kitapta yer alan Şahinyan'ın çektiği yaklaşık 900 fotoğrafın arasında Şahinyan'ın ailesinden kareler de var. Kitapta Serttaş'ın kaleminden hem Şahinyan'ın hayat hikayesini hem de onun çektiği fotoğrafların kadın kimliği, dinsel aidiyet ve Ermeni kültürü bağlamında çözümlemelerini okuyoruz.

(Sergi 22 Ocak'a kadar SALT Galata'da)


Kaynak: CUMHURİYET / Ayşegül Özbek - 10 Aralık 2011